8. Güzel Adam

 

İkisini de Pankreas Kanseri sebebiyle kaybettik...

 

Abdurrahman Cahit Zarifoğlu ile dost ve arkadaştı, ikisi de edebiyat dünyasının sayılı isimlerindendi...

 

1970 veya 71 yılında tanıştığımız ve her yıl Elbistan’a geldikçe görüştüğümüz N. Ahmet Özalp, eşine az rastladığım nazik, kibar, efendi, kimseyi kırmayan, itiraz ederken bile gayet sakin ve karşısındakini incitmemeye özen gösteren ender insanlardan biriydi.

 

Türkçe Öğretmenliğinden istifa ederek Mavera dergisinde bir araya gelen “7 Güzel Adam”ın bir toplanma ve haberleşme yeri aynı zamanda hareket merkezi olarak düşünerek oluşturdukları ve Ankara’da Kızılay’dan Ulusa giderken sağda, tamamen yer altında olan Zafer Çarşısı’nda bir dükkânda faaliyete başladıkları ŞENTÜRK KİTAP EVİNDE görev aldı. Burada satış dâhil ne gerekiyorsa yapıyordu.

 

22.2.1977 tarihinde Ankara’ya yolum düşünce ilk fırsatta Nuri Ahmet’i ziyarete gitmiştim. (Bu tarihi, Cahit Zarifoğlu Yedi Güzel Adam kitabının iç kapağına, üste “ARİF’E” altına “CAhit.” yazdıktan sonra atmıştı da ondan hatırlıyorum.) Hoşbeşten sonra yeni çıkan kitaplardan küçük bir koli doldurmuş, dükkânın bir köşesine koymuştuk.

 

O gün benim için çok verimli geçiyordu; zira önce Yahya Akengin uğramış, o gittikten bir saat kadar sonra Akif İnan ve yanında iki kişi ile gelmişti. İsimlerini bildiğimiz şiirlerini okuduğumuz insanlarla tanışmak mutluluk vermişti bana. Öğle sonrası olmuştu. Nuri Ahmet ile Zafer Çarşısı’nın Kızılay tarafının üst yanında bir lokantada karnımızı doyurduktan sonra dükkâna döndük.

 

Az sonra esmer, orta boylu, güzel bir pantolon ve kısa kollu gömlek giymiş, simsiyah saçları ve biraz uzunca favorisi dikkat çeken, bıyıksız biri girdi. Modern bir görünümü vardı. Doğruca küçük kasa/masasının arkasında duran Nuri Ahmet’in yanına varıp çenesinden bir makas alırken hâl hatır sordu. Sözleri bitince Nuri Ahmet bizi tanıştırdı. Onu ilk defa daha çok Mavera dergisi ile tanımıştık. Tanıdıkça şiirlerini, denemelerini, hikâyelerini ve çocuklara yazdığı hikâyeleri okudukça sevdik. Hangi dalda yazıyorsa ona farklı yaklaşımları ile dikkatimizi çekmişti. Tavizsiz yaşayışını, pervasız hareketlerini yakından tanıyan dostlarımızdan dinledikçe sevgisi daha büyümüştü yüreğimizde.

 

O ara ben bir sigara çıkartıp N. Ahmet’ten sonra ona da uzattım; aldı burnuna âdeta sürterek derince kokladı ve boyunun uzanabileceği en üst raflardan birine koydu. Koyarken de terk ettiğini bir daha içmemeye çalıştığını söyledi. Biz sigaralarımızı yaktık. O, N. Ahmet’e dönerek sabah evden çıkışını, arabasına binişini ve tam sokaklarından caddeye çıkarken arabasında frenin patladığını fark edişini, hiç durmadan/duramadan caddelerde, ışıklarda nasıl ilerlediğini, bir tamirci dükkânına kadar gidişini öyle bir anlattı ki âdeta sinemadaymışız ve Cahit Zarifoğlu’nun bu macerasını izliyormuşuz gibi gözümüzde ve zihnimizde canlandırdı.

 

Sonra köşede duran koliye baktı. Üzerindeki ismimi okuyunca benim olduğunu anladı ve sordu:

 

- Bu kadar kitabı okuyacak mısın?

 

- Elbette, okurum; okumayacak olsaydım almazdım.

 

Öyle dedim, ama şimdi bile hatırlıyorum ki o anda önce ve sonra aldığım ve bir oda dolusu kütüphanemdeki kitapların önemli bir kısmını okumadığımı düşündüm. Nitekim yıllan sonra biliyorum ki o kitapların da birkaçını hâlen okumamıştım.

 

Onun birçok kitabını ve şiirlerini okudum tabii ki. Hatta Mavera dergisinde genç şairler için hazırlanan sayfayı da yönetirdi. Orada gençlere yazdığı eleştiri ve öğütlerini bile okurdum.

 

Gidince özellikle giyiminden hareketle Nuri Ahmet’e serzenişte bulundum:

 

- Kendisini çok sevdim; ama hayalimdeki Cahit Zarifoğlu’ndan çok farklı biriymiş. Böyle modern görünümlü birini beklemiyordum.

 

Nuri Ahmet de çok şey anlatan şu cümleyi söyledi:

 

- O çantasında küçük bir seccade taşır ve ezanı duyduğunda uygun bir yer bulup serer, namazını eda eder.

 

O bir devrin gençlerine şiir ve edebiyatta öncü oldu, öncülerden biri oldu. Farklı bir edebiyat anlayışı, farklı bir okuma, anlama ve ifade etme becerisi kazandırmaya çalıştı.

 

7 Haziran 1987 eve geldiğimde eşim “Hani sık söz ettiğin, tanıştığınızı söylediğin Şair Cahit Zarifoğlu (1940/1987) vardı ya akşam haberlerde dinledim, vefat etmiş.” dedi. Çok üzülmüş saatlerce uyuyamamıştım.

 

N. Ahmet Özalp sonra İstanbul’a göçtü. Bir ara bir gazetede kültür köşesini yönetti, kitap tanıtımları yaptı. Kendini âdeta Osmanlıca yazılmış çok kıymetli eserleri bulmaya, bir kuyumcu titizliği ile gece gündüz çalışarak günümüz harflerine aktarmaya ve yayımlanmasını sağlamaya adadı. Düzinelerce eserin yayınlanmasını da sağladı. İnanıyorum ki üzerinde çalıştığı ve belki yayınlanma aşamasına getirdiği çok sayıda kitabı da vardır.

 

Vefatından önce yeni çıkan kitaplarımı göndermek için adres istemek amacıyla konuştuğumuzda “Yazlıkta olduğunu, ilk fırsatta kendisi de elinde olan veya temin ettiği kitaplarından göndereceğini (ki sonra göndermiştir), kütüphanesini İLESAM’a bağışladığını, bilgisayarına üç yüz bin kadar kitabın PDF’ini kaydettiğini, bu sebeple benden de kitap yerine ne kadar kitabım varsa hepsinin de PDF’lerini rica ettiğini...” söylemişti. PDF’si olanların tamamını göndermiştim.

 

Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet olsun.

 

Vefatından kısa süre iki kere konuştuk. İlkinde hastalığını öğrenmiş ve inanılmaz sarsılmıştım. Çoğu zaman dua ettim. İkincisi ise vefatından sekiz on gün önceydi. Arayıp birkaç kere çaldırdığım halde telefon açılmamıştı. Bir şekilde meşguldür diye düşünerek ısrar etmedim; ama az sonra kendisi aradı. Ses tonundan belliydi ki hiç takati yoktu. Konuşurken içim ezilmiş, gözlerim buğulanmıştı. Özür diliyordu:

 

- Arif kusura bakma, sürekli yataktayım. Tedavi görüyorum. Telefonla konuşacak kadar bile halim yok. Bu yüzden geç açtım...

 

Yine de aramıştı. Bu kadar nazik, kibar, hatırşinastı...

 

Anlamıştım... (1953-23 Eylül 2022)

 

Allah ikisine de rahmet eylesin. Ruhları şad, kabirleri nur, mekânları cennet olsun.

 

Arif Bilgin

 

Yitiksöz Sayı - 15