Arada Kalan

 

-Kahramanlarla aranız nasıl, yolunuz kesişiyor mu zaman zaman, diye soruyor sunucu.

 

Yazar, muhayyilesinin çekmecelerinde bir kibrit kutusu içinde biriktirdiği fokurdayıp duran, gölge varlıklar gibi titreşen onlarca karakteri düşünüyor bir an. Bir surete bürünmekte çekincesi olanları, saklambaç oyununda erketeye yatmış ve unutulmuş olanları, başıbozukları, sütü bozukları, boş gezenin kalfası olanları, haytaları, perdenin aralanması için bekleyen vefalı âşıkları, karanlıkta iki fırfırlı göz olarak bekleyeduranları, hayat karşısında kaybedenleri, ölüm karşısında kazananları, ezikleri, soğuk duvar diplerinde çürümeye yüz tutmuş olanları, feryat figan edenleri, öksüzleri, yetimleri iki kere öksüz ve yetimleri; mahzun bakışlarını yani, varlıklı olmak nedir sorgulayanları, ekmek kokusu nedir, ayazın arındırdığı baba kokusu nedir, dünya çatısının en emniyetli kuytusu, Rahim isminin buğusu annesizlik nedir sorgulayanları, âşıkları, ille âşıkları, suyun yüzeyinde nergisler gibi gezineduran ince parmakları, fiskosları, fistanları, ayva tüylerini, gamzeleri, ulu çınarların eğninde dinlendirdiği kurnalı çeşmeleri, ahşap konakları, tokmakları, sabanları, turuncu bir ufka açılan tarlaları, tabanları, manzaranın ortasını süsleyen yalnız ağaçları, muhasaraya görkemli bir ordu gibi hazırlanan gündöndüleri, karahindibaları, ardıç kokularını, ağzının kenarında çiğnemlik otlar çiğneyen çocukluk hâllerini, dutları, incirleri, sığırcık ve sapan taşlarını, süpürgecileri, esmerliklerini yıkayan romanları, kahve kokusunu, hacı yağı kokusunu, eli öpülen teyzelerin sert ve nasırlı parmaklarını ve burna balıkçı kancası gibi takılı veren hacı yüzüklerini, kavrulan irmik helvası kokusunu, çemrenmiş kolları, eğilip kalkan esvapları, kurutulan tütünleri, derlenip istiflenen tütünleri, dedesinin kendi elleriyle kıydığı tütünleri, köy okulunu, hayatında dersten kaytarmak nedir bir kerecik bile aklından geçirmemiş demir göbekli okul sobasını, tebeşirleri, Münire Öğretmen’i, Kaşağı’yı, Aleko’yu, Pembe İncili Kaftan’ı, ejderhaları, tepegözü, sungurları, süngüleri, kargıları, karıları, alkarılarını, cadıları, Boğaçhan’ı, Mete’yi, atayı, Dedem Korkut’u, sarıçiçeği, derviş babayı, Yunus Emre’yi, Karacoğlan’ı, meczupları, desturları, gülbangları, cenkleri, Hızır’ı ve İlyas’ı, düldülü, Zülfikârı, Ali’yi yani en çok da Ali’yi ve kahramanlıklarını, sonra Malkoçoğlu’nu, Sungur Oğulları’nı, Çimbe’yi, Söğüt’ü, Bursa’yı, Ayasofya’yı, Aksa’yı, yana yana Mekke’yi ve Medine’yi sonra, Varna’yı Viyana’yı sonra, senin ayak bastığın bütün coğrafyayı sonra, yalnızca senin nefes aldığın coğrafyayı sonra, sevdalarını, tahsil görüşlerini, tahvil edişlerini, tedbir alışlarını, tepetaklak oluşları, özlem duymuşlukları, toslayışları, yanlış adamları, yanlış kızları, yalnız kalışlarını, dibe vurmuşluklarını, kayıpları, insan oluşlarını, insan olamayışlarını, tam çağıracakken sahne ardında büsbütün kostümlerle, rayihalarla süslenen kahramanlarını, kişiliklerini durduruyor yazar.

 

İçtimaa çekiyor hepsini. Tekmil alıyor. Böyle bir ses verilince hangisi baş verecek merak ediyor. Yasını tutmaya hiçbir zaman yeterince vakit bulamayacağımız bu kalın mercekli olanları ne yazık ki erken kaybedeceğiz diyor. Alabildiğine Amerikanvari. Haşa huzurdan. Bu sümsükler, arsızlar, bedbahtlar da öyle diyor. Kaderin yüzüne gülemedikleri. Maalesef. Bazıları kuytulara çekilecek hiç şüphesiz, diyor. Bu içten pazarlıklı olanlar, eski kulağı kesikler, çıfıtlar, yılışıklar ve yellozlar sırra kadem basacak, diyor. Kabak çiçeği gibi bönler, enayiler, saftirikler ayıklanacak, vartayı yine onlar çekecek diyor. Elbet başa gelen çekilecek. Elbet yazılan başa gelecek. Haşa huzurdan, diyor.

 

Dudağının kenarında bir gülümseme:

 

- Fena değil, bazen yolumuz kesişiyor, diyor.

 

Hüseyin Mehmet

 

Yitiksöz Sayı-25