Aforizmalar/Sloganlar/Markalar

 

Yeryüzünde karşı çıkılmayacak, karşı delil öne sürülemeyecek hiçbir düşünce, hiçbir yargı yoktur dersek, abartılı bir cümle mi kurmuş oluruz? Denilebilir ki her söze, her yargı cümlesine, her söyleme bir itiraz geliştirilebilir. Zira çağdaş insan, aklından razı, malından razı değildir. Başka bir deyişle benim aklım bana yeter, aklım çok, ama malım az demektedir. Her düşünce, neden doğru ve yanlış olduğu hakkında bir açıklama bekleyebilir. Hakikat ise bu farklı görüşler ve paradokslar arasında saklıdır.

 

Aforizmalar, sloganlar, mottolar, özdeyişler kesin bir yargıyı dile getirmek için kurulmuş cümlelerdir. Aforizma (aphorisme); eski Yunanca’da tanımlamak, sınırlamak anlamlarına geliyor. Aforizma, az sözle bir ilkeyi özetleyen cümle anlamında kullanılıyor. ‘Özdeyiş’ şeklinde bir karşılığı da var bu sözcüğün. ‘Aylaklık, bütün kusurların anasıdır.’ ya da ‘cimrilik, bütün kusurların anasıdır…’ sözceleri birer aforizmadır, özdeyiştir. Sokrat’ın, Hipokrat’ın, Epiktetos’un, Schopenhauer’ın, Nietzscehe’nin, Diyojen’in, Mevlana’nın, Yunus’un, Muhyiddin-i Arabi’nin… aforizmaları, özdeyişleri vardır. Bu bireysel aforizmaların bir düşünce değeri vardır. İnsan, düşünebilmesi ile, tefekkür etmesi ile diğer yaratıklardan ayrılır. İnsan sadece beyni ile değil, kalbiyle de düşünür; kalbinden gelen aforizmalar da üretir. Pascal, ‘kalbin, kendine özgü gerekçeleri vardır, akıl bunu hiçbir zaman anlayamaz’ der. Tefekkür, kalp ile anlamı araştırmaktır, hakikatin peşinde koşmaktır. Bu bağlamda düşünüldüğünde, aforizmalar, doğru veya yanlış, bir düşüncenin, sancılı bir beynin veya kalbin ürünüdür.

 

Bir aforizmanın ürettiği anlama herkesin katılması beklenmez, herkesin bu anlamı onaylaması da istenmez. Ama aforizmalar insanı düşündürür. Bu sözler çoğu zaman bir yaşanmışlıktan, bir derin düşünceden doğar. Aforizmalar siyasal, ekonomik, yazınsal, kişisel de olabilir. Çoğu zaman aforizmaların üreticisi, yazarı bellidir. Slogan ise bir naradır, savaş narasıdır, çoğunlukla anonimdir: Müslüman Türkiye, Bağımsız Türkiye… Bir aforizma, bir slogan bütün tartışmaları bir anda bitirebildiği gibi yeni tartışmalar da doğurabilir, düşündürebilir, bir yanlışa, bir doğruya dikkat çekebilir. Yanlış veya doğru bir yola sürükleyebilir. Dünya, insanın anlamlandırma yetisine, birikimine, becerisine göre bir anlam kazanacaktır.

 

Sanat ve edebiyat dünyasında da üretilen aforizmalar vardır. Sözgelimi, Üç İstanbul romanında şöyle bir yazınsal aforizma var: Osmanlı’nın son yıllarında bizim büyükelçimiz İngiliz büyükelçisinden 500 lira borç ister. İngiliz büyükelçi ‘yok’ der. Romanda anlatıcı/yazar şöyle der: “Osmanlı 600 senelik sakalıyla dileniyordu.” Bu aforizmanın özlü, kısaca, veciz bir şekilde anlattığı gerçekliği, yüzlerce sayfadan oluşan bir iktisat kitabı anlatamaz. Sodom Gomore’de, İngiliz subay, Necdet’ten başındaki fesi çıkarmasını ister. Necdet sorar: Nereden alıyor bu gücü bu İngiliz? Verilen yanıt şudur: ‘Bu güç, hâkim’ olmanın gücüdür.’ Hiçbir tarihsel açıklama bu aforizma kadar bir gerçekliği kısaca, özlü şekilde, açıkça ortaya koyamaz. İnsan mahkûm olursa, bir başkası onun ceketini de alabilirler, fesini de çıkartabilirler. Sezai Karakoç’un şu özdeyişini de herkes bilir: “Üç tip insandan uzak durun: Osmanlı’ya düşman olanlardan, tasavvufa karşı olanlardan, Irkçılık yapanlardan.” Necip Fazıl ‘kendini dünyalar kadar değerli zannedenlere bir not: Dünya beş para etmiyor’ diyerek dünyanın anlamını açıklar. ‘Boynumuz ağrıdı Batı’ya bakmaktan’ sözcesi de Nuri Pakdil’in bir aforizmasıdır. Bu aforizma da bir gerçekliği vurgular ve son dönem tarihimizi dört sözcükle özetler. Bu üç aydınımızın aforizmaları, olasılık bildiren cümlelerden oluşmaz, kesin bir yargıyı dile getirirler.

 

‘Gölge etme başka ihsan istemem’ sözü de Diyojen’in bir aforizmasıdır. Hipokrat da deneyimleri sonucunda özlü sözler, aforizmalar üretir: “Yaşam kısadır, sanat uzun, fırsat gelip geçici, tecrübe güvenilmez, kararsa zor.” Hipokrat’ın ‘Yemin’inde de şöyle aforizmalar vardır: ‘Vermem istense bile kimseye ne ölümcül bir ilaç vereceğim ne de bu yönde bir tavsiyede bulunacağım.’ ‘Hiçbir kadına çocuk düşürmeye yarayan bir ilaç vermeyeceğim.’ “Ahlaksızlıktan, özellikle de ister özgür olsun ister köle, kadın ve erkeklerin bedenlerine şehvetle yaklaşmaktan sakınacağım…” Bu aforizmalar tıp dünyasında bugün de ezbere bilinen ve bir hakikati dillendiren aforizmalardır.

 

Bir metnin, bir söylemin doğru anlamlandırılması hiç şüphesiz önemli bir çabayı gerektirir. İnsanlar okumaktan daha çok görüntüleri izliyor, kısa sloganları, markaları, özdeyişleri belleklerine yerleştiriyorlar, onlara göre yaşamlarını şekillendiriyorlar. Sanal dünyayı yönetenler aforizmalarla, mottolarla, sloganlarla, kalıp sözlerle, herkesin doğru diye kabullendiği çağdaş hurafelerle, yanlışlar/ yalanlarla insanları yönetiyorlar, üretim ve tüketim ilişkilerini, belirliyorlar.

 

Aforizma kavramının mecazi olarak ‘tartışma götürecek söz’ anlamı da var. Özdeyişler, aforizmalar bir ucundan tutulup çok farklı yorumlara da açıktır. Aforizmalar siyasal, yazınsal, ekonomik, kişisel, dinsel de olabilir. ‘Edep sahibi, yediği tokadın sahibini aramaz, nedenini arar.’ der Mevlâna. ‘Hoş gör ki hoş görülesin.’ denilir Allah Resul’ünün bir hadisinde. Bu tür özlü sözler, üzerinde düşünülmesi gereken özdeyişlerdir ve bir hakikati içerirler. Ne var ki bu özdeyişler, aynı zamanda, isteyenin istediği şekilde kullanabileceği sözcelerdir. Bu tür sözcelere, bağlamından koparılıp çok farklı anlamlar verilebilir. Her şeyi hoş göremezsiniz. Yenilen tokadın nedenini de bilmek gerekir, bir daha tokat yememek için. Hoş görmek, kendimize yapılmasını istemediğimiz bir davranışı başkasına yapmamaktır. Hoş görmek davranışlarla ilgilidir. İnsan hor da görür, hoş da görür. Hor görmenin de hoş görmenin de bir ilkesi olmalıdır. Haramlar hor görülmelidir. Haram işleyene merhametle dua edilmelidir, onun ıslahına gidecek şekilde davranılmalıdır.

 

Markalarla özdeşleştirilen sloganik sözler de topluma yön veren, topluma neler tüketmesi/üretmesi gerektiğini öğreten, öğütleyen, dayatan özsözlerdir: “Hay Maşallah! Algida Maraş Usulü dondurma! Maraş dondurma, Algida dondurma!” Algida ile Maraş dondurmasını ilişkilendirmek ne kadar doğrudur? Algida İngiliz markasıdır, Unilever firmasıdır, Maraş Anadolu’dur, yerlidir. “Kirlenmek güzeldir! Omo!” Omo da Unilever firmasının ürünüdür. Ama kirlenen çocuk, çok sevimlidir. Öyleyse Omo da güzeldir, sevimlidir… Aslında kirlenen, insanımızın düşünce dünyasıdır. Aforizmalar da bir bakışın, bir dünya görüşünün süzgecinden geçirilerek insanlığa sunulan özsözlerdir.

 

Birçok paradoksu içinde barındıran bu aforizmalardan biri ‘ihtiyaçlar sınırsızdır.’ diyen yargı cümlesidir. Çağdaş insan bu aforizmayı yineler durur. İşin daha da kötüsü bunu hakikat zanneder, Yeni olanı mutlak güzel, Eski olanı mutlak kötü olarak kabul edip genellemelere yönelir. Bu aforizma, anamalcılığın çıkış noktasını gösteren bir yargı cümlesidir. Bunun peşinden de görsel ve sosyal medyada çok çalışma önerilir. Ne var ki her çok çalışanın niçin çalıştığı sorgulanmaz. Çok çalışma önerisinin altında yatan temel görüş, dünyadan kâm almak, her türlü hazzı tatmaktır. Anamalcı anlayışın mimarlarından A. Smith de ‘insan hırslı olmalıdır, çok çalışmalıdır.’ der. Reformculardan J. Calvin de insana sürekli hırsı, çalışmayı önerir. Bu anlayışta en çok çalışan, en çok kazanan en dindar kişidir. Hırs, insanın, bütün çıkarı kendine tahsis etmesidir. Başka bir deyişle hırs, ‘her şey benim olsun’ diyen bir duygu durumudur. Haset ise ‘bende yok, başkasında da olmasın’ demektir. İslam uygarlığının ise ‘hırstan kapitalizm doğdu’, ‘hasetten sosyalizm’ diyen bir özdeyişi, bir aforizması vardır. İnsanlığa ‘çalış ama hırslı olma, azimli ol.’ diyen bir yaşam biçimi önerir.

 

Osmanlı Devleti’nin yıkılış nedeninin, çok kısaca söylersek ‘tembellik’ olduğu yıllardır yinelenir durur. Çalışmak, çok kazanmak, kutsal bir edim olarak ortaya konulur. Bu anlayışı doğrulamak için de dinsel aforizmalar, kanıtlar ileri sürülür: ‘Kazanan, Allah’ın sevgilisidir.’; ‘iki günü birbirine denk olan bizden değildir.’; ‘Allah boş duranı sevmez.’; ‘insan için çalıştığından başkası yoktur.’; ‘alın teri kutsaldır…’ Bu aforizmaların elbette vurguladığı bir gerçeklik vardır. Ama Osmanlı’nın yıkılışını sadece az çalışmaya indirgemek ucuzculuk olacaktır. Ne uğruna çalışıldığı, niçin ter akıtılması gerektiği ıskalanırsa çalışmanın anlamı, kalkınma, ilerleme… kavramları da anlamını yitirecektir. Unutmamak gerekir ki çalışmanın değeri, belirlenen hedefe göre ölçülür. İnsan, kötü yolda, yanlış bir hedef peşinde de çok çalışabilir. Emeller, Hakk’ın katında şeref kazanmaya bağlanırsa çalışmak kutsal bir edim hâline gelebilir ancak. ‘Bir lokma bir hırka’ aforizması ise çalışmamayı değil, dünyayı, hazzı, tüketimi gözde çok büyütmemek gerektiğini ifade eder. Bu aforizma, sadece tensel hazlar için dünyayı yüceltmenin doğru olmadığını, helalden kazanmanın önemli olduğunu vurgulayan bir aforizmadır.

 

F. Nietzsche’nin sorunu ‘insan’ı, ‘üst insan’ı, insanın ve evrenin anlamını açıklamaktır. Nietzsche, alçak sesle konuşarak, sessizce düşünerek kendi kimlik sorununu çözmeye çalışır. Nietzsche ‘yüksek sesle konuşanlar ince konuları düşünemez. Sürekli bağırıp çağıranlar, sessiz insanları anlayamaz.’ der. Bu sözce de Nietzsche’nin aforizmasıdır. Hazreti Ebu Bekir ise dünyanın anlamını izah etmiş, kimlik sorunu olmayan bir kişiliktir. O bilir ve inanır ki her şeyi Allah yaratmıştır, kendisi de o Allah’ın kuludur. Dünyanın anlamı budur. İrfana, bu içsel bilgiye dayanarak insanın ve toplumun huzuru için konuşur: ‘Mal cimrilerde, silah korkaklarda, karar verme yetkisi zayıflarda olursa, işler bozulur!’ ‘Dağ başında bir çöp olsaydım da azap korkusunu duymasaydım’ der.

 

İktisat sözcüğü, eski Osmanlıca sözlüklerde yoktur. 1870'li yıllarda Fransızcadan dilimize giren ekonomi (économie) sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmıştır. Ekonomi (économie), ev idaresi/ev yönetimi demektir. Ekonomi Fransızca sözlüklerde malların üretimi, tüketimi dağıtımıyla ilgili etkinlik olarak tanımlanır. İktisat kavramı, ekonomi kavramının karşılığı olarak kullanılıyor. İktisat kavramı, ekonomi kavramından daha geniş bir anlam eksenine sahiptir. İktisat, kasıt, maksat, kaside, suikast... aynı kökten türetilmiş sözcüklerdir. İktisat, sözlüklerde ‘mutedil olmayı, orta yolu tutmayı, adaletle hükmetmeyi, ifrat ve tefritten sakınmayı, doğru olanı hedefe koymayı’ ifade eden bir sözcüktür. İktisat; ‘yönelmek, hedeflemek, orta yolu bulmak, adaletle hükmetmek, düzgün bir şekilde yürümek’ anlamlarını içerir. Maksat; kasıt, amaç, hedef demektir. Kaside; din ve devlet büyüklerini övmek kastıyla yazılan şiir demektir. Suikast, kötüye, kötülüğe yöneliş demektir. Türkçemizde şöyle bir aforizma, bir özdeyiş de vardır: ‘İktisat maişetin yarısıdır.’ Bu söz cimriliği değil, yerli yerinde harcamayı ifade eder. İktisat, ‘yolun düzgün olması’, ‘mutlak anlamda övgüye değer olan’ demektir. Anamalcı düşüncede ‘aşk’ kavramı bile ekonomi ile ilgilidir: Mutluluk, paraya sahip olmakla ilgilidir. Anamalcılık aşkı öldürür. Anamalcı anlayışta aşk yoktur, metres vardır, kapatmalar vardır. Anamalcılığın olduğu yerde iktisat yoktur ekonomi vardır.

 

Sevda sözcüğü de aşk sözcüğünün yerini tutmaz. Sevda sözcüğünde ‘siyah’, ‘melankoli’… anlamları vardır. Aşk sözcüğünde ise sarmaşık anlamı vardır. İnsan parayı, malı çok sevebilir, bunlara sevdalanabilir. Ne var ki mal’a âşık olunmaz. Aşk, aklın, çıkarın sınırları dışında gelişen, büyüyen duygusal bir durumdur. Aşk; tenperverlik, iki birey arasındaki tensel ilişkiden çok daha farklı bir kavramdır. Aşk, kendisini bir başkasında gerçekleştirmektir; özveridir, ‘ben değil sen’ demektir, Leyla’yı her şeye rağmen öne çıkarmaktır. Anamalcı anlayış ve ekonomi ise akılcıdır, rasyoneldir, bencildir, kişisel çıkarı ve refahı önceler. Anamalcı anlayış duyguların yaşanmasına izin vermez. Sözgelimi istediğiniz gibi cömert olamazsınız, istediğiniz gibi sevemezsiniz veremezsiniz. A. Rimbaud’nun da şöyle bir isyanı var çalışmaya ve mücevherlere: “Yeniden keşfedilmelidir aşk, bu bilinen bir şey. (…) Kesinlikle mücevher gösterme bana. Kana bulamak isterdim zenginliğimi tepeden tırnağa, çalışmayacağım asla.”

 

İhtiyaçlar sınırsızdır diyen anamalcı aforizma, insanın kötü yanını açığa çıkaran bir aforizmadır. İnsanın istekleri bitmez, buna bağlı olarak sıfırdan ihtiyaç üretir insan. Schopenhauer ve Maupassant insanın bu damarını yakından tanırlar yazarlar. Birçok yazınsal ürün insanın genlerinde var olan istemek kipliğinden hareketle üretilmiştir. Doyumsuz istek ve arzularla insan bedeni çatışır. İnsan, elde etmek ister, her malın, her varlığın daha çoğunu ister, elde edemez, mutsuz olur; elde eder, tattığı hazzın daha fazlasının peşine düşer. “İstemek; insani mutsuzluğun kaynağıdır, istemek (…) tatmin olmamış bir arzuyu döller, acının kaynağı olan mahrum olmanın etkisiyle üzüntü ve bıkkınlık üretir.”2 Ahiretle bağlantı kurabilmiş, işiyle meşgul mutlu insanlar topluluğu insanlığa huzur getirebilir ancak.

 

Bir Yol adlı hikâyesinde A. Hamdi Tanpınar’ın şöyle bir aforizması var: “Hayat oyununu en büyük ciddiyetle oynamaya hazırlandığım bir anda geçmiş yıllar karşıma dikiliyor ve benden hesabını soruyordu. Ömrünü, ömrünü ne yaptın?”

 

Bu soru’nun yanıtı dünyayı anlamlandıracaktır. İnsan emel peşinde, ecel insan peşindedir. Her uygarlık kendi özdeyişlerini, aforizmalarını üretir. Önemli olan bizi hangi aforizmaların, özdeyişlerin, sloganların yönettiğinin bilincinde olmaktır.

 

Hilmi Uçan

 

Yitiksöz Sayı - 7