Âşık Tavrı Olarak Meryem Orucu

 

Bireyi farklı kılan özelliklerden biri olaylar karşısında takındığı tavırdır. Tavır, sıradan bir davranış olarak algılanabileceği gibi anlamlı bir duruş veya oluşturduğu etkiye göre varoluş biçimi olarak da anlaşılabilir. Varoluşsal tavır, genellikle özgün olur, bireysel ve sosyal ilişkilerde karşılık bulduğu takdirde mevcut hâli veya farklı formlarıyla yaşamaya devam eder. Bu bağlamda dinler tarihinde bir ibadet biçimi olarak kabul edilen “susma orucu” zamanla dinî bir ritüel, anlamlı/özgün bir duruş veya varoluşsal bir tavra dönüşmüştür.

 

“Susma orucu”nun doğru anlaşılabilmesi için orucun mahiyetinin bilinmesi gerekir. Bir ibadet çeşidi olan oruç, yalnızca yeme içmeden mahrum bırakılma şeklinde anlaşılmamalıdır. Böyle bir yaklaşımda oruç ibadeti, maddi açıdan arınma ameliyesi (perhiz) olarak algılanır. Oruç, nefsi bütün yönleriyle terbiye etme hususunda eşik/mihver ibadet özelliği taşıdığı için dil, göz, kulak, kalp, bellek gibi vücut aksamlarını da manevi arınmaya tabi tutar. Oruç, kulun tekâmülüne önemli katkılar sağlar: “aciz bir varlık olduğunu anlama, ahlâkını güzelleştirme, iradesini kontrol etme, yoksulluk içinde yaşayanlarla empati kurabilme, zengin de olsa iradesini pervasızca kullanamayacağını anlama, nefsini terbiye etme, sorumluluk bilinci kazanma, ruh ve beden sağlığına katkı sağlama, İlahî rızayı kazanma gibi.”

 

İlahî dinlerde oruç ibadetinin uygulanma şekli genellikle benzer olsa da farklı formları vardır. Bunlardan biri “susma orucu”dur. İslam’da bulunmayan bu ibadet biçimi, “Yahudilerde ibadet olarak kabul edilmiş ve “sabahtan akşama kadar lakırdı etmeden imsak etme” şeklinde tutulmuştur. Hristiyanlıkta susma orucu nev’inden kabul edilen “Meryem orucu”, belirli bir süre kimseyle konuşmamak suretiyle ifa edilmiştir. Bu süre içinde işaret ve imâ caiz görülmüştür.” “Hz. Musa, Hz. Meryem ve Hz. Zekeriya tarafından tutulan susma orucu, Yahudilikte kurumsallaşmış bir ibadet biçimi olarak kabul edilirken, Hristiyanlık ve İslam’da aynı karşılığı bulmamıştır. Hristiyanlıkta manastır yaşantısının, İslam’da ise inzivaya çekilme veya itikâfa girme süreçlerinin ritüellerinden biri olarak kabul görmüştür.”

 

Susma orucu ile özdeşleşen kişilerden biri Hz. Meryem’dir. Hz. Meryem, İsa Peygamber’i babasız olarak dünyaya getirdiğinde, anlamlandırma konusunda zorlandığı bu mucizevi olaydan ötürü büyük bir çaresizlik içinde kalır. Rabb’in kulunu kaderine/kederine terk etmeyeceği düşüncesinden aldığı manevi güçle beklemeye başlar. Korku-ümit gelgitinde devam eden bu bekleyiş, “Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi, annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 19/28) suçlamasına maruz kalmasıyla başka bir boyut kazanır. “Ben çok merhametli olan Allah’a oruç adadım, artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım” (Meryem, 19/26) hitabına daha önce mazhar olan Meryem, bu İlahî emir ile anlamlı çıkış yolu bulur.

 

Hz. Meryem’in ötekileştirilip cezalandırılmasını kaçınılmaz kılacak mahiyette olan “babasız çocuk” dünyaya getirme olayını hâlden anlamayanlara kâl dili ile anlatmak zordur. Başka bir ifade ile kişinin faili olmadığı bir işte masumiyetini ispatlama mecburiyetinde kalması, yaşayabileceği büyük çıkmazlardan biridir. İslam inancında kişiye kader olarak reva görülen hâller, sabır ve şükür gerektirir. Bu iki mazhariyet de aslî sevgiliyi (Allah) odak hâline getirdiği ve kişinin tekâmülüne katkı sağladığı için kıymetlidir. Bu bağlamda susma orucu sabır eylemi olarak değerlendirilebilir.

 

“Meryem orucu”, klasik şiirde işlenen özgün imgelerden biridir. Bu imgenin anlam katmanlarını besleyen tali kavram “oruç”, asıl kavram ise “Meryem”dir. Oruç, gerek nefsi terbiye etme gerekse bireysel ve sosyal ilişkilerde ölçüyü sağlama konusunda kalkan işlevi görür. Kul ile masiva arasındaki koruyucu perdedir. Hz. Peygamber’in Müslümanların yaşaması ihtimal dâhilinde olan bir olay karşısında “Ben oruçluyum desin.” sözü, orucun, vebale sebep olabilecek tavırları dönüştürmesi konusundaki gücünün anlaşılması açısından önemlidir. Günlerinin çoğunu oruçlu olarak geçiren ve susma orucunun öznesi olan Meryem, Kurân’da övülen kadınların başında gelir. “Bedenî ve ruhî saflığı, kendini Allah’a ibadete adaması, iffet ve namusunu koruması sebebiyle “Betûl” olarak isimlendirilmiştir. Klasik şiirde “ana olarak telakki edilmesi, Hz. İsa’yı kucaklamış haldeki resimleri, ismet sıfatına sahip olması, özgün mazmun kuran şair, şiirin anlam boyutu” gibi birçok hususta teşbih ve tasavvurlara konu edilmiştir.

 

Hz. Meryem’in duçar kaldığı melamet/ötekileştirme hasebiyle ortaya koyduğu “susma davranışı” Karamanlı Nizâmî Divanı’nda âşık tavrı olarak işlenmiştir. Nizâmî’nin dil içi çevirisi “Sen İsâ nefeslinin kavuşma bayramına ereyim diye gönlüm yıllardır Meryem orucu tutar.” şeklinde olan;

 

Vuslatun ‘îdine irem diyü sen ‘Îsî-demün

 

Yıllar olmışdur ki gönlüm rûze-i Meryem tutar8 beytinde, Meryem orucu bir ibadet biçiminden çok âşıkâne bir tavır olarak ele alınmıştır. Sevgili, İsa nefesli olarak tasvir edilmiştir. Hz. İsa, “Cebrâil’in Meryem’e üflediği ruh ile vücut bulduğundan hangi varlıkla etkileşim içinde olsa ona can kaynağı olur. Dolayısıyla ayrılık sürecinde âşık, İsa nefesli sevgiliye muhtaç bir ölü olarak düşünülebilir. Âşığın dirilişine yaşam iksiri olarak katkı sunacak olan “nefes” ise ilgi bağlamında değerlendirilebilecek herhangi bir tavır (naz, eziyet) olabilir.

 

“Vuslat”, kurbiyete vesile olduğu için âşığın bayramıdır. Bayram, oruçlu geçirilen süre neticesinde kula şayeste görülen ilahî ikramdır. Farz olan oruç, yılda bir ay tutulurken oruç bayramı (Ramazan) yılda bir kez yaşanır. Bu oruç, belli bir süreliğine yeme ve içmeden uzak kalma şeklinde tezahür ederken âşığın orucu vuslat gerçekleşene kadar devam eder. Vuslatın gerçekleşmesi konusunda belirleyici olan varlık sevgili olduğu için âşığın kavuşma vaktini tayin etme konusunda irade ortaya koyması mümkün değildir.

 

Susma orucunu tutmak durumunda kalan hasse “gönül”dür. Gönül, aşk ve ayrılığın tahassüs mekânıdır. Ah u zâr etme yerine meramını susmak suretiyle ifade eder. Susma, kâl diline bakan bir edim olsa da âşık gönlünü susturmak suretiyle hâl diline pranga vurur. Hz. Meryem’in maruz kaldığı melametten ötürü susmak suretiyle kendisine bir masumiyet alanı açması, Mevlana’nın “hâmûş”luğu bir hâl olarak benimseyerek sözünü güçlü biçimde yükseltmesi gibi klasik âşık da susma orucunu ideal bir tavır olarak benimseyerek duçar kaldığı kader karşısındaki çaresizliğine çıkar yol bulmaya çalışmıştır. Âşığın “Meryem orucu” her ne kadar pasif bir direniş hâli gibi görünse de aslında güçlü mesajlar içeren özgün bir tavırdır. “Sessizliğin sesi” uygun zemin ve zamanda çığlık etkisi oluşturduğu için sosyal ve siyasal hayatta bir protesto biçimi veya sivil itaatsizlik yöntemi olarak algılanabilecek alt mesajlar içerir.

 

Mahmut Gider

 

Yitiksöz Sayı-24