Acının Desibeli

 

"Müzik, duygularımızın en açık dilidir."

Emil Zeig

 

Acı yakınlığımıza göre duyulur.

 

İnsan, yirmi ile yirmi bin hertz arasındaki titreşimleri ses olarak algılar. Bir sesin var olabilmesi için ses kaynağı, iletken ortam ve işitmenin bir araya gelmesi gerekir. Bunlardan birinin eksikliğinde ses, olsa dahi, algılanmaz, yok sayılır. Örneğin yirmi bin hertzin üzerine çıkan bir sesi insan duyamaz: duyulmayan şey de onun için bir anlam taşımaz. Fakat bu durum, ifade edilen frekansların dışında seslerin olmadığı anlamına da gelmez.

 

Globalleşmeyle birlikte günümüzde dünyanın diğer ucundaki sesler duyulabilir. Bu anlamda medyayı, çıkardığı tiktakları her yöne eşit olarak yayan bir metronom gibi kabul edebiliriz. Yine de bazı sesler aynı gün ve (aynı) saatte her yerden duyulsa dahi farklı etkiler gösterir. Zira ses kaynağına uzaklık, ses dalgasının etkisini de azaltır. Ancak bahsedilen uzaklık, mesafe yani kilometre değil de gönül bağı bazında ele alındığında kilometrelerce uzaklıktaki bir feryadın kapımıza dayanıp gönlümüzü titretmesi olasıdır. Bazen de kulağınızın dibinde çığlık çığlığa kalanları duymak imkânsızdır. Öyle ki yerin yarılışı, göğün gürüldeyişi, binanın yıkılışı duyulurken aynı anda bir annenin haykırışı, bir çocuğun ağlayışı işitilmeyebilir.

 

Sesin zaman içinde kaybolmadığına, uzay boşluğunda da olmadığımıza göre öyle ya binanın yıkılışını, yerin yarılırken çıkardığı sesleri duymuştukvarlığını kanıtlayan bu seslerin nereye gittiği sorusu akla gelir.

 

Varlığını kanıtlamıştır çünkü işitme aralığındadır; ses yalnızca hava, su ve katı cisimlerin olmadığı bir ortamda duyulmaz yani uzayda ya da bir gönlün dış kapısının dış mandalında. Öyleyse insanın çıkardığı seste bir sorun olmalı. Veyahut kederin sesinin yayılmasında bir eşitsizlik bulunmalı. O zaman acılar ortak değildir; acının titreşimi yanındakine etki ettiği kadar yayılır demek yanlış olmaz: Etkisi yoksa uzaya; varsa yerin yedi kat dibine bir yolculuk... Demek ki fiziken olmasa da duygusal olarak fezaya gitmemiş tek bir insan yoktur hayatta. (Cehennem'e de tabii ki ama oraya gitmek için roketler üretmez insan.) Bulunduğumuz konuma göre bazen uzaya, bazen cehenneme yolculuk eder dururuz. Afrika’da yaşananlar, Çin'in Uygur Türklerine yaptığı katliamlar; insanlığın doğduğu varsayılan topraklarda meydana gelen, Mezopotamya'nın kalbini delen depremler, zelzeleler...

 

Dünyaya kuş bakışı baktığımızda seyyar bir Cehennem görürüz üzerimizde gezinen. Belki de bu yüzden acı eşiğini belirtmek zorunda kalırız (ebediyen). Cehennemimize sınırlar çizip çitler çeker, çitimizin dışında kalan sesleri yok sayarak sanal bir cennet hayali varsayarak hayata katlanma yöntemleri geliştiririz. Hadi diyelim sınır dışında bırakmak zorunda kaldığımız acılar için haklı sebeplerimiz var. Sınırı aşmayan feryatlara nasıl bir bahanemiz var? Mesafe uzak, gönül bağımız yok diyelim; gözümüz kör, kulaklarımız sağır diyelim yine de olmuşları, olmakta olanları yok sayabilmek bütün insani hislerden sıyrılmayı gerektirir.

 

Müzik, duyguları derinden ifade etme ihtiyacından doğmuştur. Seslerin bilinçli olarak ritim, tonalite, dinamik ve ahenk unsurları göz önünde bulundurularak bir araya getirilmesiyle müzik yapılır/ üretilir. Ancak plansız, bilinçsizce oluşan, kayıt altına alınmayan, aynı şekilde tekrarlanması mümkün olmayan bir müzik yapma türü daha vardır: Acıyla haykırış (haykırma). Kazazedeleri kurtarmak için seslenenlerin; kurtarılmak için var gücüyle dua edenlerin; belki cılız bir ses duyulur umuduyla susanların verdiği eslerle bir haykırış senfonisi bestelenip çalınır. Tam umut kesilmişken kurtarılan bir bebeğin sevinci, yavrusunun enkaz altından uzanan cansız elini tutan bir babanın çaresizliğiyle de harmanlanır. Bu, kederin sesi sarıp azgın dalgalar hâlinde yayılmasının müziğidir. Yine de bu senfoniyi duymuyor, yıkılmış evleri o acı senin, bu acı benim; tek tek, yürek yürek televizyonun başından bile dolaşamıyorsak, tarihi soranlara "Bugün günlerden ölüm" diyemezken uzaya yolculukta hâlâ ısrarlıysak o zaman hesaba katılması gereken bir sorunun varlığını da unutmamakta fayda var. Bir gün arka koltuktan bir ses omzumuza dokunup soracaktır: Şuradan kırk altı bin kişilik vicdan uzatır mısınız!

 

Zümra Ufuk

 

Yitiksöz Sayı - 16