Doğu ve Batı’ya “Balkon”dan Bakmak

 

“Gerileyen, duralayan, bayatlayan çağrıyı tazelemek, yenilemektir diriliş.” Sezai Karakoç

 

Tarihçesi çok eski olan balkonun, Rönesans döneminde sınıfsal bir ayrıcalık olarak estetik bir statü kazandığını, sonraları bina mimarisinde yaygınlaştığını görüyoruz. Sezai Karakoç, Baudelaıre’in “Balkon” şiirinin 100. yıl dönümünde kendi “Balkon” şiirini kaleme almış. Yirmi dört yaşındadır üstat. Burası önemli, yıl; 1957.

 

Baudelaıre’in “Balkon” şiirini hatırlayalım: “Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı / Ey beni şâdeden yâr, ey tapındığım kadın. / Ocak başında seviştiğimiz o zamanı, / O cânım akşamları elbette hatırlarsın / Hâtıralar annesi, sevgililer sultanı.”

 

Baudelaıre’in, anne/sevgiliye yazmış olduğu tinsel/tensel özellikteki şiir, Batı normlarına göre normaldi. Sezai Karakoç’un mahremiyeti önceleyen “Balkon”u da o dönemlerde, Batı eleştirisi olarak anlam dünyamızda karşılığını buluyordu. “İçimde ve evlerde balkon / Bir tabut kadar yer tutar / Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen / Şezlongunuza uzanın ölü” Burada, şiirlerin çözümlemesi üzerinde duracak değilim. Sezai Karakoç’un Balkon şiiri özelinde, Doğu/Batı bakış açısının, genç neslin anlam dünyasındaki tekabülüne değinmeye çalışacağım. Yakın zamanlara kadar balkon; evin, ev halkının, evdeki hayatın, dışa açılımıydı. Özellikle pandemi döneminde, nefeslenme yeri, nispeten doğayı, sokağı, göğü görebileceğimiz, evin hayatla bağı idi. İşte bu balkona, Batı mimarisine benzememe adına, çamaşırların mahremiyeti üzerinden yazdı eleştirel şiirini Karakoç. Binaların yeni yeni 5-6 kata çıktığı ve binalar arasındaki mesafenin azaldığı bir dönem. Yıl:1957

 

Kendi olmaktan vazgeçenler, değişir, dönüşür ve başkalaşırlar. Bu başkalaşmanın, özden kopuşun olumsuz sonuçları da olacak elbet. Tanrı’yı ve kiliseyi mahkûm eden Batı, ruhunu yitirmiş, aklı mutlaklaştırarak metafiziği yok saymıştır. Karakoç, bu ruhsuz Batı karşısında ona benzememenin gereğini “Diriliş düşüncesi”yle ortaya koyar. Batı’yı da davettir bu aslında. Çünkü o “Diriliş”i, insanlığa sunulmuş kurtuluş reçetesi olarak görür. Direniş; benzememekti, Batı’yı taklit etmemekti. Diriliş, kendi kültürel kodlarımızla ruhun var olma mücadelesiydi. Batı ve Doğu’yu iyi tanıyan Karakoç, modernizmin davetkâr tekliflerine bigâne kalamazdı. “Masal” şiirinde de yedi oğul üzerinden Batı’ya benzemenin ölüm getirdiğini ifade ederek eleştirisini yapar. Bugün geldiğimiz nokta ise tamamen farklı. Binaların on kattan fazla olduğu, aralarında tükürük mesafesi bırakıldığı, balkonların salon ve mutfağa entegre edildiği yeni rekreasyon çalışmalarıyla “Fransız balkon”a dönüşen, sigara içimlik saha bile tanımayan 30 santimlik balkonlarla kapitalist, rantçı sermaye, bizi balkonsuz eve mahkûm etmekte. “Nasıl olur da bir şair, balkonsuz bir ev düşünebilir” ucuzluğunu kenara atarak Sezai Karakoç’un eleştirdiği balkonu şahsen aradığımı söyleyebilirim. “Balkon” şiiri, Batı eleştirisi babında, anlam dünyasındaki karşılığını yitirmiştir. Balkon, bugün için Batı eleştirisinden ziyade Cemal Süreya’nın dediği gibidir: “Güzel bir şiir. Fakat asıl önemi yeni ve daha güzel şiirler yazdıracak bir yatırım olmasında toplanıyor.” Mahremiyetin anlam alanı hızla değişmekte. Sosyal medya üzerinden mahremiyetin gerektirdiği gizlilik yok olurken, alenilik genel eğilim hâline gelmektedir. Farklı temel üzerine olsa da David Vincent, Mahremiyet adlı kitabında: “Mahremiyetimiz yani kişisel hayatımızın sırları kutuplardaki buzullardan daha hızlı eriyor.” derken yaşadığımız tehlikeyi gözler önüne serer. Hele ki milyonlarca metaverinin uluorta servis edildiği, herkesin kendini ifşa ettiği bu dönemde balkonun mahremiyeti masumane kalır. Sanal evrende büyüyen gencin, balkonda bile elinde telefon varken… Kulağında kulaklık, elinde telefon ve gözünü ekrandan ayırmayan bir nesil!

 

Mahremiyetin araç ve argümanları değişmiştir artık. Zuckerberg’in dediği de budur, “Mahremiyet artık modası geçmiş bir kavramdır.” Batılı anlayış kendi içinde tutarlı bu şekilde işlerken Doğu, aldığı kültürel değerlerle ne ölçüde mahremiyetini koruyacaktır? Sadece dijital dünya için geçerli değildir bu. Sanattan hukuka, teknolojiden mimariye kadar sürer bu gidişat. Sonuç olarak artık miadını doldurmuş “avlulu ve müstakil evler yapılmalı, yapay mimariye geçilmeli” söylemi, nostaljik bir romantizmden ileri gitmez.

 

Taklit ve eski “okumalar” üzerinden yeni nesli ayıltmak ve diri tutmak nereye kadar? Yeni neslin anlam dünyasında “Balkon”, ne kadar Batı eleştirisini karşılar? Karakoç’un istediği Diriliş, sabitelerden uzak, dinamik bir düşünce değil mi? Söylem ve pratiğimiz çelişmiyor mu? Post modernizmin rafa kalkmaya başladığı, gerçeklik ötesi (post-truth) gibi kavramların ortaya atıldığı devrin, “Diriliş eri”ni yetiştirmek için yeni bir dile, “Diriliş okumaları”na ihtiyaç yok mu? Sanayileşme-göç ve kentleşme olgusunu, küreselleşmeyi görmezden gelerek her biri güzelleme ve taklidi anlayışı geçemeyen –ölüanıcı- medeniyet eleştirilerini “gün”e uyarlayamayacak mıyız? Bu soruların cevapları için hür tefekkürün kalesi olan dergilere sorumluluklar düşüyor. Küçük gruplar hâlinde de olsa bugün onlarca yüzlerce “Karakoç-Diriliş okumaları” yapılıyor. Onun şiir ve sanatını, Diriliş düşünce ve yaşantısından soyutlayarak sadece “edebî kimliğe” indirgemek de (ayrı bir yazı konusu) üstada haksızlıktır. Bir oluşa ve var oluşa çağrı olan Diriliş Neslinin Amentüsü bize ne diyor: “Ezberlenmek için değil, üzerinde düşünmek ve ruha mal edilmek için.” Evet, burası önemli. Her Diriliş erinin “kendi” ruhuna mal etmesi. Neredeyse “edebî-rant” sahasına evrilen “anma”lardan ziyade anlama ve yeniden dirilme. Yani bugünkü nesillere “Karakoç okuması” yaptığımızda kendi ruh dünyalarını var etme, benzememe, özneliklerinin farkına vardırma.

 

Baudelaıre’in şiiri, mahremiyeti yok saysa da bugün de Batı anlayışında tutarlıdır, karşılığı vardır, okunur. Yedinci oğul’un ise Masal’ı yarım kalmıştır. Sekizinci oğulu, zamanın ruhunu gözeterek kendi ruh haritasının farkındalığını oluşturup özneleştirecek yeni şiir, yazı ve “okumalar"a ihtiyaç var. Aslolan; şiiri, duruşu, düşüncesi ve yaşayışıyla örnek bir şahsiyet olan Sezai Karakoç’u yaşatmak değil, onun “yaşatma sevincini” yakalamaktır. Bu yazı çelişkili görülebilir, eleştirilebilir, eyvallah. Ama hatırlatmakta yarar var, “Sezai Karakoç’u küçümsüyor.” eleştirisi yapacaklara ekmek çıkmaz.

 

Şener Öktem 

 

Yitiksöz Sayı - 15