Bir Ahlak Filozofu: Taha Abdurrahman
Taha Abdurrahman, hayatını İslam medeniyetinin ihyasına adamış olan Faslı dil, mantık ve ahlak filozofudur. İslami gelenek ve dil konusundaki kapsamlı bilgisinin yanı sıra, Batı felsefesi alanında da derin bir birikim sahibidir. Entelektüel bütünlük içerisinde kayda değer bir külliyat meydana getirmiş olan düşünür; bu bağlamda 1970’li yıllardan günümüze dil, felsefe, mantık, ahlak, gelenek, modernlik, evrensellik, krizler, felsefi yaratıcılık başta olmak üzere hayati derecede öneme sahip konuları etraflıca ele alır. O, tartışmanın ve eleştirinin hem değerini takdir eden hem de hakkını verenlerdendir (Abdurrahman, 2021a: 13). Taha Abdurrahman’ın metinlerindeki sıkı mantıki örgü, yol gösterici yapı ve ifade güzelliğiyle insana neşe veren şairane ruh okuru hayrete düşürür. (Abdurrahman, 2020: 20). Onun temel gayesi, İslam dünyasındaki son iki yüzyıllık tartışmalar içinde gündeme gelen yeni ve eski sorunları cevaplayan bütünlüklü bir felsefi sistem kurmaktır (Abdurrahman, 2021a: 13). Zira ona göre felsefe, sadece saf aklın üretimi olmayıp hayal ve his gibi insanın farklı algılama biçimlerini de içine alan bütüncül bir etkinliktir (Abdurrahman, 2020: 106). Buradan hareketle felsefenin geleneksel düşünce bağlamında soyut bir bakış açısıyla ele alınmasına karşı çıkan filozof, felsefenin herhangi bir eylemi gerektirmeyen bir bilgi olarak görülmesinin bilgiyi ahlaktan ayırma sonucunu doğurduğunu iddia eder. Taha Abdurrahman’a göre felsefe, ahlaki yücelik ve güzelliklere ulaştıran amel ve hikmet için bir çerçeve sunmalıdır. Çünkü soyut bakış açısıyla yapılan inceleme ve değerlendirme, yaşama biçimiyle ilgili hususları, varoluşun anlam ve derinliğini göz ardı eder. Oysa felsefeye eylemin eşlik etmesi gerekir. Bu yüzden İslam dünyası felsefe ile ilk karşılaştığında ona “hikmet” adını verir. Çünkü hikmet esasen eylemle şartlandırılmıştır (Abdurrahman, 2020: 51- 53). Düşünsel bir boşluk ya da güçsüzlükten ziyade düşünce şaşkınlığı içerisinde olduğumuzu öne süren Abdurrahman’a göre bu durumdan kurtulmak için tutarlı ve yararlı hedeflere, etkili vesilelere yönelmek şarttır (Abdurrahman, 2020: 14-15). Bu çerçevede “kendimi vatanım ve milletim için daha yararlı hâle getirmem gerektiğine karar verdim. Bu ancak akıl ve delile dayalı sağlam bir bilgi yapısı kurmakla mümkündü!” (Abdurrahman, 2020: 21) diyen filozof, Müslümanların, taklidin boyunduruğundan kurtularak yeni ufuklara açılmaları gerektiğini vurgular. Ona göre, kendi birikimlerimizi özgün bir bakış açısıyla yeniden ele alıp dirilişimizi sağlayacak metodolojik bir sistematiğe ulaşmaktan başka çaremiz yoktur (Abdurrahman, 2021b: 33). Taha Abdurrahman’ın felsefesini özgün kılan önemli yönlerinden biri, yeni bir ahlak felsefesi inşa etme çabasıdır. Bu uğurda bütün benliğiyle mücadele eden filozof, ahlakı merkeze alan yeni bir İslam ahlak felsefesinin inşasını imkân dâhilinde görür (Abdurrahman, 2021b: 17).,
Taha Abdurrahman, eserlerinde çok farklı konuları ele alsa da onun düşüncelerinin bütününde öne çıkan temel fikir ahlaktır (Abdurrahman, 2021a: 16-17). Bu bağlamda insanın insanlığını belirleyen temel unsurun akıl değil; ahlak olduğunu iddia eder (Abdurrahman, 2021b: 17). Amelin düşünceden daha etkili olduğunu öne süren (Abdurrahman, 2021a: 123) düşünüre göre insana kimliğini, insanlığını kazandıran temel ölçü ahlaki fiillerdir. “Ahlak insanı insan eden ve diğer canlılardan ayrıcalıklı kılan yegâne unsurdur” (Abdurrahman, 2020: 112) diyen filozofa göre hayatının tümünü ahlakla kuşatan birey, bütün insanlık şartlarını tamamlamış demektir (Abdurrahman, 2020: 100). Zira bakış açısı ve eylemleri ahlakla şekillenen insan, yaratılan her şeye alçakgönüllülükle saygı duyar (Abdurrahman, 2021a: 16). Taha Abdurrahman, kişinin ahlakileşme fiiline bütün varlığıyla yöneldiğini vurgular. Böylelikle ahlakileşme fiili, bireyin bütün nefeslerine ve anlarına, bütün hareketlerine ve durmalarına hâkim hâle gelir. Diğer bir ifadeyle ahlaki hayat, insanın bedeninin bütün zerrelerine ve ruhunun bütün manalarına yayılır (Abdurrahman, 2021a: 124). Bu çerçevede ona göre insanın ahlak hayatı birbirinden kopuk anlardan ibaret olmayıp aksine sahibine özgü bir tarih oluşturan eylemler birliğidir. İnsanın kimliği de doğumundan ölümüne kadar bu tarihin tamamında yer alır (Abdurrahman, 2021a: 223). Sonuç olarak ifade etmek gerekirse ahlak, insanın bütün eylemlerini kapsar (Abdurrahman, 2020: 55).
Taha Abdurrahman, aklın soyutlamacı ve dar bakış açısıyla ele alınmasına karşı çıkar. Bu noktada soyutlamacı aklı; düşünceyi amelin önüne aldığı ve eşyanın iç yüzüne ulaşmaya çalışmadığı için eleştirir (Abdurrahman, 2021a: 255). Ona göre ahlaki meseleleri işgal altına alan soyut akılcılık bazı zamanlarda insanın insanlığına zarar vermiş, güç kazandığı dönemde ise modern insanın benliğinde yıkıcı bir unsur hâline gelmiştir (Abdurrahman, 2020: 56- 57). 20. yüzyılda büyük yıkımlara neden olan hâkim araçsal aklı ciddi bir şekilde eleştiren Taha Abdurrahman, ahlaken temellendirilmiş aklın inşa ettiği bir dünya görüşünü savunur. Bu noktada ise ahlaki tecrübe ile güçlü akli yöntemi bir araya getiren kapsamlı bir düşünce inşasını öne çıkarır (Abdurrahman, 2021a: 17). Ona göre yaşadığımız gerçeklikler, bizi “akıl” kavramını genişletmeye davet etmektedir (Abdurrahman, 2020: 85). Bu bağlamda akıl-duyu ve akıl-kalp arasında ayrım yapan Yunan felsefesini eleştirir. Aklın epistemolojiye, kalbin duyguya indirgenmesini kabul etmez (Abdurrahman, 2021a: 217). Yunan geleneğindeki anlamıyla aklın, bir öz olmayıp kalpte kaim fiillerden bir fiil veya niteliklerden bir nitelik olduğunu vurgular (Abdurrahman, 2021c: 31). “Kur’an’a göre aklın kaynağı kalptir” diyen düşünüre göre akıl, kalpten sadır olan hareketleri ve ilişkileri yakalayan bir eylemdir (Abdurrahman, 2020baa: 41-42).
Taha Abdurrahman, özgün bir hakikat algısına sahiptir. Hakikatin tek bir boyuta indirgenmesini reddeden düşünür, hakikati öncelikle varoluşsal bakış açısıyla ele alır. Ona göre hiç kimse; insanın, varoluşla ilgili bazı problemlerinin ve meselelerinin olduğunu inkâr edemez. İnsanın, bu dünyada rasyonel gerçekliğini ortaya koyabilmesi ve hayatta meşruiyet kazanabilmesi için bu sorulara cevap vermesi elzemdir. Zira insan, varoluşunun ne manaya geldiğini ancak bu şekilde öğrenebilir (Abdurrahman, 2021b: 136). Taha Abdurrahman, insanın hakikatinin tek bir dünyaya ait olmadığını vurgular. Ona göre insan çift yönlü bir tabiata sahiptir. Bu bağlamda insan, birbirini gerektiren ya da birbirinin içine geçerek bütünleşmiş olan iki hayatı andıran geniş perspektifli bir hayatı, tek bir hayat içinde yaşamaktadır. Bu hayatlardan biri, görünen fiziki âlemden oluşurken diğeri metafizik unsurlardan meydana gelir (Abdurrahman, 2021b: 70-71). Düşünür bu noktada modern dönemin insanlarını, iki âlemi birbirinden ayırdıkları (Abdurrahman, 2021b: 46) gerekçesiyle eleştirir. Modern akıl ve çağdaş epistemolojinin insanın bâtıni yönünü ve iç dünyasını göz ardı ederek gerçekliği dar bir kalıba mahkûm ettiği kanaatindedir. Ona göre bu darlığın giderilmesi için çok büyük bir çaba sarf edilmelidir. (Abdurrahman, 2021b: 837-839).
Taha Abdurrahman, aşina olduğumuz realizmin sadece bu dünyaya ait fiziki bir gerçeklikten ibaret olduğunu savunur. Ona göre realizm, kendisine fiziki dünyadaki varoluş ilkesini referans almıştır. Bu varlık düzeyinin ise zaman ve mekânda hacimli ve yer kaplayan bir varlık sahasının ötesine geçmesi imkânsızdır (Abdurrahman, 2021b: 839). Oysa var olmanın hakikati, tek bir âleme özgü olmayıp metafizik âleme kadar uzanır (Abdurrahman, 2021b: 66). Zira insan, görünen şehadet âlemi ile kuşatılmasının çok daha ötesinde gayb âlemi ile de kuşatılmıştır (Abdurrahman, 2021b: 45). “Nihayetinde, fiziki âlem, dokuma tezgâhındaki bir kilim misali yatay ilmekler hâlindeki argaçlara benzerken, metafizik âlem, dikey ilmekler şeklindeki çözgüler gibidir. Böylece her iki âlem birbirine kenetlenmiştir.” (Abdurrahman, 2021b: 840) diyen düşünür, hakikatin bütüncül bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini vurgular. Kısaca ifade etmek gerekirse Taha Abdurrahman’a göre insanın varlığı bu dünyanın dışına, göremediğimiz âlemlere kadar uzanır (Abdurrahman, 2021b: 57).
i ve küreselleşmeye yönelik eleştirileri de dikkate değerdir. Ona göre modern Batı medeniyeti; akıl medeniyeti olmak bakımından eksik, söz medeniyeti cihetinden de zalim bir medeniyettir (Abdurrahman, 2021a: 86). Zira modern medeniyet haksız bir şekilde sözü fiile tercih ederek ona fiilin işlevlerini yüklemiştir (Abdurrahman, 2021a: 112). Bu bağlamda modern epistemoloji, sahiplerini ahlak arayışına götürmediği ve ahlakla süslenmek diye bir derdi olmadığı için insanlığa bir doğruluk krizi miras bırakmıştır. Benzer şekilde bu modelin akli yöntemleri, sahiplerini gayba vakıf olmaya götüremediği için insanlığa bir amaç krizi bırakmıştır (Abdurrahman, 2021a: 137). Taha Abdurrahman’a göre Batı medeniyetinin akli yönü, insanın ahlaken yükselme yollarını ortadan kaldırmakta, sözel yönü ise ahlakın alanını daraltmaktadır. Benzer şekilde Batı medeniyetinin epistemolojik yönü, ahlakı bilimsel uygulamadan çıkartarak onu manevi anlamlardan koparmaktadır. Teknolojik yönüyse ahlakı giderme ya da başka bir şeyi onun yerine koyma çabasındadır. Bu medeniyet, Taha Abdurrahman için aklen eksik, sözel açıdan zalim, epistemolojik olarak krizde ve teknolojik bakımdan otoriterdir (Abdurrahman, 2021a: 207). Ona göre modernitenin olgu, fenomen ve değerleri de ciddi anlamda sıkıntılıdır (Abdurrahman, 2021a: 39). Bu yönüyle bilimsel bilgi, incelediği konuların varoluşsal yoğunluğuna değil, sırf işlemsel inceliğine odaklanmaktadır (Abdurrahman, 2021a: 164). ,
Taha Abdurrahman’a göre dile getirilen sıkıntıların çözümü noktasında modernitenin durduğu yüzeyden uzaklaşan, hayatın ve insanın derinliklerine dalan bir ahlak arayışında olmak gerekir (Abdurrahman, 2021a: 39). Taha Abdurrahman’a göre küreselleşme, görülür dünyada kazanılmış değerlerle hareket eden ve insanı tamamen bu dünyaya yönelten metalaştırıcı bir yayılmadır. Bu kazanılmış değerler ise yeryüzünde büyük bir bozulmaya sebebiyet veren; başıboş özgürlük, yırtıcı rekabet, vahşi kâr, otoriter ve bencil güç ile sistematik maddecilikten başka bir şey değildir (Abdurrahman, 2021ç: 271). Mutlak gayesi sadece kesintisiz kâr etmek ve kazanç yığmak olan metalaştırıcı yayılma insanı araç hâline getirir. Bununla da yetinmeyip değerlerin ve ilkelerin kalbine yönelir. İnsanların gözünde gaye olan şeyi araçsallaştırdığı gibi insanlar nezdinde araç sayılan şeyi gayeleştirir (Abdurrahman, 2021ç: 269). Görüldüğü üzere küreselleşme insani değerleri ciddi anlamda tehdit etmektedir. Taha Abdurrahman’a göre küreselleşmenin bozukluklarını gidermenin yolu ise güçlü bir ahlaki inşadan geçmektedir (Abdurrahman, 2021ç: 281).
Taha Abdurrahman, bütün düşünsel faaliyetlerinde İslami kültür havzasının canlılığından hareket etmeyi temele alan çok önemli bir düşünürdür (Abdurrahman, 2020: 60). Bu bağlamda o Batılı metotları başarıyla kullanabildiği gibi aynı şekilde Batı modernliğine de önemli eleştiriler getirmiştir. Ona göre Müslüman bir düşünür, kendi manevi ve medeni yapısını savunabilme kudretine sahip olmak zorundadır (Abdurrahman, 2020: 152). Zira dirilmemiz ve kendi özümüze dönebilmemiz için yaratıcılık alanına girmekten başka çıkar yol yoktur (Abdurrahman, 2020: 64). Bu noktada yeniden dirilmesi ve ihyası gereken şey ise İslam geleneğinin ruhudur. Zira bu ruh sonsuza dek var olacak insani değerlerden oluşmaktadır (Abdurrahman, 2020: 146). Görüldüğü üzere Taha Abdurrahman, okuruna özgün bir ahlak felsefesinin nasıl inşa edilebileceğini en ince detaylarına kadar anlatır. Ele aldığı konuları hem ahlaki hem de varoluşsal bakış açısıyla değerlendirir. Bu noktada sadece problemleri ele almakla kalmaz aynı zamanda ilgili sorunların çözümü konusunda da özgün fikirler ileri sürer. Abdurrahman’ın içtenlikli ve hasbi tavrı, bütün kelimelerine sirayet eder. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Taha Abdurrahman; insanları okumaya, yazmaya, öğrenmeye, nitelikli eserler kaleme almaya, kapitalizmin her şeyi araçsallaştırmasına tepki göstermeye, Batı’yı taklitten kurtulmaya, İslam medeniyetine diriltici bir soluk olmaya, asil bir düşünsel duruş sergilemeye, samimiyete, güzel yaşamaya, anlamlı ve derinlikli bir varoluşa, hakikati bütüncül bir bakış açısıyla kavramaya, ilim yolculuğunda kalıcı izler bırakmaya, ahlaki değerleri her zerresiyle içselleştirmeye davet eder.
Erol Çetin
Yitiksöz Sayı-24