1930’lu Yıllarda Tan Gazetesinin Mehmet Âkif’e Bakışı

 

Yayın hayatına 1926’da Milliyet adıyla başlayan Tan gazetesi, 1935’te gazetenin başına Ali Naci Karacan’ın geçmesinin ardından Tan adını alır. “Günlük Siyasi Halk Gazetesi” sloganıyla yayımlanan Tan’da hem ülkede hem de dünyada yaşanan siyasi gelişmeler; spor, moda, sağlık, ekonomi, sinema gibi konularda haberler; hikâye ve roman tefrikaları yer alır. Gazetede Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Burhan Felek, Ömer Rıza Doğrul, Cevat Şakir, Mahmut Yesari, Suat Derviş, Naci Sadullah, Refik Halit, Niyazi Berkes, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin gibi farklı fikirlere sahip yazarlar bir arada bulunur.  Muhalif bir yayın çizgisi sürdüren Tan gazetesi, II. Dünya Savaşı yıllarında Sovyet yanlısı bir tavır takındığı için tepki çeker. 4 Aralık 1945’te gerçekleşen “Tan Olayları” sırasında gazetenin matbaası basılır, Zekeriya ve Sabiha Sertel tutuklanır. Bu olaylar gazetenin sonunu getirir.

 

Tan Gazetesinde Mehmet Âkif

 

Tan gazetesi, dönemin sanat dünyasını da yakından takip eder. Roman ve hikâye tefrikaları, sinema ve tiyatro haberlerinin yanında sanatkârlar hakkındaki önemli gelişmelere de sütunlarında yer verir. Bu sanatkârlardan birisi de Mehmet Âkif’tir. Tan’ın yayımlanmaya başladığı 1920’li yıllarda Mehmet Âkif’in yaşamı İstanbul ve Mısır arasında geçer. Kışları Mısır’da, yazları İstanbul’da bulunan şair, 1926’da İstanbul’dan ayrıldıktan sonra 1936’ya kadar Mısır’da kalır. Bu yıllarda bir süredir siroz hastalığından şikâyetçi olan ve karaciğerindeki ağrılar yüzünden şiddetli buhranlar geçiren Âkif, 1936 yılında tekrar İstanbul’a döner ve tedavi altına alınır. 27 Aralık 1936’da hasretini çektiği vatan toprağında hayata gözlerini yumar. Türk bayrağına sarılan cenazesi üniversite öğrencilerinin omuzlarında Edirnekapı Mezarlığı’nda defnedilir. Âkif’in ölümü, dönemin basınında büyük yankı bulur. Tan gazetesi 28-29 Birincikanun 1936 tarihli sayılarında şairin ölümünü “Mehmet Akif Dün Öldü”, “M. Akif’in Cenazesi Gençliğin Elleri Üzerinde Kaldırıldı” başlıklarıyla duyurur. Haberlerde şairin bir süredir karaciğer rahatsızlığı çektiği, günden güne kuvvetten düşüp “iskelet haline geldiği”, buna rağmen akıl sağlığını muhafaza ettiği belirtilir. Cenazesinin Türk bayrağına sarılarak üniversite öğrencilerinin omuzlarında Edirnekapı Mezarlığı’na götürülerek defnedildiği de söylenir. 29 Birincikanun tarihli sayısındaki “Günün Meseleleri” başlığı altındaki yazısında Ahmet Emin Yalman, Âkif’i şiirlerinde dini terennüm eden fakat şairlikte, halk şairi olarak, bütün devir şairlerinin üstünde bir yeri olan muhafazakâr bir adam olarak değerlendirir ve en büyük hizmeti olarak İstiklâl Marşı’nı yazmasını sayar. Aynı sayıda Âkif’in damadı Ömer Rıza Doğrul şairin Alemdağı’nda geçen son günlerini, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilmek istenen Kur’an tercümesini “birkaç parça şiir yazacağım, mani olursunuz” diyerek istemediğini, Kur’an’a olan hürmeti nedeniyle her kelime üzerinde uzun uzun düşüncelere daldığını aktarır.

 

Mehmet Âkif Anılmaya Değer mi?

 

Bu haberlerden iki yıl sonra Tan gazetesinin 28-29 İlkkânun 1938 tarihli sayılarında Mehmet Âkif için büyük bir ihtifal (anma) programı yapıldığı haberi yer alır. Bu programı sütunlarına taşıyan Tan gazetesindeki haberlere göre ihtifale Peyami Safa, Mithat Cemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Nihat Tarlan gibi isimler de katılır. Âkif’in mezarı başında gerçekleşen programda önce İstiklâl Marşı, Meçhul Şehit: Çanakkale manzumesi ve Âkif’in şiirlerinden parçalar okunduktan sonra Âkif için yapılacak anıt mezarın temeli atılır. Bu anma töreninin ardından Tan gazetesinde Mehmet Âkif’i merkeze alan bir tartışma başlar. İlk eleştirel yazı Şükûfe Nihal’den gelir. “Bana Göre Mehmet Akif” başlıklı yazısında Âkif’in ancak din bayrağı altında, İslâm camiası içinde bir vatancılığa kıymet verdiğini öne sürer. Onun “Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki yaşar, der, delidir.” sözüne karşılık; “Lâkin işte biz Arapsız yaşıyoruz. Daha şerefli, daha sağlam, daha başımız göklerde olarak ve bütün dünyaya gösterdik ki, biz, deli değiliz! Pek akıllı, pek ne yaptığını bilir insanlarız.” diyerek karşı çıkar. Âkif’in Türk ahlâkının son direği olduğu için dine sarıldığı yönündeki görüşlere karşılık “çürümüş bir direğe yaslanacak kadar taassubun esiri değiliz!” sözlerini sarf eder. Şükûfe Nihal, Âkif’in dini, milliyetin önüne koymasını olumsuz karşılar. Bununla birlikte Tevfik Fikret’in “Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin!” sözünden hareketle Âkif’in kendi hak bildiği yoldan dönmediğini, paraya, mevkie yaltaklanmadığını, vicdanına hıyanet etmediğini, insan kaldığını söyleyerek onun duruşuna saygı gösterir. Tan’daki bu yazının ardından 2 İkincikanun 1939’da Muallim Ali Süha, Mehmet Âkif’e hücum eder. Ali Süha önce Tevfik Fikret’in gençlere yurt sevgisini, hürriyeti aşıladığını; Ziya Gökalp’ın millî şuuru yarattığını; Ahmet Haşim’in öz şiir ile ebedi lezzetlerin örneklerini verdiğini dile getirir. Buna karşın Âkif’in ümmet devrine ait bir din şairi olduğunu, dinciliği ve Osmanlıcılığı savunduğunu, zihniyetinin din havasıyla dolu olduğunu söyler. Onun Türkçeyi aruza uydurmasındaki başarısını hutbelerini yaymak amacıyla yaptığını belirtir. Ali Süha, laik Türk toprağı üzerinde duyulacak millî heyecanı Tevfik Fikret, Ziya Gökalp ve Ahmet Hâşim gibi millî kıymetlere saklamak gerektiğini düşünür. Ona göre bu millî kıymetler varken Mehmet Âkif’in anılması yerinde olmaz.

 

Din mi Millet mi?

 

3 İkincikanun tarihli sayıda M. Şener, Şükûfe Nihal ve Ali Süha’nın Âkif’i değerlendiren bu yazılarına -gençlik adına- karşılık verir. Şener, Âkif’in hem dinî hem de millî olmak üzere iki cephesi olduğunu ortaya koyar. Şener’e göre Âkif, dine bağlanıp sabit kalmayı değil aksine ilerlemeyi savunur ve Safahat’ta dini yanlış anlayanlarla, yobazlara hücum eder. Balkan faciasından sonra ise milletin düştüğü duruma feryat eder. Şener, yazısının sonunda gençliğin kime kıymet vereceğini bildiğini söyler. 4 İkincikanun tarihli sayıdaki “Günün Meseleleri” sütununda ise Tan gazetesi hem bu tartışmaları hem de Âkif’in şairliğini değerlendiren bir yazı yayımlar. Yazıda tartışmanın amacı, Âkif’in milliyetçi mi yoksa dinci mi olduğunun ortaya konması olarak değerlendirilir. Yazının ilerleyen bölümlerinde Âkif’in halkın arasına giren, dertlerini şiire döken, cemiyetle alakadar olan bir halk şairi olduğu aktarılır. Tan’a göre Âkif’in ideali dindir. Şapka takmamak için vatanını terk etmeye razı olur. İstiklâl Marşı’nda bile İslâm timsali olan şanlı hilâlden bahseder. Her idealist adam gibi hürmete layık olsa da Âkif o günkü inkılâp neslinin şairi görülmez. O, milliyetçiliğe ve inkılâba inanmaz. 5 İkincikanun tarihli sayıda Ressam imzasını taşıyan “Dindar Akif ve Milliyetçi Akif” başlıklı yazıda ise şairin dindar olmasına rağmen ilerlemeye karşı olmadığı, garbın samimiyetine inanmasa da teknolojik ilerlemesini almayı savunduğu belirtilir. Bununla birlikte Âkif’in vatanı için gerekli gördüğünde Millî Mücadeleye katıldığından dolayı milliyetçi bir yanının olduğu da ortaya konur. Aynı sayfadaki ikinci yazıdaysa Ali Süha, önceki görüşlerini savunur. Âkif’in temsil ettiği zihniyetin tarihe karıştığını, Âkif’in dili din için, sade dili dini halka yaymak için kullandığını dile getirir. Yazıda Âkif’in karşısına yine Fikret çıkarılır ve ona hürmet edilmesi istenir. 6 İkincikanun tarihli sayıda ise Naci Sadullah, Mehmet Âkif’in idealist bir sanatkâr olduğunu vurgular. Şairin gayesi için ölüm döşeğine girdiği güne kadar yılmadan, bıkmadan idealleri uğruna dövüştüğünü, tuttuğu yoldan dönmemek için gurbet acısı çektiğini söyler. Bu açıdan bakıldığında Sadullah’a göre Âkif’e hürmet edilmeli fakat onun fikirlerini benimseme gafletine düşülmemelidir. Naci Sadullah’ın görüşlerinde dönemin ideolojik zihniyeti rol oynar. Âkif’in dinî görüşleri, dönemin ideolojisiyle uyuşmaz. Tartışma hakkındaki son yazılar Tan gazetesinin “Serbest Düşünceler” başlıklı bölümünde yer alan okuyucu mektuplarından oluşur. Şefik Celâl imzalı ilk mektupta yazar, “Âkif’in İslâm ideolojisinin vaizliğini yaptığını, İstiklâl Marşı’ndaki heyecanın Âkif’ten değil o günlerin haşmetinden geldiğini, Âkif’in nazmının değil kendi heyecanlarının güzel olduğunu dile getirir. Tan gazetesine gönderilen bazı mektuplarda ise iş Âkif’e hakaret etmeye kadar varır. Tan, “fakat bize gönderilecek yazıları, neşredilebilmeleri için şahıslara hakaret ihtiva etmeyen lisanla yazılmaları şarttır” diyerek bunların gazetede yayımlanması uygun bulunmaz. Bu tarihten sonra gazetede Mehmet Âkif hakkında bir yazı yayımlanmaz. 9 İkincikanun tarihli sayıdaki soru-cevap kısmında bir okurun neden Mehmet Âkif hakkındaki neşriyatın devam etmediği sorusuna Tan gazetesi, gelen yazıların öncekilerle aynı fikirleri savunduğunu, okuyucuları benzer yazıları okumaktan kurtarmak için neşriyata nihayet verdiklerini söyler.

 

Âkif’e Neden Yer Bulunamadı?

 

Tan gazetesinde birkaç sayı süren bu tartışmaları genel olarak değerlendirecek olursak tartışmalarda Mehmet Âkif’e edebî açıdan bakılmak yerine daha çok ideolojik açıdan bakıldığı ve böyle olunca da onun şiirlerinin edebî değerinden ziyade savunduğu ideolojik görüşün ön planda tutulduğu görülür. Bu durumun arka planında Tan gazetesinin sol görüşlere dayalı yayın çizgisi ve Cumhuriyet inkılapları sonrası dönemin konjonktürü rol oynar. Nitekim Tan gazetesi Âkif’i inkılâp neslinin şairi görmez. Âkif’in şiirlerinde İslâm’ın, dinî tema ve kavramların kendisine yer bulması, 30’lu yılların milliyetçi-inkılâpçı ideolojisiyle ters düşmesine sebep olur. İnkılapların savunduğu görüşlere muhalif olanlara da onların görüşlerine de dönemin ortamında yer yoktur. Tan’daki haberlere dayanarak denilebilir ki Mehmet Âkif’in ölüm yıldönümünde gösterilen ilgi bir bakıma onun düşüncelerine gösterilen ilgi olarak yorumlanır. Böyle olunca da Cumhuriyet ideolojisinin henüz kök salmaya başladığı yıllarda Âkif’in şiirinin karşı cephede konumlandırılması kaçınılmazdır. Kaldı ki Cumhuriyet ideolojisiyle ters düşmeyen Tevfik Fikret, Ziya Gökalp hatta Ahmet Haşim gibi şairlerin Âkif’in karşısına bir değer olarak çıkarıldığı düşünülürse bu durumun doğruluğu ortaya çıkar. Mehmet Âkif, ölümünden sonra dahi dönemin ideolojisiyle uyuşturulamaz, uyuşturulmak istenmez. Bu ayrım, onun belli ideolojik alana hapsolmasına, sanatçı kişiliğine objektif olarak bakılamamasına sebep olur. 

 

Anıl Ersoy

 

Yitiksöz Sayı-20