Asil Bir Duruş: Mehmet Akif İnan

 

Mehmet Akif İnan, 12 Temmuz 1940’ta Urfa’nın Balıklıgöl Mahallesinde dünyaya gelir. Babası, Mirzaali aşiretinden gümrük memuru Hacı Müslüm Efendi, annesi ise Maraşlı Dedeoğullarından Mehmet Tevfik Efendi’nin kızı Şakire Hanım’dır. Akif İnan huzurlu bir aile ortamında büyür. Anne ve babasının çocukları üzerindeki etkileri hep olumludur. Bununla ilgili olarak İnan, “Annem bir ömür boyu bir dediğini iki etmedi babamın. Babam da asla incitmedi annemi, hep sevdi ve yüceltti.” der. Çocukların eğitimi ve okumaya meraklı olmaları da baba ve anneden kaynaklıdır. “Evce okumayı severdik. Babam her çeşitten kitap okurdu. Doğu ve Batı klasiklerinin önemli eserlerini bitirmiş biriydi babam. Ayrıca çağdaş yazarları da tanırdı. Şeyh Sadi’den, Shakespeare’e, Goethe’den Hamid’e, Akif’e, Necip Fazıl’a varıncaya değin geniş ve zengin bir okuma alanına sahipti babam.” diyen İnan, çocukluk ve ilk gençlik yılları boyunca duygusal, içe dönük ve romantik bir kişilik sergiler. Akif İnan kuşağı meydanlara değil, okullara, öğretmenlere, öğrencilere, kitaplara, dergilere ve gazetelere önem vermek suretiyle varoluşlarını anlamlı hâle getirmeyi gaye edinmişlerdir. Bu bağlamda Akif İnan, sık sık Maraşlı arkadaşlarıyla bir araya gelir. Yedi Güzel Genç, okul dışındaki zamanlarının neredeyse bütününü; buluşmalarla, düşünce alışverişleriyle, sohbetlerle geçirir. Şiirler, yazılar okurlar birbirlerine. Okuduklarını, yazdıklarını, düşündüklerini içtenlikle paylaşırlar kendi aralarında. Yedi Güzel Adam birer zor zaman yiğididir esasında. Yürüdükleri yolun ayrık otlarını temizleyerek ellerine diken batma pahasına söküp kenara atmayı başaran6 güzel adamlar büyük savrulmalara, büyük sarsılmalara, büyük iç çatışmalara neden olan Batılılaşma düşüncesine karşı, Anadolu’nun bin yıllık tarihine dayanan, Doğululaşma düşüncesinin yol haritasını bizlere miras bırakmışlardır.

 

Akif İnan, her şeyden önce dertli bir gönle ve dertli bir akla8 sahip derviş ruhlu bir karakterdir. Bir sevda adamı olan Akif İnan, bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına aşkla bağlıdır. Onun gönlü hakkın, hakikatin sevdasıyla dolup taşar. Mütevazı bir kişiliğe sahip olan İnan, içinden çıktığı toplumdan kopmaz. İnsanlara hiçbir zaman fildişi kulelerden bakmaz. Ülkesini ve insanını canından çok sever. Onların derdi ile dertlenir. Ülkü ile aşkı birbiri içinde eritmeyi başaran Akif İnan hayata karşı hep umut doludur. Zira insanlara yaşama bilinci aşılayan ve onları güçlü tutan şey umuttur. Bu bağlamda insan bütün olumsuzluklara rağmen sevgiye, barışa, hoşgörüye, kardeşliğe ve umuda yönelmelidir. Emeğin aşk ile harlanması gerektiği bilincini hafızalara kazıyan Akif İnan, yerli bir dilin, yerli bir düşüncenin Anadolu toprağında filizlenmesi için var olan şartlarla yılmadan mücadele eder. İnsani, ahlaki hassasiyetlerin hayattan çekilmemesi için emek sarf eder. Din, edebiyat ve medeniyet üzerine yoğunlaşan bir şair, düşünür ve aksiyon adamı olan Akif İnan aynı zamanda örgütlü hareketin güçlenmesiyle toplumun da güçleneceğine inanan aktif bir sendikacıdır. Çok yönlü bir insan olan Akif İnan; mecliste muhabbet adamı, meydanda celalet timsali, masada ise barışçı, özgürlükçü ve uzlaşmacı bir şahsiyettir.

 

Mehmet Akif İnan için şiir insan yüreğinin sığınacağı bir limandır. İnsanı özüne yabancılaştıran her şeyden koruyacak bir kalkandır. Ona göre şiir var olduğunun gerçek manada farkında olan özgün bireyler yetiştiren bir mekteptir. Bu noktada şöyle der: “Olayların kuşatması altındaysanız, bir yoğun hüzün ağmaktaysa üstünüze… Günler, saatler bunalımın otağını kurmuşsa içinizde, sıkıntı bezirgânı haraca bağlamışsa sizi… Aczden başka sermayeniz kalmamış gibiyse… Dualar, yüreğinizin semtine uğramadan çıkıyorsa ağzınızdan… Kendi sesiniz bile yabancı düşüyorsa kulaklarınıza… Şiir okumalısınız… Ya da gülen oynatan sevinçlerin avucunda tutsak olmuşsanız… Nefsin elinde oynayan eğitimli bir maymuna dönmüşseniz… Başkalarının acısı size çarptığında bir lastik top misali geriye sıçrıyorsa… Hiçbir oyuk oluşturmuyorsa içinizde hüzün… Günübirlik hay ü huyun gölgesinde nefesleniyorsanız… Öte dünya düşüncesi, hesaba çekilmek gerçeği sadece fantezi hanenize konuklaşmışsa… Şiir okumalısınız… Şiir, dengeler insanı. Şiir, hikmet sevdalılarının sevgilisidir. Şiir, edebin öğretmenidir. Hayânın çocuğudur. Hassasiyetin anasıdır. Ehl-i dilin yoldaşıdır. Yüreğin tercümanıdır, kalbin sesidir. Aklın en sadık yoldaşıdır, rehberidir. Şiirle merhabasını kesmiş olanlar, güzel nasiplere arka çevirmiş olanlardır. Şiir bir mekteptir. Derin, geniş, zengin içi, zinde beyinli kişiler yetiştiren bir mektep.”

 

Mehmet Akif İnan, gelenekle bağlantılı olmakla birlikte hangi çağda yaşadığının farkında olan şiir örnekleri veren bir şairdir. Şiirlerine yüreğini katarak insanı ve toplumu anlamaya çalışır. Bu bağlamda onun çok boyutlu düşünmenin, çok boyutlu yazmanın, çok boyutlu eylemin şiirini yakaladığı söylenebilir. Akif İnan’ın şiirlerinde çizilen insan portresinin başlıca özellikleri şunlardır:

 

1-Kökü ezelde, dalları ebette olan bir misyonu (emaneti) taşıyan, mücadele ve çile adamı olmak.

2-Maneviyatı güçlü umut dolu bir insan olmak.

3-Davasına sevdalı olmak.

4-Davasına layık olup temsil gücünü iyi icra edebilmek için nefsini kontrol altında tutmak.

5-Erdemle donanmış olmak.

6-Sevgi dolu ve sevgiliye meftun olmak.

7-Aşk-akıl dengesini kurabilmek.

8-Ahiret kaygısı gütmek.

9-Ölüme hazırlıklı olmak

 

Mehmet Akif İnan öğrencilerinin ruhlarında derin izler bırakan bir öğretmendir. O öğretmenliği yalnızca sınıfta icra edilen bir meslek olarak görmez. Okul dışında da öğrencileriyle birlikte olacağı ortamlar oluşturur. Öğretmenliği ibadet eder gibi yapar. Akif İnan’ın öğretmenliğinin en temel unsurları sevgi ve şefkattir. O öğrencilerini çok sever. Zira öğrenme eyleminin en güzel sevgi ortamında gerçekleştirilebileceğinin bilincindedir. Öğrencilerinin kitapla ünsiyet kurması için büyük gayret gösteren Akif İnan, beslendiği ana damardan onların da beslenmesini arzular. Tanınırlığı, birikimi, çevresi onu daha iyi maddi olanaklara sahip başka mecralara taşıyabilecekken o ısrarla öğretmenliğe devam eder. Okuyan, yazan, düşünen, konuşan, eser veren, örgütleyen, eyleme geçen bir eğitimci olarak aradığımız ideal öğretmen profilini ortaya koyar. Kısaca ifade etmek gerekirse öğretende öğreneni, öğrenende öğreteni gören Akif İnan, ömrünü öğrenmeye ve öğretmeye adamıştır.

 

Akif İnan, ömrünün son sekiz senesinin her ânını sendikal kimliği ile geçirir. Bu bağlamda sendikal yaşamının onun düşünce dünyasındaki en önemli durak olduğu söylenebilir. Akif İnan sendikal kimliğini, büyük ve derin müktesebatın üzerine inşa ederek eserlerinde öne çıkan medeniyet, aydın, dava, değer, öz benlik gibi temel kavramları bu kimliği ile sahaya taşır. Çağın gerçeklerinin değer sahibi insanlara âdeta meydan okuduğu bir ortamda değerleri ayakta tutmayı başaran Akif İnan bu izleği sendikal mücadeleye bir miras olarak bırakır. O, sendikacılık mücadelesi ile pek az aydına nasip olan düşüncelerini hayata aksettirerek bir geleneğin başlangıcını oluşturma imkânını elde eder. Halkının acılarını ve sıkıntılarını çok iyi bilen İnan, hem yazı ve şiirlerinde bu sorunlara değinir hem de ilgili sorunların çözümü için sendikacılık faaliyetine girer. Kısaca toplumun yaralarına bizzat merhem olmayı seçer.

 

Mehmet Akif İnan, medeniyet kaybından dolayı kriz yaşadığımızı buradan çıkışın da yeni bir medeniyet perspektifi ile mümkün olabileceğini belirtir. Ona göre Tanzimat’tan bu yana İslâm’ın bilgisinden, mana ve ruhundan yoksun yetişerek kendi medeniyetine yabancılaşan insanlar batılla hakikati, kendine uygun olanı gereği gibi ayıramamaktadır. Uygarlığımızın, tarihimizin bizi bütünleştireceğine inanan düşünür yönümüzü, inancımızın buyrukları doğrultusunda çizmemiz gerektiğini vurgular. “Bütün İslâm ülkeleri bizimdir. Hatta bütün yeryüzü bizimdir. Bütün Müslümanlar bizimdir. Bütün yeryüzüne, bütün insanlara söyleyecek sözümüz var bizim.” diyen İnan, öz değerlerimizden uzaklaşmanın neden olduğu sancılı süreçten nasıl çıkılacağını göstermek için de kafa yormuş ve tezler ileriye sürmüştür. Onun duygu ve düşünce dünyasında bütün İslam coğrafyası birdir ve sınırlar sanaldır. Akif İnan, yeryüzünün atardamarları ve toplardamarlarının Ortadoğu’nun kalbine bağlı olduğunu sık sık vurgular. Bu noktada Kudüs’ü unutmayı yurdumuzu, inancımızı, kişiliğimizi ve anlamımızı unutmakla eşdeğer görür.

 

Akif İnan, edebiyatı varoluşa/varoluşumuza anlam ve derinlik katan bir saha olarak değerlendirir. Bu bağlamda edebiyatın insana ve olaylara bilinçle yaklaşma yeteneğini geliştirdiğini, zihnî ve kalbî tekâmülü sağladığını iddia eder. Ona göre edebiyat, ulusu da insanı da çözümleyen, yorumlayan, tanıtan bir özelliğe sahiptir. Diğer bir ifadeyle edebiyat kültürün tezahür ettiği en belli başlı alandır. İnan, kültürün edebiyat aracılığıyla şuurlu bir dil kazanacağını iddia eder. Edebiyatı inanılan, yaşanan bir vesika olarak gören düşünür edebiyatın önemi hakkında şunları söyler: “Kelimelere canlı muhteva kazandıran edebiyat, kelimelerle düşünen insanoğluna kelimelerin boyutlarını çağrıştırarak keşifler için zihin idmanına sokan edebiyat, kişiyi kendi kültür zemini üzerinde mütefekkir kılmaya yönelten edebiyat, bütün bilimlerin aküsünü dolduran enerjinin adıdır.” Akif İnan, ifadesini edebiyatta bulan kültürden en önce yararlanması gerekenlerin aydınlar olduğu inancındadır. Hatta edebiyatı kültürün, aydınlara mahsus bir emziği olarak görür. Ona göre ülkesinin edebiyat hayatıyla sağlam bir bağ içinde bulunmayarak kendisini kültürüne bağlayan ipi kesen kişi gerçek bir aydın olamaz.

 

Mehmet Akif İnan, sanatı millî varlığın, kültürün, kısacası bir milletin medeniyetinin en önemli kesiti olarak görür. Her türlü engel ve zorluğa inat sanat hayatımızı canlı, diri tutmamız gerektiğini vurgulayan İnan bu bağlamda etkili, güçlü bir sanatçılar kadrosuna sahip olmamızın kaçınılmaz olduğunu iddia eder. Bununla birlikte Akif İnan, ülkemizin fikir ve sanat hayatının giderek çoraklaşmasından ciddi anlamda rahatsızdır. Bu bağlamda düşünen, bir düşünce çizgisi içinde yol arayan, okuduğunu özümseyerek yeni, canlı bir sentez örgüleyen aydından yoksun olduğumuzu vurgular. İnan’a göre aydınların benliğini kuşatan Batı hayranlığı güven duygusunun kaybolmasına neden olur. İçine düşülen güvensizlik hissi ise büyük fikrin ve sanatın doğmasına, gelişmesine mani olmaktadır.

 

Mehmet Akif İnan din duygusu ve düşüncesinin beşerin ezelî meselesi olduğunu bu yüzden de etkinliğini hiçbir dönemde ve hiçbir toplumda yitirmediğini belirtir. Ona göre din bütün büyük sanat ve fikir adamlarının tükenmeyen kaynağıdır. Zira din insandan Allah’a, Allah’tan insana açılan bir kapı olup insanı evrensele, derinliğe ve maveraya çeker. Akif İnan bu ruhla İslâm’ın bütün hassasiyetini, dünya görüşünü bin yıl içerisinde oluşturmuş olduğu estetik kanunları içinin süzgecinden geçirmek suretiyle benliğini inşa etmeye çalışır. Zira ona göre sanatın ezelî konusu olan insandan tutun da hayat, ölüm ötesi, ölümsüzlük, varlık, yokluk, sonsuzluk, kadr, kader, ıstırap, sevgi, sevinç, nefret, fedakarlık, direnme, ümit gibi varoluşsal unsurların tamamı cevaplarını dinde bulmuştur.

 

Mehmet Akif İnan, Batılılaşmayı merkeze alan düşüncelere tepkilidir. Batı’yı kendimize örnek aldıktan sonra bize uyan, bizi yansıtan, bizi yücelten aydın tipini de kaybetmeye başladığımızı vurgular. Ona göre yaşadığı toplumun kültüründen süt emmeyen kişinin sadece tahsil ettiği bilgilerle âlim ve mütefekkir olması mümkün değildir. İnan, Batı uygarlığının insanı ülküsüz bıraktığını iddia eder. O, müşahede ve deneye bağlı olan Batı uygarlığında ruhî/ mistik unsurların bir süsten ibaret olduğunu vurgular. Bu bağlamda herşeyi madde temelinde değerlendiren Batı uygarlığının keşfettiği eşyanın güç ve saltanatına yenik düştüğünü öne sürer. Ona göre Batı düşüncesi her ne kadar içerisinde ruhçu cümbüşler barındırıyor gibi görünse de esasında materyalisttir. Batı’daki tefekkür ve kelâm maddeye esaretin oltalarından başka bir şey değildir. Asıl tefekkür ve kelâm Doğu’dadır. Zira hikmet Müslümanların mesleğidir. Müslümanın insan sevgisinin özünde, feragat ve fedakarlık varken Batılı için şahsi çıkarları her şeyin önündedir.

 

Akif İnan, içinde bulunduğu çağın insanları özlerine yabancılaştırdığı, ruh ve benliklerini ciddi anlamda tahrip ettiği inancındadır. Ona göre çağ, insanı bilinçten yoksun bırakarak makinenin bir uzvu hâline getirmiştir. “Devleşen makine kafanın yanında cüceleşen, güdükleşen, ezilen gönül, yani ruh, içyapı, bugün insanlık âleminin büyük huzursuzluğunun, bütün tedirginliğinin tek sebebidir.” diyen İnan günümüzde insanların ufkunun sadece daha çok yaşamak, daha çok kazanmak ve daha çok eşyaya sahip olmakla sınırlandırıldığını iddia eder. Bu bağlamda Akif İnan, deva olarak görülen her yeni ilacın insanları daha da zehirlediğini, çoğalan her eşyanın, artan her imkânın insanların yalnızlığını daha da çoğalttığını vurgular. “Çağımızın insanını, çok ileri fenne rağmen, yarım bırakan, felçli bırakan eksiklik: Sevmemek! Ellerimiz insanın gönlüne uzanamıyor. Kendimizi arıtamıyoruz.” diyen İnan, sevgiden yoksun kalan insanların her an yollarını kesecek birileri varmış gibi tedirgin, güvensiz ve telaşlı bir hayat sürdüklerini belirtir. Diğer bir ifadeyle insan bu çağda ferdî, korkak ve yalnızlık dolu, kalabalık bir dünyada yaşamaya mahkumdur. Zira insan varoluşuna anlam katan değerleri yitirmiştir. İnsan olarak yaratılmış olmanın derin, soylu hikmetlerini unutmuştur. Bu dünyaya neden geldiği, niçin var olduğuna dair ezelî sorular, beşerî kaygılar söküp alınmıştır benliğinden. Çünkü bunları düşünmenin, ruhî hassasiyetin ve kemalin yolu tıkanmıştır. Başka bir deyişle incelemenin, derinleşmenin, erginleşmenin, anlam kazanmanın çok uzağına itilmiştir insan. Bu yüzden de öteleri, ötenin ötesini, yeryüzünü, gökyüzünü, toprak altını, yeniden dirilmeyi, hesap vermeyi, büyük sevinci, soylu ıstırabı, asil duruşu, bütün varlıkların özellikle insanın kutsallığını, karşılık beklemeden yardımda bulunmanın ulviyetini, eşyanın da gövdesinin de geçici olduğu hakikatini unutmuştur insan. Kısacası fıtratından uzak garip bir sürgün hayatı yaşıyor insan günümüzde.

 

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Mehmet Akif İnan, hayatında zikzaklar çizmeden yaşayan, ilkelerinden asla taviz vermeyen, düşünce ve duruşunda istikametini kaybetmeyen bir şahsiyettir. O asil bir duruşun timsali, gökyüzü gönüllü, almaktan ziyade vermesini seven, paylaşmaktan mutlu olan, kimi zaman çağdaş bir derviş, kimi zaman zarif bir modern zaman şövalyesi, iyi bir hatip, ruh mimarı, çağdaş ve ahlaki bir varoluş durumunun yansıtıcısı, vefakâr ve fedakâr bir dost, iyi bir eğitimci, ilkeli bir sendikacı, birçok öğrenci yetiştiren onların gönlüne dokunan iyi bir hoca, muhacir ve üzgün bir şair, yazar ve eylem adamıdır.

 

Erol Çetin

 

Yitiksöz Sayı - 14