Cahit Zarifoğlu Şiiri Üzerine Notlar

 

İsmail Kara İstiklâl Marşı’nı kendi deyişiyle “bir düşünce tarihi metni” olarak yorumladığı İstiklâl Marşı isimli incelemede (Dergâh Yay. İstanbul: 2021) Mehmet Âkif ’ten çok sayıda alıntıya yer verir. Âkif, 1920 sonbaharında Kastamonu’da cami kürsüsündeki vaazında, gözünü açtığından beri Avrupa medeniyeti, irfanı, adaleti, efkâr-ı umumiyesi nakaratına maruz kaldığını, İngiliz adaleti, Fransız hamiyeti, Alman dehası ve İtalyan terakkiyâtının kulaklarını doldurduğunu söyler. Âkif ’in haklı şikâyeti esasen bütün bir Cumhuriyet dönemi edebiyatının da meselesi olsa gerektir. Bunun böyle olmadığını, Avrupa merkezci, otoriter modernleşmeci tutumun Türk edebiyatçılarının çoğunluğunu kuşattığını biliyoruz. İşte Cahit Zarifoğlu (1940-7 Haziran 1987), Batı merkezci, otoriter modernleşmeci edebiyat ikliminde şiirden mektuba, hikâyeden deneme ve eleştiriye varasıya yazdığı bütün türlerde Müslüman kimliğinin temelinde etik ve estetik duruşunu muhafaza etmeyi, Batı merkezciliğe cepheden itiraz etmeyi başarmış çok önemli bir ediptir.

 

Her şairin yazarken kayıtsız kalamadığı üç esas meselesi vardır. Bunlar; estetik tercih, etik endişe ve politik duruş (dünya görüşü) olarak karşımıza çıkar. Yazının başında Zarifoğlu’nun bu üç meseleye doğru yerden yaklaştığını, Müslüman kimliği esasında etik ve estetik unsurların sahici bir sentezini şiirinde ve edebî eserlerinin tamamında inşa ettiğini söyleyelim. Romantizmin, kapitalist hayat tarzına dolaysız bir zıtlık bulundurduğunu göz önüne alırsak, metafizik eğilimleri de ihtiva eden, İslamî bir hayat tarzının müdafaasını samimiyetle benimseyen ve bu doğrultuda yaşayıp davranan birinin verimi mânâsında Zarifoğlu şiirinin romantik, bu bağlamda Batıcı ideolojiye muhalif ve kederli unsurları ihtiva ettiğini iddia edebiliriz. M. Löwy ve R. Sayre, İsyan ve Melankoli ’de (Çev. I. Ergüden, Versus Yay. İstanbul: 2007) romantizmin modern kapitalist medeniyetin premodern değerler adına eleştirisini içerdiğini ve ikili bir ışıkla, “isyan yıldızı ve melankolinin kara güneşi” ile aydınlandığını yazarlar. Romantik bakış açısının esas unsurlarını sosyal gerçekliğin reddinde, kayıp tecrübesinde, melankolik özlem ve kaybedilenin aranmasında bulan Löwy ve Sayre, romantizmin olumlu değerlerinin ise, mübadele değerinin karşısına çıkartılan niteliğe dair değerler olduğunu ifade ederler. Bu değerler arasında, hayal gücünün hürriyeti ile kendini teşhir eden bireyin öznelliği ve benlik zenginliği yer alır. Zarifoğlu’nun 1967’de yayımlanan ilk şiir kitabı, şairdeki maceracı ruhtan, öznel bireysel tutumdan, benlik zenginliğinin gelişme sürecinden izler barındıran İşaret Çocukları’dır. Kendi arkadaş grubu içinde ilk çevreci olarak bilinen şair, Avrupa’yı otostopla dolaşan ilk “Müslüman kimlikli şair” diye nitelenir. (Bkz: Sıddık Akbayır, “Otuz İki Kısım Tekmili Birden: A. Cahit Zarifoğlu”, http:// www. 40ikindi.com/edebiyat/oku. php?id=1834.) Bu çerçevede ilk şiirlerinden bir misali sunalım (C. Zarifoğlu, Şiirler, Beyan Yay. İstanbul: 2021: 23) :

 

“Can akıldan geçerken üstün gemi / gelir yaslanır bir direğe / kızkardeşinin kanıyla diz kapağını / göbeğine bir haç getirip gölgesine / aleksandirina usulü ağlayıp / nerden nereye ün saldı // Su demek ki taşın çakıl cinsinden / zamanla toprak / incecik zar kesmekte / çok ‘mahirdi’/ Ona / İlyada nasıl kendini benzetip / bakmışsa bugüne // Gün ışığında bütün limanların / nasipsiz gemiye / sanki başka liman duruşu gibi / tanrıya yabanlaşmış / canların güneşi”. Löwy ve Sayre, yukarıda ismi geçen analizde, romantizmin diğer büyük değerini, ilk değerle diyalektik olarak zıt kutupta yer alan “birlik” olarak tespit ederler:

 

“Benin kapsayıcı iki tümlükle birliği: Bir yanda, tüm evren ya da doğayla, diğer yanda insan evreniyle, insan topluluğuyla birliği. Romantizmin birinci değeri onun bireysel ya da bireyci boyutunu oluştururken, ikincisi birey-aşırı bir boyutu ortaya çıkartır. Birincisi kendini nostalji konusu haline getirdiğinde bile modern iken, ikincisi gerçek bir geri dönüştür. (…) [R]omantik görüşü tanımlamakta öznel ve bireysel özelliklerin yanısıra topluluk, cemaat gereğinin de temel olduğunu vurgulamak önem taşır. Hatta bunun önemi daha da büyüktür; çünkü kayıp cennet daima bütündeki -insan ve doğa- kusursuzluktur.” (2007:32-33) İşte Zarifoğlu, ikinci kitabı Yedi Güzel Adam’dan (1973) itibaren İslamî referanslı cemaatla birliğin müjdelendiği, bir birliği gaye edinen bir şiiri mükemmel bir şekilde kaleme alır: “ (…) Melekler kırmızı yanar / Kâlbe tutuşan her şey kırmızıdır / Hele kâlb hazırsa / ‘kentten bir er kalkar - Onun eri / Kollar semayı deryayı korkularından / Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza / Söyleyelim ya hay ya huu / -Yolları aydınlık kıl yaradan” (Şiirler, 2021:145)

 

Zarifoğlu’nun şiiri pek çok şair ve eleştirici tarafından bilhassa “kapalı” bir şiir olarak değerlendirilir. Bu şiir toplamı Rasim Özdenören’in Şiirler kitabındaki kıymetli ifadesiyle: “[B]unca anlaşılmaz, kapalı ya da zor anlaşılır bulunmasına rağmen, şimdiye kadar hiçbir aklı başında şiir okuyucusu (eleştirmen ya da okuyucu olarak) bu şiirleri reddetmek, yoksaymak cesaretini gösterememiştir. Çünkü elindeki metinler, anlaşılması zor da olsa daima değerli bir ürün olarak görünmüştür.”

 

(Şiirler, 1989: 9) Öyle ki, anlam konusunun neredeyse bu şiir toplamıyla özdeşleşen bir problemi teşkil ettiğini iddia eden Ramazan Kaplan, şairin, ilk şiir kitabından sonrakilerde anlamda kapalılık meselesini aştığını ve bu şiirin anlaşılmasında, şairin biyografisinin okur tarafından bilinmesinin anahtar bir rol oynadığını vurgular:

 

“Necip Fazıl gibi, Zarifoğlu’nun düşünce ve inanç dünyasındaki değişim ya da olgunlaşmanın da, şiirinin muhtevasında, dahası söyleminde belirleyici bir faktör ol[ması sözkonusudur]. Zarifoğlu’nun şiirindeki insanların duygu ve düşünce serüvenlerinin, her yeni şiir kitabında gittikçe artan bir açıklık kazanması gibi; şiiri de, sözgelişi Korku ve Yakarış’ta daha anlaşılır bir nitelik kazanmıştır. (...) Zarifoğlu’nun şiiri son derece sahibine bağımlı şiirlerdir. Oysa herhangi bir modern şiirdeki sembol ve imajlar, ne kadar bol ve kapalı olursa olsun, bunlarla ifade edilmeye çalışılan durumların çağrışımları sezildiğinde, şiiri çözmek mümkündür. Bu nedenledir ki, Zarifoğlu’nun biyografisine ilişkin noktalar bilindiği oranda, şiirini anlaşılmaz kılan birçok nokta da ortadan kalkacaktır.” (Bkz: Prof. Ramazan Kaplan, “Cahit Zarifoğlu’nun Şiirinde ‘Anlam’ Konusunda Bazı Düşünceler, http:/www.zarifce.com/zarifçe/hayret-makami/rkaplan.htm) Çoğu şair, eleştirici ve yazarın Zarifoğlu şiiriyle ilk karşılaşmalarında duydukları derin hayretin esasında bu şiirin kaynağını, öze dair tek anlamlılığını ve kökene dair titizliğini ilk anda algılayamamaları hâli bulunur. Ebubekir Eroğlu, Modern Türk Şiirinin Doğası’nda (YKY, İstanbul:1993) Zarifoğlu şiirinin yaş ve kuşak olarak o dönemdeki (1960’lar) şiir dilinin olgunlaştığı yerde ortaya çıktığını; ne var ki, öncülerin bıraktığı yerden değil de, başladığı yerden başladığını, daha ilk şiirlerinden itibaren özgün bir şiir için gerekli ses ve tekniğe sahip olduğunu yazar. Eroğlu, Zarifoğlu şiirinin -pek çok defa dile getirildiği gibi- içsel olmaktan manevî olmak’a doğru bir çizgi yansıttığını iddia ederken haklıdır.

 

Okuduğunuz denemenin bu noktasında, hem içe dair safhasında, hem de manevî yolculuk aşamasında bu şiirin esasen yalnızlık teması ile şekillendiğini vurgulamak isteriz. Şair üzerine kaleme alınan çoğu denemede ve şairin günce, konuşma ve şiirlerinde yalnızlık teması işlenir, ancak şiirleri yalnızlık teması bakımından derin bir analize tabi tutulmaz. Zarifoğlu üzerine derlenmiş çok yazarlı ve özenli bir eserin, Âlim Kahraman’ın hazırladığı Cahit Zarifoğlu- Yürek Safında Bir Şair’in (Kaknüs Yay. İstanbul: 2003) şairin vefatından ancak 16 sene sonra yayımlandığı düşünülürse bu durumu tabii saymak gerekir. Zarifoğlu şiirini yalnızlık teması bağlamında ele almak, hiç şüphe yok ki, şiirin özündeki ve şairin tezlerindeki “manevî olana giden çizgiyi” inkâr etmek, şiirini seküler bir anlama indirgemek demek değildir. “Bir şair olmak istedim / İslâm haritasında” diyen bir şairin 500 sayfayı bulan şiirlerini sadece yalnızlık teması bağlamında veya dışavurumculuk vb. etkiler etrafında şekillenmiş bir verim olarak değerlendirmek tabii ki yanıltıcı olur ve ömrünü verdiği emeğine saygısızlık anlamına gelir. Ne var ki Zarifoğlu’nu okurken şairin hüznü, yalnızlığı, ıssızlık arayışını yeri geldiğinde doyasıya ifade ettiğini hiç akıldan çıkarmamak gerekir.

 

Şairin otostopla Avrupa’yı dolaştığı, macera peşinde koştuğu dönem kabaca ilk şiirlerine ve “içsel olan”ın taşmasına denk gelir. Mavera dergisindeki çalışmaları ve genç şair adaylarına şiirin nasıl bir sanat dalı olduğunu öğretmede yoğunlaşan gayretleri ise bir bakıma şiirinde “manevî olan”ın hüküm sürdüğü dönemle temsil edilir. Birbirinden kolayca ayrılmayan bu iki dönemde şiirinde baskın olan unsurun yalnızlık ve dolaysız olarak iletişim kurmaktan kaçınma tutumu olduğunu iddia etmek isteriz. Zarifoğlu, kısa hayatında yalnızlığını keşfeder, şiir yazarak ve seyahat ederek onunla başa çıkmaya çalışır. Arkadaş ve izlerçevresini tedirgin edecek tarzda içe dönük ve bu ifadeyi ihtiyatla kullandığımızı belirtelim ki “bireyci” bir şiir kaleme alır.

 

Zarifoğlu şiirindeki bireyci tutum ve yalnızlığın bir tema olarak karşımıza çıkması bu şiir birikiminin Sezai Karakoç şiirinden farkını da gösterir. Kaplan’ın yukarıda ismi geçen çalışmasından nakledelim: “Karakoç’un [eserlerinde- AGY] (...) şiir kültürel bir tabana oturtulurken; Zarifoğlu’nun şiiri, kültürel bir mirası zemin seçerek oluşmuş bir şiir değildir. İşaret Çocukları’ndaki estetik ve duyarlığın izlerini taşıyan birçok şiirde, projektör, insan ve hayata çevrilmiş, yakalanabilen her şey şiire girmiştir. Onun şiirinde yer yer tenselliği ağır basan ve adeta, bireyin bütün varlığıyla olağan bir boşalımı, tabii bir dışavurumu biçiminde gerçekleşen bir cinsellik bile bu bağlamda düşünülebilir. Zarifoğlu’nun şiirinde birim, kendisiyle var olan, kendisini şiirin merkezine yerleştirmiş olan ve şairin kendi ‘ben’inde somutlaşan ‘birey’dir ve o, kendi yalnızlığını ve trajedisini yaşar.” Şiirsel bir metin olarak kabul edebileceğimiz Yaşamak isimli benzersiz günlüğündeki (Beyan Yay. İstanbul: 2004) bir pasaj, şairin yalnızlığı nasıl idrak ettiği ve gözlemlerini nasıl içselleştirdiği ile ilgili bir ipucu sunar. Poetik ve psikanalitik tahlili gerektiren bu derin pasajı nakletmekte fayda vardır: “Bütün büyük anlar yalnızlıktan yontuldu. Taşın içindeki şekli dışarıya çıkardığını söyleyen heykel yontucusundan daha metafizik bir olguyla. Ve sonunda sonu gelmeyen yalnızlık yığınlarına bekçiler seçildi. İçimdeki iniş ve çıkışlar size yansıyorsa, benimle aynı şeyi dinliyorsanız, sihirli bir susuştan sonra, tıpkı çekiç sesleri arasında o kalın ve gür erkek Sigfridin mağarada Mimeye derin bir melankoliyle anne ve babasının kim olduğunu sormaya başlaması gibi, biz de kendimize yalnızlığı soralım.”

 

Zarifoğlu’nun şiire dair fikirlerinin derli toplu olmadığını; fikirlerin şairin günlükleri, gazete ve dergi yazıları ile Mavera dergisinde yayımlanan “Okuyucularla” başlıklı bölümdeki değerlendirme notları arasında dağıldığını tespit eden bir denemede, şiir hakkındaki yazı ve konuşmalarında farklı zaman ve açılardan hep aynı konunun, “insanın derin yalnızlığının” ele alındığı vurgulanır (Bkz: Mehmet Erdoğan, “Cahit Zarifoğlu’nun Şiire Dair Düşünceleri”, Kökler, Sayı 11, İstanbul:2006) Mehmet Can Doğan ise Şair Sözü ’nde (YKY, İstanbul: 2006) şairin şiirlerini, yayımlandığı senelerde o dönemde yayımlanan diğer şiirlerden ayıran bir yönün, bu şiirin yaratıcısının şehre mesafeli duruşunda yattığını, şehre zıtlık şeklinde beliren bu özelliğin esasen şairin yalnızlığı ve yaban duyarlığı ile ilintili olduğu ve yaban duyarlığın şiiri mekânsız bıraktığını iddia eder. Zarifoğlu, “Bir başıma tenhalarda kahroldum.” diyen bir şairdir. Kalabalıktan devamlı kaçtığı, günlüğünde anlattığı “yalnız ardıç”a benzediği, herkese yardım ederken kendini gizlediği, kendi dünyasında yaşadığı, bilhassa Mavera dergisinde yarattığı dünyada hitap ettiği genç şair adaylarının çoğunlukta olduğu kalabalığı, insanlarla tek tek ilgilenerek, âdeta yığından soyutlayarak oluşturduğu dostlarınca gözlenir. Zarifoğlu’nun şiirlerinde şairin yalnızlığını ve onunla başa çıkma yollarını vurguladığı çok sayıda misal vardır. Korku ve Yakarış isimli, manidar alt başlığı “başım eğik dilim kapalı gözler kançanağı anlamında” olan son kitabıyla aynı ismi taşıyan şiirden, yalnızlık ve inzivayı vurgulayan mısraları sunalım:

 

“Delicesine yalnızlıktan yana reyi / Elleri berrak ve dolu / Arındı soyu kurudu kinlerin sanki / Vuruyordu son bahtsız atılışında / Köpeklere yaslanarak bir avluda / Ve ayaklarının altında / Her kiminse doğranmış saç örgüleri // Ve şimdi adam ey çocuk / Eline bir dudak inziva al göster onlara / Belgele sevişebildiğini aklın / Kuşların o hızlı oluş adına / Çalılardan uçurduğu baharla / Uzaktan kur düşleri ve başla binmeye / Gemiler gibi gelen günlere” (Şiirler, 2021:370) Zarifoğlu, kendini gizlememiş bir şairdir, huzursuzluğunu dile getirmekten kaçınmaz. Melankoli ve yalnızlık, kendisini “İslamî hassasiyete sahip bir şair” olarak tarif eden sanatçının verimliliğine dair akılda tutulması gereken kelimeler arasındadır. Bir misal de “Ilık Kocaman Bakışlar” isimli şiirden: “Sadece / ‘Melankoliniz uğradı’ diyor pansiyoncu kadın / ‘Haber vereyim dedim yoktunuz dünden beri bekliyor odanızda // Elimle / kendi elimi tutuyorum / Yan yana gidiyormuşum gibi kendimle.” (Şiirler, 2021: 473)

 

Ömer Erdem’e göre şairin melankoli ve yalnızlığında etkili olan faktörler arasında Zarifoğlu’nun çevresinde yeterince kabul gören bir şair olmamasının da payı vardır: “Daha başlangıçta anlaşılmaz şeyler yazan şair olarak damgalanmıştı.(...) Ve ben, bir gün şöyle dediğini duydum çevreden bir zatın: ‘karşıtlarının bile kabul ettiği şairlerimizden biri’. Bu sözden çok rezervi daha önemlidir.” (Bkz: Kahraman, age, s. 139) Zarifoğlu, 1980 öncesi dönemde edebiyat camiasında İslamî hassasiyete sahip bir şair olarak azınlıkta olmanın sancısını -izlerçevresi tarafından yukarıdaki gibi değerlendirildiği için- iki defa hissetmiş bir şairdir. Müslüman kimlikli bir şair olarak bilinmenin o dönemde yarattığı güçlükler, edebiyat dünyasındaki kutuplaşmadan yaptığı işin vasfı ile orantısız şekilde insafsız bir pay almak ve kendi çevresi içinde “Ötekiler de biliyor bizim şairi” gibi bir ifadeye adeta hapsedilmek... Bu tespitler, şairin melankoli ve yalnızlığında rol oynayan etkenleri vurguladığı için önemlidir. Not düşelim: Zarifoğlu’nun bütün eserlerinin özenli baskılarla okurla yeniden buluşması (Ketebe Yayınları, Cahit Zarifoğlu Kitaplığı, 26 cilt, İstanbul) onun eserleriyle ilk defa karşılaşacak nesiller bakımından çok sevindirici bir gelişmedir. Zarifoğlu’nun her zaman Müslüman kimliğine sahip çıktığını, kısacık ömrüne başta şiir olmak üzere çok sayıda farklı türde edebî eseri sığdırdığını, estetik tercihi ve etik duruşu ile gençlere misal teşkil ettiğini hiç unutmayalım. Onun kıymetli eserinin “her kesimden” şairin kendi şiir macerasıyla hesaplaşmasının yolunu açan bir ölçüyü ve bir hizayı temsil ettiğini ısrarla vurgulayarak yazıyı sonlandıralım.

 

Ali Galip Yener

 

Yitiksöz Sayı-23