Balkanlardan Türkçeye Yeni Bir Nefes: Uzam Yayınları Balkan Edebiyatı Dizisi
Güvenilir tarih kaynaklarına göre Balkan yarımadası, VI. yüzyıldan itibaren Türk kavimlerinin gelip yerleştiği bir yurt olmuştur. Anadolu’dan Türklerin Balkanlara gelip yerleşmesi, 1260’lara kadar iner. Kuzey Karadeniz bölgesinden gelen Türk orakları, zamanla Hristiyanlığı kabul edip yerli Slavlara karıştıkları hâlde, Anadolu’dan gelen Müslüman Türkler, kendi din ve kültürlerini korumayı başarır, diyor Halil İnalcık, Türkler ve Balkanlar makalesinde.1 Dünyanın en özel ve stratejik bölgelerinden olan Balkan topraklarının fethinin, henüz beylik döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin büyük rüyası olduğunu; büyük devletin bu idealini yaklaşık üç asrı bulan bir süreçte gerçekleştirip 17. asrın sonlarında orta Avrupa kapılarına dayandığını hepimiz biliyoruz. Devlet-i Âliye, 20. asrın ilk çeyreğinde bu topraklardan çekilmek zorunda kaldı. Ancak orada hatırı sayılır bir Türk nüfus ve büyük bir kültürel miras bıraktı. Osmanlı’dan sonra bölgeye egemen olanların, izlerini silmeye muktedir olamadığı büyük ve köklü bir miras.
Balkan toprakları, Osmanlı’dan sonra üzerinde yaşamaya devam eden Türkler sayesinde, İslam dünyasının serhaddi olma özelliğini devam ettirmiştir. Osmanlı Devleti’nce “evlâd-ı fâtihân” olarak isimlendirilen Balkan Türklerine tarih, İslam dünyasının en batı ucundaki murabıtlar olma vazifesini yüklemiştir. Onlar, bu, çok şerefli ancak güç vazifeyi taşımanın bedelini daima fazlasıyla ödemişlerdir. Bölgede yaşayan Müslümanlara uygulanan ağır kültürel şiddetten uzaklaşmak için Türkiye’ye büyük gruplar hâlinde peyderpey göçler olsa da bugün farklı ülkelerce paylaşılmış durumdaki Balkan topraklarında 2 yaklaşık iki milyon Türk yaşamaya devam etmektedir.3 Balkanlardaki soydaşlarımızın Osmanlı’nın oralarda yadigâr bıraktığı Türk-İslam kültürünü, onlarca yıl yönetimi altında yaşamak zorunda kaldıkları komünist sistemin uyguladığı kültürel şiddete ve demir perde politikalarına rağmen, büyük ölçüde muhafaza ettiklerini sevinerek görüyoruz. Bu, Türkçenin mucizesidir. Çünkü her lisan, ait olduğu medeniyetin kültür kodlarını taşır. Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat’ı nerede okunageldiyse orada İslâm’ın Osmanlı yorumu hayatiyetini devam ettirmiştir. Buna, başka birçok klasik eserimizi ve halk dilindeki türküleri, ninnileri, mani leri, bilmeceleri, atasözlerini, deyimleri, kısacası Türkçenin yazılı ve sözlü edebî geleneğinin bütün verimlerini ekleyebiliriz. Divan edebiyatının birçok şairini yetiştiren coğrafyadır Balkanlar; Hayalî, Mezâkî, Usûlî, Leskofçalı Gâlib ve daha yüzlerce dil işçisinin kucağında doğduğu, Türkçenin tadına vardığı Rumeli’mizdir.
Bir dilin hayatiyetini devam ettirecek olan yaşam uzantıları, o dil ile ortaya konulan edebî ürünlerdir. Balkan Türkleri içinde yetişen aydınlar, 19. yüzyılın son çeyreğinden bu yana, o bölgede Türkçeyi korumak ve yaşatmak amacıyla çok önemli gazete ve dergi faaliyetleri yürütmüş, ana dillerinde edebî eserler yazmayı sürdürmüşlerdir.4 Özelikle son yirmi yılda, Yunus Emre Enstitüleri, TİKA, YTB gibi bizzat devletimize ait olan veya devletimizin desteğiyle kurulan kurum ve oluşumların faaliyetleri, Balkanlarda yaşayan soydaşlarımızla kültürel münasebetlerimizi geliştirmiştir. Bu münasebetlerin artması, Balkanlarda Türk edebiyatının gelişimini hızlandırmış, o bölgede yaşayan Türk yazarların modern Türk edebiyatıyla bağlantılı ve edebî değeri yüksek eserler vermelerine zemin hazırlamıştır.5 Bu yazıyı kaleme almadaki amacımız da Türkiye’yle Balkan Türkleri arasındaki edebî dayanışmanın sonucu olarak yayımlanmış altı yeni eseri sizlere tanıtmaktır.
2014 yılından beri kültür dünyamıza nitelikli eserler kazandıran Uzam Yayınları, Balkanlardaki Türk edebiyatını desteklemek amacıyla Balkan Türkleri tarafından kaleme alınmış edebî eserleri kitaplaştırdığı “Balkan Edebiyatı” başlıklı bir yayın serisi başlattı. Bu kapsamda, 2023 yılında yayınevi bünyesinde, YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı)6 desteğiyle altı adet kitap yayımlandı. Tamamı Balkan ülkelerinde yaşayan Müslümanlar tarafından Türkçe kaleme alınan bu kitapların ikisi şiir, dördü hikâye türünde yazılmış eserlerden oluşuyor. Bu eserleri, Uzam Yayınları, Balkan Edebiyatı dizisi içindeki yayın sıralarına göre tanıtmaya gayret edeceğiz.
Kalanlara, yirmi kısa hikâyeden oluşan bir eser. Eserin yazarı olan Hüseyin Mehmet, Gümülcine’de (Batı Trakya) doğdu. Ortaokul ve lise öğrenimini Bursa’da, lisansını Konya Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. “Batı Trakya’da Yayımlanan Çocuk Dergileri Üzerine Bir Araştırma” adlı teziyle yüksek lisansını Trakya Üniversitesinde tamamladı. Hâlen aynı üniversitede “Balkan Çalışmaları” alanında doktorasına devam ediyor. Batı Trakya’da yayımlanan Fiyaka ve Saklambaç dergilerinin yayın yönetmenliğini sürdüren Mehmet’in yazılarıyla öyküleri, aralarında Yitiksöz’ün de bulunduğu Türkiye’de yayımlanan birçok saygın edebiyat dergisinde yayımlandı. Gümülcine’de yaşayan yazar, iki çocuk babası.
Kalanlara, cümle yapısı sağlam ve akıcı bir Türkçeyle kaleme alınmış bir eser. Eserdeki hikâyelerin hemen hepsi, kurgunun geri planda olduğu, imgesel anlatıma dayalı durum öyküleri. Bunlarda, yeni anlatım teknikleri denenerek tahkiyeli anlatımın sınırları genişletilmeye çalışılmış. Postmodern anlatılarda çokça kullanılan soyutlamalar, eğretilemelerle şiirsel bir anlatım dili kurulmuş. Bu dilin, acemilikten uzak ve özgün olduğunu söylemeliyim. Kahraman bakış açısıyla yazılan hikâyelerin bir kısmı baştan aşağı iç monolog özelliği taşıyor. Bilinç akışı tekniği de sıkça kullanılmış. Bunlara Balkan coğrafyasına veya orada yaşayan Türklerin hayatına, sorunlarına, iç dünyasına odaklanan hikâyeler diyemeyiz, birkaç hikâye dışında. Fakat bu birkaç hikâye, eserde öne çıkan, etkili hikâyeler. Hikâyelerin çoğu, postmodern dönem insanının zihin ve ruh dünyasını yansıtır nitelikte. Buna rağmen, hemen hepsinin alt metninde çok ince bir çizgi hâlinde İslâm tasavvufuna ait duyarıklar görülüyor. Bazı hikâyelerde bu durum daha belirgin, anlatıya büyük bir değer katar nitelikte. İnsanın dünyadaki yeri ve varlık bilincine dair meseleler hikâyelerin çoğunun temasını oluşturuyor. Eserin belirgin bir özelliği de gerçekten kısa hikâyelerden oluşması. Her birinde kelimeden olabildiğince tasarruf ederek yoğun bir anlatıma ulaşmış yazar. Bu durum, eserde dil ve anlatım bütünlüğü oluşmasını sağlamış. Esere dair biraz daha ayrıntı verecek olursak, “Tepegöz’ün Cengâverlik Zırhını Kuşandığı Hikâyedir”de destansı hikâyelerimizin dili, imgesel bir içerikle birleştirilerek özgün bir anlatım ortaya konulmuş. Bir eski zamanlara bir de modern zamanlara ait göç hikâyesi var kitapta. Geleneksel Rumeli-Türk mahallesinde geçen, ince ve derin sızılarla bezeli 390 bir hikâye de. “Düden”, bilim kurguya göz kırpan distopik yanıyla, “Kalanlara”, halkın karşısına dublörünü çıkaran yazar kahramanıyla, “Komodo Ejderi ve Sair”, tahkiyeyi tamamen dışarıda bırakan havasıyla, “Tramvay”, başkarakterin kendisini kurgulayan öykücüye seslenişi tarzında süren anlatısıyla eserde dikkat çeken hikâyeler. “Muhayyel”, okuyucularını anlatının kahramanlarına dönüştüren bir hikâye. “Tapıncak”, neredeyse şiir… İyi ki yazmış Hüseyin Mehmet çünkü kendine özgü bir sesi var. Nice hikâyeler yazsın, dileyelim.
Menzile Koşan Süvariler, on yedi kısa hikâyeden oluşan bir eser. Eserin yazarı olan Özlem Kurt, 1991’de Konçe (Kuzey Makedonya)’de doğdu. İlk öğrenimini Gotse Delçev İÖO’da, lise eğitimini Yane Sandanski Ustrumuca Belediye Lisesinde, lisans eğitimini Üsküp Az.Kiril ve Metodiy Üniversitesi Eğitim Fakültesinde birincilikle tamamladı. Yüksek lisans eğitimini Trakya Üniversitesinde, Türk dili ve Edebiyatı alanında tamamladıktan sonra Gazi Üniversitesinde, Yabancı Dil Olarak Türkçenin Öğretimi dalında doktora programından mezun oldu. Dünyada ana dili ve yabancı dil olarak Türkçenin öğretimi üzerine bilimsel makaleler ve kitap bölümleri hazırladı. Çeşitli dergilerde yazıları yayımlandı. Akademik çalışmalarının yanı sıra Makedonca-Türkçe yeminli tercümanlık yapıyor.
Menzile Koşan Süvariler’deki hikâyelerin hemen hepsi, metaforik yönden güçlü, imgelerle yüklü, şiir diline yakın bir anlatımla oluşturulmuş anlatılar. “Edebiyat Cumhuriyetinden Öyküler” adlı hikâyesinde yazar, seçtiği anlatım diline dair ipuçları veriyor bize: “Şiirsel bir hayat yaşamak mı yoksa şiirsel bir öykü yazmak mı? (…) getir şu sembolleri! Ritimli sözleri… Sesler uyumlu olsun. Aruz yahut hece. Bütün edebî biçimleri deneyelim. Manzum hikâye ya da nazım tadında düşlere dalıp hayale yelken açalım. İmge, burada mühim bir rol üstlenir. Biraz romantizm ekleyerek coşkulu bir hava katmalıyız, çıkacak yeni sese. (…) Lâkin bu bir şiir değil Erlik. Bir öyküde dilin şiire dönüşmüş hâlini görmek istiyorum.” diyerek. İç monologlar, bilinç akışı, muhayyel bir muhatapla diyaloglar, yazarın sıkça kullandığı anlatım tekniklerinden. “Kısa hikâye” tanımlamasının hakkını verir nitelikte kısa anlatılardan oluşuyor eser. “Meyyit” adlı hikâye, “küçürek öykü” sınırlarına yaklaşıyor. Hikâyelerin çoğu, birinci tekil kişinin dilinden ulaşıyor okuyucuya.
Rumeli Türklerinin yaşamlarına damgasını vurmuş olan “göç” olgusu, geride kalanların yaşadıkları trajediler, göçün getirdikleri, kitaptaki bazı hikâyelerin ana teması durumunda iken birçoğunda çatışmaları besleyen bir etken olarak yer almış. Zorla hicret ettirilme, göç yolları, gidilen yerde kök salma çabaları, özlemler, geri dönüşler, âdeta bir tülün ardından gösterilen sahneler durumunda hikâyeler boyunca. Rumeli, Vardar, Üsküp, Türkeli, Anadolu, vatan, ana vatan sıkça geçen kelimeler. Anadolu, hep ana vatan, hep yuva, hikâyelerde. Vardar kıyıları da öyle. Kalpleri ortasından ikiye bölünmüş ve iki ayrı yakada kalmışların hikâyeleri bunlar, nasıl şiirsel olmasın? Hududa gelirken cebine bir avuç toprak alıp o toprakta yıllarca çiçek yetiştirenlerin hikâyeleri. Çağ eleştirisi, ölüm teması da hikâyelerdeki ana izleklerden. Ve atlar…
Bu kitap da kendi sesini bulmuş, Türkçeye hâkim bir yazarla karşı karşıyayız. İyi ki yazmış bu hikâyeleri. Nice eserlere…
Divanını Yakan Şair, bir şiir kitabı. Yirmi bir adet şiirden oluşan bu eser, Mehmed Arif tarafından kaleme alınmış. Mehmed Arif, 1992’de Üsküp’te dünyaya geldi. Üsküp Aziz Kril ve Metodiy Üniversitesi Ekonomi Fakültesi Finans Yönetimi Bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Hâlen, Kalkandelen Devlet Üniversitesi Şarkiyat Bölümü Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek lisans yapıyor. Köprü Derneği başkanvekilliği ve Makedonya Türk Sivil Toplum Teşkilatları Birliğinde genel başkan yardımcılığı görevlerini yürütüyor. Üsküp’te yayımlanan Türkçe kültür sanat ve edebiyat dergisi Köprü’nün editörlüğü ile Divan Yayıncılık’ın yayın yönetmenliği görevini sürdürüyor. Yazı, şiir, deneme, söyleşi ve hikâye türündeki eserleri Balkan ülkelerinde ve Türkiye’de yayımlanan birçok edebiyat dergisinde yayımlandı. Birçok uluslararası Türkçe şiir şöleninde Makedonya’yı temsil etti. “Nisan Yağmuru” adında bir de hikâye kitabı var.
Divanını Yakan Şair, merhum Asım Gültekin tarafından kaleme alınmış bir takdim yazısıyla başlıyor. Gültekin, kitaptaki şiirlerin kendisinde Bosna’da altı yüz yıldır söylenen bir Yunus Emre ilahisi tesirini bıraktığını, bu şiirlerin her mısraında yürek yakan gümrah bir acının gezindiğini söylüyor. “Yaşamak denen türküyü gür sesiyle söyleyen bir şairin şiir kitabına takdim yazıyorum ey okur!” diye sesleniyor bizlere.
Mehmed Arif, temiz ve akıcı bir Türkçe ile kaleme almış şiirlerini. Okuyanın kalbine dokunan bu lirik şiirlerde hamasete kaçmayan bir İslamî duyarlık ve sûfiyane bir hassasiyet ile bakılmış dünyaya. Osmanlı’nın Balkan topraklarını mayaladığı bakış ile. O güzel topraklardan Osmanlı’nın izlerini silebilmek için yapılan onca zulme rağmen kardeşlerimizin değerlerini külün altında koru muhafaza edercesine koruduklarını ve şimdi o ateşe yeniden can verdiklerini gösteriyor bize bu şiirler. “Şair duramaz/Ve akıtır gönül mürekkebinden mısraları/Hirayı hatırlatır/Tembihler semaya yönelişi/ Çağırır duaya titreyen elleri/Düşen her yaprak adedince şükretmeli” diyen Mehmed Arif gibi şairleri oldukça, Balkanlar Türk yurdu olmaya devam edecektir.
Örtüsüz Yüzler, hikâye türünde bir eser. Yazarı, Medadin Limani. Yazar, 1982’de Üsküp’te doğdu. İlköğrenimini Üsküp’te, orta öğrenimini İstanbul’da, lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladı. Üsküp merkezli Arnavutça yayımlanan Heshtje (Edebiyat ve Kültür Dergisi)’nin genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Üsküp’teki Uluslararası Güney Doğu Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi alanında yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Evli ve iki çocuk babası.
Örtüsüz Yüzler, dokuz hikâyeyi ihtiva eden bir eser. Hikâyelerin çoğunda mekân Balkanlar coğrafyası. Balkan Müslümanlarının gündelik hayatları, yaşadıkları acılar, savaşlar; “demirperde” döneminde gördükleri baskılar, “göç” olgusu, hikâyelerde ustalıkla işlenmiş. Eserdeki bütün hikâyelerde olaylara sûf iyâne bir bakışla yaklaşıldığını görüyoruz. Balkan Müslümanlarının yüzyıllar içinde içselleştirdikleri Osmanlı bilgeliği, kahramanlar aracılığıyla hikâyelere yansıtılmış. Meselâ, kitabın üç bölümden oluşan en uzun hikâyesinde anlatının başkahramanı bir “meczup”. Üsküp’ün eski çarşısının Müslüman esnafı tarafından korunup kollanan bu meczup, Osmanlı toplumu içinde meczuplara “Allah’ın adamı” gözüyle bakılmasını örneklendiren güzel bir hikâyenin kahramanı olmuş. Mithat Enç’in Uzun Çarşının Uluları adlı eserindeki esnaf hayatının ve çarşı adabının Osmanlı’nın Batı ucunda çok benzer bir şekilde yaşadığını gösteren ve belgeleyen bu hikâye oldukça ilgi çekici. Balkan Müslümanlarının gündelik yaşamını, merasimlerini, geleneklerini yansıtan bu tarz hikâyelerin daha çok yazılması gerektiği kanaatindeyim.
Örtüsüz Yüzler’deki hikâyelerin çoğunda, ana karakterlerin güngörmüş, ihtiyar adamlar olduğunu görüyoruz. Bunun doğal bir sonucu olarak kahramanların anıları; olay örgülerinin oluşmasında, duyguların aktarımında önemli rol oynuyor. Bu noktalarda çoğu kez iç monologlar devreye giriyor. Bu ihtiyar adamlar, gençliklerinde zorla cephelere sürülmüş, Bosna’daki Müslüman katliamına şahit olmuş, Tito devrinin zulümlerine şahitlik etmiş, ayrıca modern dönemin getirdiği bireyselleşmenin sonuçlarına katlanmak zorunda kalmış, iç dünyası zengin kahramanlar olarak karşımıza çıkıyor. Onlardan, ikinci dünya savaşında zorla cepheye sürülmüş Aga Cemal’in torununa söylediği şu sözler, Balkan Müslümanlarının yaşadıklarını kayda geçmek bakımından çok önemli: “Biz, savaşırken ön cepheden de arkamızdan gelen kurşunlardan da korunmamız gerekiyordu. Bizimkiler de ateş ediyordu. Çünkü biz her yerde ötekilerdik. Hep de öyle kaldık.”
Medadin Limani, Örtüsüz Yüzler’de kendi anlatım dilini oluşturmuş, hikâyelerinde özgünlüğü yakalamış bir yazar olarak karşımıza çıkıyor. Olay örgüsü güçlü olan hikâyelerinde şiirsel bir esinti yaratan lirizm eksik değil. Yazarın dilinde Balkan Türkçesinin izleri görülüyor, özellikle hikâyelerin diyalog bölümlerinde. Eserdeki “İncir Uyutması” adlı hikâye, olay örgüsünün Üsküp ve Üsküdar arasında kurulması yönüyle ilgi çekici. Masalsı bir tarafı da bulunan, sûfîce bakışla anlatılmış bu hikâyenin kahramanlarından birinin merhum Asım Gültekin olması da güzel bir ayrıntı. Hikâyeleriyle Balkan Müslümanlarını daha yakından tanımamızı, onları daha iyi anlamamızı sağlayacak köprüler kuran Medadin Limani’nin daha nice güzel eserler vermesini dileyelim.
On dokuz kısa hikâyeden oluşmuş bir eser olan Gri Otobüs’ün yazarı Nada Dosti. Dosti, Durres (Arnavutluk)’te doğdu. Tiran Üniversitesinin Filoloji Fakültesi Yabancı Diller Bölümünde lisans eğitimini bitirdi. Yüksek lisans eğitimini aynı üniversitenin İngilizce öğretmenliği bölümünde tamamladı. Hâlihazırda ASBÜ Sosyal Bilimler Fakültesinde doktora eğitimini sürdürüyor. Arnavutça yayın yapan Heshtje Edebiyat ve Kültür Dergisi’nde editör. Serbest gazeteciliğin yanı sıra araştırmacılık ve köşe yazarlığı yapıyor. Yazarın, Gezi ve Hikâyeler adında yayımlanmış bir kitabı daha var.
Gri Otobüs, ana dili Türkçe olmayan bir yazar tarafından Türkçe kaleme alınmış olması yönüyle oldukça ilgi çekici ve değerli bir eser. Bu eser sayesinde, yüzyıllar boyunca Türk edebiyatına birçok önemli eser kazandırmış olan Arnavut asıllı Müslümanların kültür ve edebiyatımıza değer katmaya devam ettiklerini görüyoruz. Buna ne kadar sevinsek az. Biz, ilahî takdirin beraber yürümemizi ihtiyar ettiği halklarız. Arnavut, Boşnak, Pomak, Türk… Etle tırnak gibiyiz. Ne mutlu ki öyleyiz. Bu ittihadın kurumaya yüz tutmuş köklerinden yeniden yeşermesi; geleceğe olan inancımızı, umudumuzu artırıyor.
Gri Otobüs, iki kızını ve bütün ailesini terk ederek uzak ülkelere giden bir adamın geride bıraktığı kızlarının ağzından anlatılan hikâyelerden oluşuyor. Bu sebeple, hikâyeler arasında kuvvetli bir izlek akrabalığı var. Hikâyelerde mekân genellikle yazarın memleketi olan Arnavutluk toprakları. Buna, hikâyelerdeki kadın kahramanların gazetecilik, yazarlık, öğretmenlik gibi mesleklere sahip olmaları da eklenince okuyucuda anlatıların otobiyografik olduğu yönünde bir izlenim oluşuyor. Hikâyeler, içinde hep bir devinim taşıyan, dinamik anlatılar. Hüzün ve yaşama sevincini bir arada taşımaları, bize yakından tanımadığımız topraklardan haberler getirmeleri, gerçekliğe masalsı bir elbise giydirmeleri bu hikâyeleri değerli kılıyor. Ne durum, ne olay hikâyesi tanımlamalarına çok uymayan anlatılar bunlar; olay örgüleri güçlü, yer yer şiirsel… İçindeki çocuk sesini kaybetmemiş, toprağıyla bağı kuvvetli bir kadın anlatıcıyı dinliyoruz satırlar boyunca. Kendine özgü bir dil ve hikâye evreni kurmayı başarmış Nada Dosti. Umarız, edebiyatın diliyle daha çok haberler verir bize Balkan topraklarından.
Güneşe Yakın, Müberra Karadayı tarafından kaleme alınan şiirlerden oluşan bir eser. Müberra Karadayı, 1981’de İskeçe (Yunanistan)’de dünyaya geldi. İlkokulu İskeçe’de okudu. Ortaokulu ve liseyi İstanbul’da tamamladı. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümünden mezun oldu. Batı Trakya’da öğretmenlik yapıyor. Evli, iki çocuk annesi. Güneşe Yakın, otuz farklı şiirden oluşuyor. Akıcı bir dille kaleme alınmış, duygu yüklü, lirik şiirler bunlar. Tamamı herhangi bir ölçüye bağlı kalmadan yazılmış bu şiirlerde, imgeleme tekniği abartıya kaçmadan kullanılmış. Çocukluk, geçmişe özlem, tabiat sevgisi, ayrılık, şiirlerde sıkça yer alan temalar. “Hayalimde eski bir zaman bedesteni/Seyyareler soluklanıyor tezgâhlarında/Umut trenleri geçiyor camları lekeli/Bekliyorum yolcu almayan duraklarında” veya “Konuyor omuzlarıma düş kırığı kelimeler” derken şair bizleri sırtımızı sıvazlayan bir keder duygusuna davet ediyor. “Susmalar bilirim/Yağmur altında ıslanan (…) Bakışlar bilirim/Sokak lambalarında asılı duran (…) Eller bilirim/Yoksulluğun rengine boyanan” veya “Payımıza susmak düştü/ Susmak ki/En çok konuşmak kendinle” derken edebî sanatları yerli yerinde kullanarak bizi şiiriyetin sihirli dünyasına çekiyor. “Hangi yara sağaltır kendini/ Bir başka yarayı kanatmadan” sorusunu soran şair, “Dışarıda durmadan devinen dünya/İçimde aykırı yaşam temrinleri” diyerek de insan oluşumuzun özünde ba394 rındırdığı ikilemlere dikkat çekiyor. Şair, belli ki uzaklara meftun, tüm gerçek şairler gibi. Uzaklara kulak vermeye çağırıyor okuyucusunu ve şöyle diyor: “Uzaklardan sesleniyorum/kahramanların yaşadığı mevsimlerden”… Bize bizi anlatan, ruhumuza ayna tutan şiirler bunlar. Şairler olmasa bize kim ayna tutar?
Uzam Yayınları, Balkan Edebiyatı Dizisinde yer alan kitaplara dair genel bir değerlendirme yapacak olursak, bu eserlerin kendi türlerinin yetkin birer örneği olduğunu söylememiz gerekir. Bu eserlerde, modern anlatım teknikleri içinde geleneksel anlatım kodlarımızın ve Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarını mayaladığı özün yansıtılması, Türkçenin doğru, güzel ve akıcı kullanımı bu kanaate ulaşmamızı sağlıyor. Bu eserlerin kalitesi, Balkan Edebiyatı projesine destek veren kuruluşun ve yayınevinin basılacak eserlerin seçimi, düzenlenmesi konusunda özenli bir çalışma yürüttüğünü gösteriyor. Balkan Edebiyatı için öncü sayılacak bu çabanın titizlikle yürütülmesi, Balkanlarda Türk edebiyatının gelişimine katkı sunulması, Anadolu’yla kaynaşması bakımından çok önemli. Bu faydalı projenin hayata geçirilmesine vesile olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığına, Uzam Yayınlarına ve yazarlarımıza teşekkür ediyor, güzel Türkçemizin Balkan topraklarındaki sedasının gür ve ebedî olmasını diliyoruz.
Esma Polat
Yitiksöz Sayı-21