Dilin Mikrokozmosu: Atasözleri ve Deyimler

 

Mikro kozmos, makro kozmosun asla parçası değildir: Mikro, bütünün yani kozmosun yapı, anlam ve işlev olarak bütün özellik ve niteliklerini taşıyan özüdür; çekirdeğidir; bütünün en küçük hâlidir. Çünkü hakikat bütündür ve parçalanmaz. Buna göre kâinat makro kozmik ise insan mikro kozmiktir. Zaman makro ise “an” mikrodur.

 

Bu çerçevede dil, makro kozmos, atasözleri ve deyimler mikro kozmostur.  Bir atasözü veya deyimin yüzey katmanında görülen yaşantı biçimi, anlam, bilinç, yargı, bilgi, olgu, elbette dilin pratik kullanımındaki ile aynı değildir; hatta atasözü bu bağlamda pratik kullanımla örtüşmediği gibi yüzey katmandaki kendi anlamı ile de birebir örtüşmez. En önce dilin günlük iletişim ve aktarımında görülen kapanmayı aşar fakat bu aşma, atasözlerinin inanç, kültür, bilgi ve bilinç temellerinin pratik dilden ayrı olduğu anlamına gelmez; tersine dilin yüzeyde görünmeyen derin katmanlarında pratik dilin başa çıkamayacağı anlam gözenekleri oluşturur.  Başka bir deyişle, binlerce yıldır bir dili kullanan insanlar, ürettikleri sınırsız anlamları sınırlı kelimelere yükleyemedikleri için kelimeleri, bilincin derinliklerinde gizli olan imaya, benzetmeye, temsile, hatırlatmaya dayanan ilişkilere sokarlar ki buna ana ifadesiyle mecaz denir.  Bir bakıma atasözü veya deyim, algının, sezginin ve bilincin dilde ağaçlar gibi toprağın altında kök salmasıdır.  Ağaçla ilişkimiz gövde, dal, yaprak ve meyve iledir ama toprağın altında kök yoksa bunların hiçbiri yoktur.  Elbette düşüncenin, bilginin, anlamın makro kalıbı dildir ama dil, deyimden atasözünden koptuğunda ölür.

 

Deyimler ve atasözleri, kendilerini üreten dilin ve kültürün içinde ortak anlamlar üretebilirler ve bu ortak anlamlar mecazların da kalıplaştığı algısını hatta kabulünü doğurabilir. Fakat bilmeliyiz ki atasözlerinin anlamları asla donmuş yargılarla sınırlı değildir.  Ne yazık ki yoksul bir dil dünyası veya yabancılaşmış bir kültür ortamı içinde yaşayan insanlar, artık atasözü bilmiyorlar hatta onların anlamlarının eskiye ait donmuş yargılar olduğunu sanıyorlar. Daha da kötüsü, deyimleri, atasözlerini, motifleri, mecazları olmayan bir dili konuşanların, hiçbir bağlamda üretici olamayacaklarını artık anlamıyorlar. Halbuki atasözleri ve deyimler, karakterimizin, umutlarımızın, korkularımızın, komplekslerimizin, arzularımızın, iyilik hayallerimizin aktarımında dilin oluşturduğu mucizevi mecaz formlardır.    

 

Mesela mekânlarla ilgili atasözleri ve deyimler, zamana kök salan bu dünya ve öteki dünya inancımızı, idrakimizi içinde saklarlar.  Evimizin, şehrimizin, bulunduğumuz her yerin hafızası mekâna sinmiş ve mekân da atasözleri ve deyimlere sinmiştir. Çocukluğumun, ailemin, mahallemin, vatanımın ve nihayet insanlığımın hatıraları, kandilleri, bayramları, varları, yokları, darlıkları, bollukları   dilde kök salarak atasözü ve deyim olmuştur.  “Dünyada mekân, ahirette iman” diyen kültürde ev, sanıldığı gibi sadece ev mülkiyetinin öneminin metaforu değildir. Ahiretteki insan, artık bedeni ve Dilin Mikrokozmosu:benliği ile yoktur; imanıyla vardır. Ancak insan dünyada bedeni ve benliği ile kendine ahirettekine benzer bir hayat ve yurt kurmak zorundadır. Bu bağlamda mekân ahiretin dünyalık simetrisidir. Dünyadaki mekân, inanç, bilgi, davranış olarak bir yurt tutmaktır. Bu anlamda dünyada tutunamayan ahirette de tutunamaz.

 

 Türkçede ev kelimesinin el vermesiyle kurulan deyim ve atasözleri, “ev”in bir dünya kurmak için kurulduğunu gösterir. “Evlenmek”, hem ev sahibi olmak, hem de çoğalmak, evrenin çeşitli yerlerinde yerini almak demektir. Evlenenler, kendi evlerine çekilirken, aslında evrene doğru açılan bir üretime geçerler. Ev, evrenin direği, merkezidir; “dünyada mekân”sız (evsiz) ve ahirette iman”sız olmak; insanoğlunun fizik ve metafizik âlemde anlamsız ve işlevsiz kalmasıdır.  Sadece dünyayı çoğaltmaz evler; ahireti de doldururlar insanla; çünkü “düğünsüz ev olsa da ölümsüz ev olmaz”, “ev yıkanın evi olmaz” diyen kültür, evin, varlığı, canlılığı, çoğalma ve gelişmeyi, hafıza ve hayali içine aldığını, bir mikro kozmos olduğunu bilir. Böyle olunca da insan, eve girerken de evden çıkarken de aslında evrenin içine doğru ilerler. “Evsiz barksız” olmak, evrenin içinde bir yer edinememek, kendini var kılamamak ve üretememektir. Böyle bir insan için dünya, anlamsız ve korku vericidir. “Evde olmak”, aklı ve ruhu yanında olmak, bilinci faal olmak demektir. “Ev açmak”, iki kişinin yaşayacağı yeni ve sınırlanmış bir alan oluşturmanın yanı sıra, sosyal hayata açılmak, yeni ve benzersiz bir yapı oluşturmak demektir. İki bedenin birleştiği gün açılır ev; yani başka hayatlara can vermek, hayatı beslemek, yeniden bir ev doğurmak için açılır. Zifaf odaları bu yüzden süslenir; bu yüzden süslendiği için bir ışık kaynağı gibi “nur içinde” parlar. “Ev imgesi, öz varlığımızın topografyası, dünya köşesi, ilk evreni, gerçek bir kozmosudur”.  

 

Mesela “ana kucağı” deyimi: Bir yanıyla, doğal ve karşılıksız sevgi kaynağının, bir yanıyla, koruma, güvenlik ve özverinin merkezi olmanın simgesidir. “Baba ocağı”, ait olduğumuz genetik, kültürel kökeni simgelediği gibi dün bugün ve gelecekte var olmanın şartını ve köklerden kopmama anlamlarını da içerir.  Ana kucağına dönmek, tam anlamıyla, çocukluğun saf ve içten yaşamaklarına dönmenin, sade ve doğal ilişkilerine konaklamanın adıdır. Baba ocağına dönmek, insanın kendi kültürel dünyasına dönmesinin derin anlamlarını yüklenmiş nefis bir istiaredir. Ana kucağındaki evladın, endişeleri, korkuları, umutla sarıp sarmalanmıştır.

 

 Kültürümüzün, deliliği nasıl anladığına ve konumlandırdığına dair dilimizde yuva kurmuş, “akıllı düşünene kadar deli dağlar aşar”; “akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine deli ol, dünya kahrını çeksin” “deli arlanmaz, soyu arlanır”; “delidir ne yapsa yeridir”; “deli deliden hoşlanır imam ölüden”; “deli ile devletli bildiğini okur”; “deli kız düğün etmiş kendi baş köşeye oturmuş” “deli bayrağı açmak”, “deli bozuk”, “deli divane olmak”, “deli fişek”, “deli gönül”, “deli kızın çeyizi” gibi o kadar çok deyim ve atasözü vardı ki!  Delinin mikro kozmik bir kavram olarak genişliği asıl olarak bu deyimlerde, atasözlerinde görülür. Eğer bunlara bakmaz da sadece psikiyatrik tariflerle yetinirseniz; o zaman dilin pratik, simgesel ve imgesel düzeylerinde delinin, akıl yoksunluğu, cesaret, yiğitlik, coşkunluk, aşırılık, aykırılık, zavallılık, kendinden geçmişlik, fedakârlık, vaz geçmişlik, farklılık, içine kapanıklık, toplum dışılık gibi sayısız anlamları içerdiğine veya bu anlamları işaretlediğine asla ulaşamazsınız.   Eğer bunlara bakılır ve anlaşılırsa, delinin, sadece bir niteleme olarak değil, bir özne, bir nesne hatta hepsi birden olan çok dinamik bir varlık olarak dil içinde hareket ettiği anlaşılır.   O, bir sıfat olarak, toplumsal yargının bakış açısını yansıtırken, bir nesne olarak bu bakış açılarının anlamlarını, ağırlıklarını üzerinde taşır. Bir özne olarak ise farklılığın, kendindenliğin, aykırılığın kapılarını gösterir.

 

Sözlüklere bakılırsa delilik, akıl hastalığıdır; insanın, toplumsal kültürel veya bilimsel olarak kabul edilmiş işlevlerini yerine getirememesidir. Doğrudur. Ama atasözleri ve deyimlere bakıldığında örneğin aklın salt kendisi olarak hakikati idrak etmede yetersiz kaldığı, akıl ve deliliğin çok farklı gerçeklikler olarak anlamın içine yerleştirildiği görülecektir.

 

“Akıllı düşünene kadar deli dağlar aşar”:

Kırk kere düşünüp, bir kere söylemeyi öğütleyen; düşünmeden hareket etmeyi, olumsuz karşılayan bir kültürün, akıllık ile deliliği, delilik lehine karşılaştırması ilginçtir.  Eylem ve amaç arasındaki mesafeyi, delilik, nasıl kısaltabilir? Delinin ulaştığı yerin amaçlanan yer olduğundan nasıl emin olunabilir? Bu sözde, delinin kendi özgünlüğü içinde bir kestirme doğruluk taşıdığı ima edilmiş olabilir mi? Eğer öyleyse akıllıların, bütün dengeleri sağlayarak kendi çıkarlarına yönelirken takıldıkları yığınla engeller ve delilerin kendi isteklerini doğrudan ve hemen yaptıkları ima edilmektedir. Bu bağlamda deli ve akıllı kavramlarının, tasavvuftaki “kesret ve vahdet”le ilgisi vardır.  Akıl, dünyayı düzenleyerek, dünyadan sağ salim çıkarak vahdete ulaşmak içindir. Ama dünyada yani kesret (hırslar, arzular, kaprisler, kıskançlıklar vs) içinde yol almak; oldukça dolambaçlı bir yoldur. Halbuki Allah meczupları, vahdeti kendi içinde duyarlar.  

 

“Deli deliden hoşlanır imam ölüden”

Atasözü birinci katmanda, insanoğlunun kendi çıkarlarına uygun olanla birlikte olduğu gerçeğini anlatır görünmektedir.  Eğer öyle ise sözün deli ile delilik dünyasıyla ilgisi yoktur. Bu mümkündür, çünkü gerçekten birçok atasözü ve deyimde delinin varlığı, akıllının dünyasını tanımlamak içindir.  Ama böyle de olsa ortada delinin deliden hoşlandığını söyleyen bir idrak söz konusudur.   İmamın, ölüden hoşlanmasının sebebini, defin gelenekleri içinde sahip olduğu maddi imkanlar olarak kabul edelim; bu durumda delinin de deliden hoşlanması için benzer bir sebep bulmak zorundayız. Aksi takdirde birliği kuran mantık yok olur. Ama imamınkine benzer bir çıkarı bulmak hiç de mümkün görünmüyor. O halde sözün daha kökensel bir anlamını kurmak zorundayız. İmam, ölüyü gördüğünde   insanın dünyadaki ve ahiretteki temel anlamıyla karşılaşır ve sevinir. Deli deliyi görünce, toplumsal tanımlamaların, anlamlandırmaların dışında sadece kendisi olarak kendisiyle karşılaşmış olduğu için sevinir.

 

Velhasıl deyimleri, atasözleri, mecazları, istiareleri oluşmamış veya kaybolmuş bir dilin şairi, yazarı ve entelektüeli de olmaz. Çünkü atasözlerinde kendine özgü kurulan mecazi mantığın işaret sistemi, aktarılan bilimsel verilerden, iddialardan çok daha etkilidir. İnsan bunu kavrayamazsa veya görmezse gerçekte bilincinin ve hayallerinin macerasını takip edemez. Türkçede hangi kavramı hangi olguyu çalışırsanız çalışın o kavramı ve olguyu dilde kendine özgü kökler salmış, gözenekler oluşturmuş, kodlarını genel dilin içine bırakmış deyim ve atasözlerine adam akıllı eğilmezseniz, asla kendinize özgü kuramsal bir çerçeve ortaya koyamazsınız ve bu bağlamda dilinizin size kazandıracağı yetenekten ve sunacağı imkândan mahrum olduğunuz için gerçekte başkalarının söylediklerini de hakkıyla anlayıp yorumlayamazsınız.

 

Mehmet Narlı 

 

Yitiksöz Sayı-6