Ali Haydar Haksal’ın Batı Edebiyatındaki Din ve İslam Algısını Yoklama Çabaları

 

Ali Haydar Haksal uzun süredir, Batı edebiyatında İslam medeniyeti birikiminin izlerini sürme çabasındadır. Bu bağlamdaki yazılarının bir kısmını önce Doğu Büyüsü Ah Kudüs1 adıyla kitaplaştırmıştı. Geçtiğimiz yıl bu bağlamda iki kitap daha yayımladı: Doğu Işığı I Endülüs, İspanya, Girit2 ve Doğu Işığı II Rusya3 . Bildiğimiz kadarıyla bu birikime iki cilt daha ilave edilecek.

 

Medeniyetler birbirlerini etkiler. Dolayısıyla bir medeniyet dairesi içinde bulunan düşünür ve sanatçılar da karşı medeniyetin birikiminden etkilenir ve onun verimlerini eserlerinde kullanırlar. Son iki yüzyıldır Batı medeniyeti bütün dünyada bir üstünlük sağlamış durumda. Sömürge dönemini yaşamış toplumlar açısından bu egemenlik beş yüzyıllık sürelere kadar uzanmakta. Batı karşısında ekonomik ve askeri olarak zayıf durumda olan toplumlar kültür ve düşünce olarak da Batı’nın kalıplarını aynen kopya etme teslimiyet ve kolaycılığına kapılmakta. Neredeyse bütün dünyada tarihi algılama biçimi, Batı’nın kendi deneyiminden çıkardığı şablona göre şekillenmiş durumda. Bütün ülkelerde Dünya haritası Avrupa merkezli olarak çizilmekte, felsefe Antik Yunan’dan başlatılmakta. Oysa ayağa kalkmanın birinci şartı, kendi medeniyet birikimimizin farkına varmaktır. Ali Haydar Haksal Doğu Işığı serisinde, kendi yerinden emin olarak Batı edebiyatındaki din ve İslam algılarını sorgulamaktadır. Cervantes ve Goytisolo hariç tutulursa incelenen yazarların hemen hepsi 19. yüzyılda yaşamış romancılardır. Bu nedenle, Haksal’ın çalışmasının içeriğini, 19. yüzyılda Batı romanında din ve İslam algısı olarak sınırlamak mümkün görünmektedir.

 

Ali Haydar Haksal, içerik analizi yöntemiyle gerçekleştirdiği çalışmasında yazarın eserlerindeki din ve İslam etkisini, yazarın hayatı ile paralel olarak değerlendirmektedir. Haksal’ın bu üç kitapta genişçe incelediği romancılar, Cervantes, Andre Gide, Oscar Wilde, Kazancakis, Dostoyevski ve Tolstoy ve Goytisolo olarak sıralanabilir. Goytisolo, 20. yüzyıl yazarıdır.

 

Bilindiği üzere, 17. yüzyılda yaşamış İspanyol yazar Cervantes’in Don Kişot’u dünyada romanın ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Cervantes, Don Kişot’un girişinde, bu eseri, yakılmış kitaplar arasında bulduğunu, eserin gerçek yazarının Mağripli İbn-i Serrac olduğunu belirtmektedir. Birçok eserde yazarlar buna benzer kurgular yapmaktadır. Dolayısıyla sadece böyle bir kurgudan yola çıkarak yazarın beyanını gerçek kabul etmek mümkün değildir. Ancak Haksal, konuyu Cervantes’in hayatıyla birlikte incelemiş, Don Kişot’tan sonra yazılan Örnek Alınacak Hikayeler’in önsözünde, yazarın “bu benim ilk eserimdir” açıklamasını de delil kabul ederek, Don Kişot’un bir Arap yazarın eseri olduğu beyanın gerçek olma ihtimalini yüksek olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Haksal’a göre, Cervantes, beyan ettiği gibi bir malzeme bulmuş, bunu işleyerek Don Kişot’u ortaya çıkarmıştır.

 

Cervantes, esir olarak bir süre İstanbul’da kalmış, bu vesile ile Osmanlı ve Müslümanları yakından tanıma fırsatını bulmuştur. Örnek Alınacak Hikayeler yazarın İstanbul hayatından önemli izler taşımaktadır. Hem iyi bir Hristiyan hem de Müslümanlar tarafından esir alınmış olmanın etkisiyle olsa gerek Cervantes’in, İslam ve Müslümanlara karşı nefret dolu bir yaklaşımının olduğu görülmektedir. 

 

Haksal’ın İspanya’dan ele aldığı ikinci yazar, 20. yüzyıl romancısı Juan Goytisolo’dur. Sekiz yüz yıllık Endülüs medeniyeti, her ne kadar insanlarıyla, kitaplarıyla hatta taşıyla, toprağıyla yok edilmiş olsa da bu büyük birikimin etkileri zaman içinde bir şekilde ortaya çıkıyor. Birçok İspanyol aydınında bu etkileri görmek mümkün. Güncel olarak İspanya’nın, Gazze konusunda verdiği tepki dikkat çekici. Bir şekilde kendisini Avrupa’dan ayrı tutma çabasında. Endülüs ruhu, derinden derine kendini hissettiriyor.

 

Goytisolo, 20. yüzyılda çeşitli uçlara gidip gelmiş bir yazar. Bir ara, Batıcılığın sahte alternatifi olan Marksizmin peşine düşmüş. Yolun sonunda, ulaşmak istediği yerin burası olmadığını idrak etmiş. Müslüman olamasa da kendini en huzurlu hissettiği yer Müslümanların arası. Bu nedenle 86 yıllık ömrünün son 20 yılını Fas’ta Marakeş’ te Müslümanların arasında geçirmiş.

 

Haksal, Fransız romancı Andre Gide ile İrlanda asıllı İngiliz romancı Oscar Wilde’ı karşılaştırmalı olarak değerlendiriyor. İki yazarın da ortak yönleri, kurumsal Hristiyanlık inancı ve uygulamasını kuşkuyla karşılamaları. Hristiyanlığın ortaya koyduğu teslis inancı iki yazarı da tatmin etmiyor. Arayış içindeler. Tanrı kavramları yer yer, tevhide, İslam inancına yaklaşıyor. Haksal, yazarların bu anlayışa gelmelerini İslam düşünürlerinin eserleri ile ilişki kurmuş olmalarına bağlıyor. Andre Gide Türkiye’yi de ziyaret ederek bir ay kadar Bursa’da yaşamış, Müslümanları yakından tanıma fırsatını da bulmuştur.

 

Bulundukları şartlarda tutum ve arayışlarını daha ileri götürme cesaretini gösteremiyorlar. Andre Gide, her ne kadar okuyucu ve eleştirmenler ilgi göstermese de Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler kitaplarını çağrıştırdığı tevhid etkisini dengelemek için Vatikan’ın Zindanları ve Dar Kapı kitaplarını yazıyor. Kilisenin etkisinden kendisini böylelikle kurtarabileceğini varsayıyor. Bu kitapların etkisi midir, kestirmek zor olsa da Oscar Wilde’in akıbetine bakınca canını kurtarmış olduğu söylenebilir.

 

Oscar Wilde, edebiyat tarihinde kader konusunu derinlemesine sorgulayan sanatçılardan birisi. Dorian Greyin Portresi, iç içe geçmiş olay örgüsü, örtü altında sakladığı sürpriz açılımlarıyla okuyucuyu derinden etkileyen bir eser. Hem Andre Gide hem de Oscar Wilde aykırı cinsel eğilime sahipler. Bu eğiliminden dolayı Wilde hapisle cezalandırıyor ve orda sefalet içinde ölüyor. Her ne kadar o dönemde İngiltere’de bu tür bir fiilin cezası idam olsa da bu fiili işleyip de cezalandırılmayan çok sayıda örnek de var. Nitekim Wilde’in bu fiili Saray’dan bir prensle ifa ettiği bilgisi var. Haksal, Wilde’in bu kadar sert cezalandırılmasını, eserlerinde İngiliz tipini kötü bir karakter olarak öne çıkarmasına ve Tanrı anlayışının kurumsal Hristiyanlık anlayışından farklı olmasına bağlamaktadır.

 

Kazancakis, Yunan vatandaşı, ancak ona asıl kimliğini veren Giritli olması. Çocukluğunda Müslümanlarla komşuluk yapmış. Babasının, eğitim aşamasında çocuğunu Katolik papazlara kaptırmamak için özel gayreti var. Kazancakis sorgulayan bir zekâ. Tanrı ve din üzerine de tefekkür ediyor. Hz. İsa’yı anlattığı Günaha Son Çağrı romanı Kilise tarafından aforoz ediliyor. Diğer birçok Batılı aydın gibi o da kurumsal Hristiyanlık yapısını sorgulasa da bir adım daha öteye gitme cesaretini gösteremiyor.

 

Cervantes’ten sonra bu seride en ayrıntılı incelenen iki isim Rus romancılar Dostoyevski ve Tolstoy. Çeviri, kendine mahsus problemleri de olan bir alan. Çevirmen, çok yetkin olsa da her zaman yazarın söylemek istediğini tam olarak aktaramayabilir. İki dilin imkânları farklıdır. Bu tespit şiir çevirileri için özellikle geçerli. Romanlarda da bazen şiir katına yakın ifadeler için benzer problemlerle karşılaşmak mümkün, okuyucu açısından anlaşılabilir bir durum. Ancak çevirmenin orijinal esere sansür uygulayarak bazı paragraf ya da cümleleri çıkarması ise kabul edilemez bir durum. Diyelim ki, çevrilmesi hâlinde bazı müeyyidelerle karşılaşılacağı düşünülüyorsa bu bile anlaşılabilir bir durumdur, eğer böyle bir uygulamaya gerek duymuşsa çevirmenin gerekçesini dipnot olarak açıklaması gerekir. Ali Haydar Haksal’ın incelemesinden Dostoyevski gibi dünya çapında bilinen bir yazarı yıllarca sansürlü olarak okuduğumuzu öğrenmiş bulunuyoruz. Son dönemde yapılan çevirilerde Türkiye İş Bankası Yayınları artık bu sansürün kaldırıldığını duyurmaktadır. Peki yıllarca Dostoyevski’nin eserleri, sadece romanları değil, günlükleri de niçin sansürlenerek yayımlandı? Buna Türkiye’de yasal bir engel mi vardı? Hayır, böyle bir engel yoktu. Yapılan işlem, tamamen bir imaj inşası ile ilgili. Dostoyevski’nin büyük bir romancı olduğu tartışmasız bir gerçek. Bir yazara büyüklük sıfatını atfetmek için onun bütün görüşlerine katılmak gibi bir zorunluluğumuz da yok. Ancak şu ya da bu gerekçe ile çevirmenin, yayınevinin, hiçbir açıklama yapmadan bir yazara sansür uygulaması okura karşı büyük bir saygısızlık. Daha önce sansürlenen bölümlerden anlaşıyor ki, Dostoyevski Türkler ve Müslümanlar konusunda çok da iyi kanaatlere sahip değil. Bir Ortodoks ve Rus milliyetçisi olarak İstanbul’un fethedilmesi gibi bir arzu ve ideali var. Bunlar niçin okurdan gizlenir? Herhalde bulunabilecek en makul gerekçe olumlu Dostoyevski imajının zarar görebileceği ve dolayısıyla satışların da bundan etkileneceği varsayımı olabilir.

 

Haksal’ın kitabında ayrıntılı olarak tartıştığı sansür uygulaması, özgüveni düşük bir entelektüel profilini yansıtması açısından üzerinde genişçe durulması gereken bir durum. Bunun sadece Dostoyevski’ye mahsus olmadığı da açık. En çok bilinen örnek Exupery’nin Küçük Prens romanı. O romanın bazı cümleleri de Türk okuyucusu için sakıncalı bulunarak yayınevleri tarafından kitaptan çıkarılmıştı. Ali Haydar Haksal’ın Dostoyevski için yaptığı incelemenin başka yazarlar için de yapılması ve bunu yapan zihni yapının açığa çıkarılması Türk edebiyatı ve düşüncesine önemli bir katkı olacaktır.

 

Dostoyevski, hapishaneye girmeden önce bir nihilisttir. Hapishanede kardeşinden kendisine İncil’in Slav baskısıyla birlikte Fransızca çevirisine de göndermesini ister. Müslümanlarla da hapishanede karşılaşır ve onlarla dostluk kurar. Kafkas bölgesinden gelmiş üç kardeş. Dostoyevski özellikle en küçük kardeş olan Çerkez Ali ile dostluğunu derinleştirir. Ona Rusça öğretir. Bu karşılaşmada Dostoyevski Müslüman ahlakına ve anlayışına hayranlık duyar. Ali Haydar Haksal, Dostoyevski’nin romanları ve günlüklerinde bu karşılaşmanın izlerini sürmektedir. Dostoyevski hapishanede iken Kur’an da okur.

 

Hapisten çıktıktan sonra artık o çok koyu bir Ortodoks ve Rus milliyetçisidir. Hayatını altüst eden kumar tutkusuna rağmen o, ömür boyu Ortodoksluğa bağlılığını koruyacaktır. İleride Tolstoy’u din tutumunda Ortodoksluktan uzaklaştığı ve yeterince milliyetçi olmadığı gerekçesiyle eleştirecektir. 

 

Tolstoy, Dostoyevski’ye göre daha sancılı bir hakikat arayıcısıdır. Tolstoy, Kilise’nin, İsa’nın getirdiği dinin özünü bozduğu, kendine göre bir Kilise dini icat ettiği kanaatindedir. O, halkın yaşadığı dinin saf din olduğu görüşünü taşır. Kendi çabasıyla İsa’nın dininin özünü anlamaya çabalar. Kilise'yi saf dinin önünde büyük bir engel olarak görür ve bu nedenle Kilise'ye karşı savaş açar. Tolstoy, Dostoyevski’den farklı olarak din anlayışını yayma konusunda büyük gayret içine girer, bu konuda çok sayıda kitap yazar. Etrafında kendi görüşünü benimseyenlerden bir halka oluşur. Tolstoy’un Kilise ve din hakkındaki görüşleri ve bu görüşlerini yayma çabaları Kilise'yi rahatsız eder. Aforoz edilir ve eserleri yasaklanır.

 

Tolstoy, Dostoyevski’ye göre Müslümanları daha yakından tanır. Hacı Murat romanında Müslüman tiplerini ustalıkla tasvir eder. Haksal, Tolstoy’un diğer eserlerinde de İslam’a ve Müslümanlara ilgisinin izlerini sürer.

 

Tolstoy’un eserleriyle hayatı arasında büyük paralellik bulunmaktadır. Savaş ve Barış’ta ortaya koyduğu trajedi ve sorgulamaların kendi hayatında da izlerini bulmak mümkün. Emrinde çok sayıda insanın çalıştığı büyük toprak ve malikâne sahibidir. Hayatının özüne emeği koyduğu için zaman zaman topraklarını dağıtmak, kitaplarının gelirini kamuya bırakmak arzusuna kapılır. Ancak aile efradı ve reel şartlar buna imkân vermez. Son çare olarak evini terk etmek, uzaklara gitmek ister. Birkaç kere teşebbüs etmesine rağmen bunda başarılı olamaz. Nihayet çok ileri yaşında bir daha dönmemek üzere evini terk eder ve son nefesini bir tren istasyonunda verir. Bu son yolculuğunda nereye gitmek istediği bir soru olarak ortada durmaktadır.

 

Ali haydar Haksal, bu geniş kapsamlı çalışmasında, çok bilinen yazarlara taze dikkatler ve bakışlar sunmaktadır. Hepsi bir arada okununca, incelemeye konu 19. yüzyıl romancılarının din üzerine yoğun düşünceleri dikkate çekici bir tespittir. Rusya’nın iki büyük romancısı Dostoyevski ve Tolstoy’un dinî tutum ve gayretleri, onların sanatçılıklarına bir halel getirmez, ancak bu tespitin, söz konusu yazarları okurken okuyucuya yeni ufuklar kazandırması beklenir.

 

Osman Bayraktar

 

Yitiksöz Sayı-22