Can

 

Sırça köşkte yaşayan, komşusuna taş atmamalı, demiş atalar. Kara Turan sözüne dikkat etseydi başımıza bunlar gelmezdi üstelik Silivri’den de sürülmezdik...

 

Söz var, iş bitirir; söz var, baş yitirir. Ben katil, otuz yıl sonra konuşuyorum sizinle. Sakallarım beyazlamış, hayatımdan tat almaz olmuşum, içimde kocaman bir cenaze kokusu.

 

Caminin inşaatında beraber çalışmıştık.

 

En iştahlı, en güçlü, en becerikli çalışanımız oydu.

 

O, şefin adamıydı. Şef, köşkte oturur, köyü, ovayı oradan izlerdi. Cuma’dan cumaya inerdi köyün içine. Köylüler onun köy odasında -misafir odasını köy odası gibi kullanırdı- toplanırlar, direktiflerini dinlerlerdi.

 

Kanala gidilecekse şefin köşkünün önünde toplanılır, yoklama alınır sonra da römorklara doluşulup gidilirdi.

 

Hepimiz iştahlıyız; ama Kara Turan’dan çok rahatsız şef. Onun her sözü batıyor.

 

Caminin yerini seçmede pek zorlanmadık. Köyün meydan çeşmesinin sağ tarafında büyük bir boş alan vardı. Kara Lütfullah’ın tarlasına kadar uzanıyordu. Azer Amca, o zamanlar önderimizdi. Kocaman kasketini kafasına takar daire daire dolaşırdı. İlçenin amirleri, memurları Azer Amca’yı severler, işini hemen yaparlardı.

 

Cami iznini bir günde çıkarıp geldi.

 

Kara Lütfullah ile Şaş Bekir tarlalarından birer evlek hibe ettiler. Top sahası kadar bahçesi oldu caminin.

 

Rahmetli Ağa Nuri, şu yazıların yarısının sahibiydi. Çiftliğinin yolu bizim köyün içinden geçerdi. Arada bir çeşmede dinlenir, su içer, bizimle hasbıhal ederdi.

 

Yoksulduk, lakin coşkun inancımız vardı. Sabahın kör karanlığında yola dizilir, namazı tarlada eda eder işe öyle başlardık.

 

Bayramda hiçbir ev atlamaz, ziyaret ederdik. Kimsesi olmayan evin bahçesinde de bekler, avlusunda aşr-ı şerif okur geçerdik.

 

Kara Turan’ın evine gelmiştik, şefe baktım, gözlerini indirdi, zorlanıyordu ama sabrediyordu gene de.

 

Kurban derilerini topladık. Azer Amca’ya verdik. O da gidip demire yatırdı. Buğdaylar biçilince de herkes durumuna göre üçer beşer ölçek getirdi. Onu da sattık, çimentoya yatırdık.

 

Pamukları topladık. Üzerimizde büyük bir yılgınlık, yorgunluk vardı. Yağmur üç gün aralıksız yağdı.

 

Fahı Hasan’ın oğlu Abidin traktörle Sivrisu’dan kum çekti, çeşmenin yanına yığdı. Azer Amca da demiri, çimentoyu şefin izniyle köşkün boş odalarından birine yığdı.

 

Güneşli bir aralık sabahıydı. Ekin tarlalarında çiğ taneleri çözülüyor, koyunlar kırlarda meleşiyordu.

 

Azer partal ceketiyle, melon kasketini çekmiş, meydana çıktı, yüksek sesle çağırdı. Kazmayı küreği sırtlanan geldi. Temel kazdık o gün. Kazmanın biri kalkıyor biri iniyordu. Azer Amca gıvlıyor, iştah veriyordu. Üçüncü gün usta geldi.

 

Him yerini beğendi, iyi kazmışsınız, dedi. Çimentoya, demire, briketlere baktı. Az bunlar, iki günde biter ama başlayalım hele biz, dedi. Usta o akşam Azer Amca’nın konuğu oldu. Sonraki günlerde sırayla misafir ettik.

 

İpleri gerdi, köşe taşlarını yerleştirdi. Kocaman taşları beş kişi zor kaldırıyorduk. Aşk ile deyip kaldırdık, bismillah deyip yerine koyduk.

 

Akşamları şefin yanındayım. Kara Turan çok oluyor diyor. Ama neyi çok Kara Turan’ın, şef marazalanmış bir kere.

 

İkinci gün öğleye doğru caminin duvarları görünmeye başladı. Kuşluk çayını onun eşi Hanzade Hanım getirmişti. Cami yerine bakıp bakıp gülümsüyordu. Başında oyalı, beyaz yemenisi vardı. Çenesinin altı düşüyor, o da bağlıyordu. Bunu yapmaktan bıkmıyordu.

 

Şefin adamıydım ama canla başla çalışıyordum. Kaye da onun gibi istekliydi. Takım taklavat davalarından, aramız pek iyi gitmezdi. Ama bu cami işinde, görenleri imrendirircesine, kırk yıllık ahbap gibi omuz omuza çalışıyorduk. Hatta küslüğü, kırgınlığı bir kenara atıp şakalaşıyorduk. O benim sakalıma takılıyor, keçi seni diyor, ben de ona leylek boylu diyordum. Çalışanlar bile katıla katıla gülüyorlardı şakalaşmamıza.

 

Kara Turan, uzun boylu, arık, esmer bir adamdı. Müslüman adamdı. Hak yemez, hak yiyeni sevmezdi. Komşumdu, komşuluğundan çok memnundum, bir kemliğini görmemiştim. Benim biraz huylu olduğumu bilir, her zaman alttan alırdı. Namazını aksatmaz, tarlada, bağda bahçede kıbleyi bulur, toprağı seccade ederdi.

 

Her şeyi güzeldi Kara Turan’ın; ama sözü yok mu, sözü batardı. Öyle bir yerde öyle bir söz ederdi ki batardı diken gibi, batardı dal gibi, koyun kuzu güderken ayağıma çakılan koca çalılar gibi saplanırdı içime. O zaten sözü yüzünden o sonla karşılaştı.

 

Ben, sıska esmer, çalçene, dindar bir adamdım. Biraz sinirli olduğum söylenir ama doğru değil, haksızlığa, kalleşliğe boyun eğmeyişime sinir diyorlar.

 

Ustaya birimiz harç verirken birimiz briket veriyorduk. Hayırda tatlı bir yarış içindeydik. O, uzun boylu olduğu için duvar yükseldikçe ustanın elinin altına onu verdik. Ben ona, o da ustaya.

 

Cami, adam boyu yükseldi. Bütün ahali sırayla çalışıyoruz. Elifin hecesi var, gündüzün gecesi var, Sivrisu Mahallesi’nden kaytaranlar oluyor ama onlara da ses etmiyoruz. Bu Allah işi, her ne ki yaptın, gönülden olmalı. Şefin yardımıyla birkaç gün daha devam ettik ama bitti. Çimento, briket, demir bitti. Kimsede derman yok. Kazanın dibini sıyırarak yaşıyorduk hepimiz. İçimizde sadece şefin hâli vakti yerindeydi. Onu da Kara Turan rahatsız ediyordu. Kara Turan bir tarafta, şef bir tarafta. Tarlaları takım bile değil. Evleri komşu bile değil. Lakin şef ondan hazzetmiyor.

 

Ağa Nuri, caminin inşaatını uzaktan izliyormuş. Bir ikindi üstü, çeşmenin yanında abdestlerimizi yeniledik, ezanı bekliyorduk. Arabasını çeşmenin önünde durdurdu, selamdan sonra serin sudan içip hepimizin elini sıktı. Sonra da inşaata baktı, usta nerde dedi. Şehre gitti beyim dedik.

 

Tebernuş Amca cami duvarına çıkıp ezanı okudu. Ağa da cemaate katıldı, sıvasız yarım duvarların briket, çimento kokuları içinde namazı kıldık. Yeniden çeşmenin yanında toplandık, Ağa’yı arabasına kadar uğurlayacağız. Ama nasıl etsek de yardım istesek diyoruz, hepimiz içten içe aynı düşünüyor ama söyleyemiyoruz işte. Şefe kalsa hiç istemeyelim, paramız oldukça yapalım diyor. Arabadan kafasını çıkardı, Azer Amcaya, yarın haber sal usta gelsin dedi.

 

Kara Turan’ın gözüne baktım, aynı sevinci yaşıyorduk. Azer Amca da oğlu Kerim’in elinden sıkıca tutmuş, oldu oğlum, cami işimiz oldu, yapıldı bil artık diyordu.

 

Usta geldi, Ağa’nın iki adamı bir kamyonla ustanın emrinde. Hangi malzemeyi isterse hemen getiriyorlar.

 

Cami tamamlandı.Tebernuş Amca çatısına çıktı, ezan okudu. Bilal-i Habeşi’nin Medine’de yükselen sesinden heyecanlanan müminler gibi gözlerimiz doldu. Genç, yaşlı, çocuk doluştuk. Azer Amca’nın gözleri ışıldıyor. Şapkasını ters çevirdi, Tebernuş Amca’nın arkasında safa durdu.

 

Ağa’ya duacıyız. Bir akşam mevlit okunacak, o da gelecek. Acı haber geldi önce. Tren hattında can vermiş, dediler. Koştuk, üç kilometrelik yolu koşarak geçtik. Vardık ki Ağa Nuri, boylu boyunca uzanmış yatıyor. Arabası paramparça olmuş.

 

Dediler ki, annesi akşama kaz pişirecekmiş. Oğlum sen de ye, kazı ye de öyle git demiş, işim var anne hemen yetişmeliyim demiş.

 

Ben katil. Caminin yapımından yirmi yıl sonra Kara Turan’ı… Sabah namazını yan yana kıldık. Çok sakindi. Sanki başka dünyadaydı. Ben tespih çekmeden çıktım. Derenin önündeki akasyanın arkasına saklandım. Bizim ortanca oğlan Merdan da yukarda beni gözetliyordu.

 

Kara Turan, yavaş yavaş geldi eve. Hanımı, çocukları uyuyordu. Doğru ahıra yöneldi. İnekleri, danaları yemleyip girecekti oturduğu tarafa. 

 

Samanlığa girdiği an, Merdan yukardan işaret etti. Ben de cebimden bıçağı çıkarıp daldım samanlığa. Beni fark edince fırladı, çuvalı savurdu üstüme, gözüm görmez oldu, boğaz boğaza geldik, bıçağı düşürmüştüm. Öyle güçlüydü ki, beni öldüreceğinden korktum. Bu halde samanlığın kapısına çıktık, arkadan Merdan yetişti. Sırtına bir bıçak darbesi indirdi. Sendeledi. Bana çok sert yumruk salladı ama Merdan ikinci bıçağı şah damarından geçirdi. O ara ben samanlıkta düşürdüğüm bıçağı buldum, sağ elimin işaret parmağı ile baş parmağımın arası yaralanmıştı, önemsemedim.

 

Ben önünden, Merdan ardından vurduk. Ben deyim otuz siz anlayın altmış. Sedir ağacının önüne, dereye attık. Kimseler yoktu. Eve çıktık, bıçakları sobaya attık. Kanlı elbiselerimizi makineye attık, yıkadık. Atlete de geçmemiştir diyordum ama geçmiş, beni ele veren de bu oldu. Bir de bıçak. Sobada yanmış ama tamamı yanmamış.

 

Öğleye doğru idi, köyü jandarma sardı. Savcı geldi, inceleme sorgulamaya başlayınca köylü toplandı. Herkes gider de ben gitmezsem, şüphe çeker diye hemen giyinip koştum. Sağ elimdeki yarayı ne yapmalıyım bilemiyorum. Cebimden çıkarmam, olur biter.

 

Şu Silivri’de, şu İstanbul’un tenhasında benimle el sıkışmak isteyen ne çok adam varmış da bilmezmişim. Her karşılaştığım adam elini uzattı, cenazedeyiz çekin elinizi dedim, tersledim. Savcı incelemeyi, sorgulamayı bitirdi. Görevliler arabalara doluşmaya başladılar, serin, derin bir nefes aldım.

 

Kurtulduk dedim. Merdan da arkamdaydı. Ona baktım, gülümsedik kimseye göstermeden. O da derin nefes aldı, rahatladı. Köylüler de camiye doğru yürümeye başlamışlardı. Ben de yürüdüm, abdest tazeleyip öğleyi kılacaktık. Nasıl olduğunu hiç hatırlayamıyorum. Ellerimi kelepçelemişler jipe atmışlar, canım acıyor, Merdan da aynı halde yanımda. 

 

Recep Şükrü Güngör

 

Evelahir Sayı-1