Edebiyat ve Davet

 

Bir dünya görüşü ve buna bağlı olarak uygarlıklar kendine özgü bir dil ile, kullandığı kavramlarla, dildeki sözcüklere yüklediği anlamlarla diğer uygarlıklardan farkını hemen hissettirir. Edebiyat, edip, müellif, muharrir, yazar, ihtiyaç, ‘havaic-i asliye’, özgürlük, din, dünya… bu kavramlardan bazılarıdır.

 

İslam uygarlığının edebiyat tanımı ile diğer uygarlıkların edebiyat tanımları da farklıdır. İslam uygarlığında edebiyat, edeb sözcüğünden türetilen bir kavramdır. Edeb, yüzyıllar öncesinde dâvet, özel olarak da yemeğe dâvet manasında kullanılan bir sözcüktür1. Edeb sözcüğünün ‘nefis terbiyesi, iyi ahlak, erdem’ anlamları da var. Edeb; herhangi bir yanlışı düzeltmeye yarayan bilgi, en güzel ahlak; insanı kötülüklerden arındırıp iyiliğe yönlendiren yeti demektir. Edebî sözcüğü de edeb’e ait anlamında kullanılıyor. Edebiyat da bu sözcüğün çoğuludur.

 

Edebiyat sözcüğü bizde ilk olarak Tanzimat döneminde kullanılır. Recaizade Mahmut Ekrem Ta’lim-i Edebiyat’ı yazar. Bu döneme kadar edebiyat sözcüğü yerine ilm-i edep, şiir/inşa, kavramları kullanılır. Te’lîf, müellif, şair, müeddib, lala, muharrir, muallim… vardır. Yine muharrir sözcüğü Tanzimat’la birlikte yoğun şekilde kullanılmaya başlanır. Çünkü artık matbaa gelmiş, gazete çıkmaktadır, iletişim düzeni değişmiştir. Muharrir sözcüğünün yazar anlamı vardır. Tahrir, yazmak/yazdırmak demektir. ‘Özgürlüğe kavuşturmak’ anlamı da var. Kaymakamlıklarda tahrirat kâtipleri vardır. Bu görevliler, kendilerine verilen yazıları yazarlar. Başka bir deyişle yazdıkları özgün, kendilerine ait değildir, devlete, başındaki amire aittir. Bu kâtibin yazılarında bir devlet dili, buyurgan bir dil vardır. Muharrir sözcüğü, daha çok günübirlik, güncel, çoğu zaman gelip geçici olan gündelik yazı yazan gazete yazarı anlamında kullanılır.

 

Düşünce ve anlamlandırma ediminde biçim de içerik de önemlidir. Bazı uygarlıklar biçime daha çok önem verirler. Sözgelimi Batı uygarlığı şekilperesttir, şekle çok önem verir. Ne var ki içerik iyi gözlenmezse birçok anlam kaybedilebilir. Sentaks sarhoşu semantik körü bir zihin sorun çözemez. Bu nedenle de sözcüklerin ve kavramların semantik boyutu ve duygu değerini görmek, hissetmek dünya algımızı ve yorumumuzu da şekillendirecektir.  

 

Müellif sözcüğünün semantik boyutu oldukça geniştir. E-L-F fiilinden türetilen bu fiilin kökeninde birleştirmek, bir araya getirmek, te’lif etmek, bir yere alışmak, cana yakın olmak, sevmek, sevdirmek… anlamları var. ‘Ey kalpleri telif eden, kalplerimizi birleştir, ısındır’ diye Allah’a dua ederiz. Hatta dilimizde aynı fiilden, E-L-F fiilinden türetilen ülfet diye sıcak, güzel, insanın içini ısıtan bir sözcük var. Yeni evlenen çiftlere de ‘bunların arasına ülfet ver, kalplerini sevgi ile birleştir’ denilir. Ülfet sözcüğünün kökeninde de elif vardır. Ülfet, sertlik ve kabalığın zıddıdır. Ülfet sözcüğü sevgi, dostluk, ısınma, arkadaşlık… anlamlarına sahiptir. Çağımız parçada bütünü kaybeden, ayrıntıda boğulan bir çağdır. Telif’te güvenlik, uzlaşma, bir araya getirme vardır. Kureyş suresinde de bu sözcük güvenlik, uzlaşma, Kureyş’in güvenliği anlamında kullanılır.

 

 Elif de uyum içerisinde toplanmak demektir. Birbiriyle kaynaşmış olan şeye, varlığa Elif denilir. İki kişinin arasını buldum, onları uzlaştırdım demek için bu fiil kullanılır.‘Kalpleri birleştiren Allah’tır. Elif, bizde sevgilinin boyudur. Elif üzerine şiirler yazılmıştır, türküler söylenmiştir. Elfiye ‘binlik’ demektir. Sözgelimi 1000 dizelik şiir bütününe Elfiye denilir. Bizim uygarlığımızda yüzyıllar boyunca dilbilgisi, Elfiye adlı şiir kitabıyla öğretilmiştir. Edebiyatımızda Elifnameler vardır. Elif, alfabenin, Allah lafzının ilk harfi, başlangıç harfidir. Her söze bir tek olan Allah ismi ile başlanır. Elif birliktir, vahdetin simgesidir, sevgidir, sevgilinin boyudur, onun verdiği kederdir. Elif, incelik ve zarafettir. Kutsal kitap Kur’an okunurken, bazı harfler bir elif miktarınca uzatılarak okunur. Elif dosdoğrudur, dimdiktir. Elif, gençlerin simgesidir, dimdik ve diridir. Tasavvuf literatüründe Elif, kâmil insandır. Müellif, ‘te’lif eden, birleştiren, uyumlu hale getiren’dir. Müellif, farklı parçaları derleyerek, önde olması gerekeni öne, sonra gelmesi gerekeni sona koyarak birleştiren kişidir. Müellif arar, araştırır, bulur, birleştirir, uzlaştırır, ortaya derli toplu, bir araya getirilmiş bir eser, bir kitap koyar. Telif üründe büyük bir emek vardır. Muharrir sözcüğünde bu derinlik yoktur.

 

Batı’da, littérature (edebiyat) sözcüğünün kökeninde ise yazı, harf sözcüğü (littera, lettre) vardır. Littérature; yazılı olan şeydir, belli bir konuda yazılı olan bilgiler bütünüdür. Bizde yazı dünyasında önemsenen, dikkate alınan, daha çok yüceltilen kavram muharrir değil müellif kavramıdır. Batı dillerinde de böyledir. Yazar anlamına gelen iki sözcük var: “Écrivain/Auteur”. Bunlardan birincisi genel anlamda yazar, yazı yazan (muharrir) anlamındadır. İkinci kavram (Auteur) da ise yetkinlik, otorite anlamı vardır. Daha sonra bu kavramaların hepsine birden yazar denilmiş. R. Barthes gerçek, yetkin yazar ile (auteur/müellif) ile sıradan şeyler yazan’ı birbirinden ayırmak için yazar/yazman (érivain/écrivant) sözcüklerini kullanır: Yazarlar ve Yazmanlar der. Yazman sözcüğünde bir küçümseme vardır. J. Derrida gibi yazıdan başka bir şeyi düşünmeyen yazarlar da vardır. Biz, ‘önce söz vardı’ deriz. J. Derrida ise ‘önce yazı vardı’ der. 1997 yılında Boğaziçi Üniversitesi ve Yapı Kredi Yayınları’nın davetlisi olarak İstanbul’a gelir. Boğaziçi Ünversitesi’nde konuşur. Bu konuşması Cogito dergisinde yayımlandı. Yine aynı dergide, İstanbul Mektubu başlıklı bir yazısı var. Bu mektup, harf ve yazı üzerine yazılan en ilginç yazılardan biridir. Günümüzde sadece yazar sözcüğü kullanılıyor. Bugün bizde de sözcüğün Batı’daki anlamlarına uygun olarak yazın, yazınsal sözcükleri kullanılmaktadır.

 

Recaizade Mahmut Ekrem, Ta’lim-i Edebiyat adlı eserinde edebiyatın sanayi-i nefise’den (Güzel Sanatlar) bir dal olduğunu söyler. Günümüzde edebiyat, malzemesi dil olan sanat dalı olarak tanımlanır. Edebiyatın davet, özel olarak da yemeğe davet gibi bir anlamı olduğunu düşünürsek, edebiyat bir sofradır. Bu sofrada acı da vardır tatlı da. Ekşisi, tuzlusu da vardır. Keyif veren, keyif kaçıran, düşündüren, hüzünlendiren, ağlatan, güldüren… malzemeler de de vardır. Kötüden de söz üretilir, yazı yazılır; kötünün de edebiyatı yapılır. Hatta bazı kuramcılar, ‘edebiyat kötülükten doğar’ anlayışını ileri sürerler. Sözgelimi Guy de Maupassant, yaşamın kötü yanlarından beslenir. Baudelaire elemlerden, gördüğü, yaşadığı kötülüklerden, mutsuzluklardan çiçekler devşirir. Maupassant, Baudelaire, Kafka gibi sanatçılar kötü olanda güzeli, haz vereni düşünür, nefretten, ilk günah duygusundan beslenerek edebiyat yaparlar, böyle bir yoldan arınmayı (katharsis) düşünürler. Bizim uygarlığımızda ilk günah duygusu şeklinde bir takıntı yoktur. İnsan doğarken İslam fıtratı üzerine, yaratılmışların en şereflisi olarak doğar. Şeref sözcüğünün rütbe anlamı da vardır. İnsan, içinde yaşadığı dünyada, kendisine verilen bu şerefi korumak için yaşar.  

 

 Edebiyat, sözü arıtmaktır; sözün veciz olanını, kısa ve özlü, içten olanını söylemektir. İnsan bu içten, yürekten kopan sözden etkilenir, bu söze inanır. Hazreti Ebu Bekir Allah Resulü’ne, ‘Ya Resulallah biz sizden daha açık, seçik, az, öz ve net, inandırıcı konuşanı görmedik’ diyor ve soruyor: ‘Sizi kim edeplendirdi? Bu kadar veciz, az ve öz, güzel konuşmayı, edebiyatı kim size öğretti?’ Verilen yanıt şudur: Beni Rabbim edeplendirdi! Ne güzel edeplendirdi?”

 

Müeddib sözcüğünün edebiyatçı anlamı var.  Geçmiş yıllarda çocukları terbiye eden, yetiştiren kişilere müeddib denilmiştir. Eskiden insanlar çocuklarına müeddib tutuyorlar. Müeddib, kendi bağlamında, çocuklara şiir, tarih, din bilgisi, bir davranış öğretir. Müeddib, hayat karşısında nasıl bir tavır alınmasını öğreten kişidir. Başka bir deyişle müeddib bilgiye, şiire, tarihe, bilgeliğe, din ve varlık bilgisine davet eder. Eğitim içinde daha sonra Lala sözcüğü kullanılıyor. Lala, Farsça bir sözcüktür. Erkek köle, çocuk bakıcısı anlamlarında kullanılır. Lala; ‘çocuğun bakımı, terbiyesi, eğitimi ve öğretimi kendisine havale dilen kişi’ demektir. Sözgelimi Molla Gürani, Fatih Sultan Mehmet’in, Hayrettin Efendi de Kanuni Sultan Süleyman’ın lalalığını yapmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde ise çoğunluğu Fransız olan mürebbi/mürebbiyeler görürüz. Bu mürebbiyeler de ilgilendikleri çocuklara bir yaşam biçimi, bir dünya görüşü kazandırmaya çalışırlar. Rab; sivrilikleri gideren, ıslah eden, terbiye eden, kötü olanı, insandaki kötülükleri, çirkinlikleri törpüleyen, yok eden ve iyi hâle getiren… demektir. Sözcüğün Türkçemizdeki kullanımını düşünürsek bu anlamlar hemen hissedilebilir. Günümüzde eğitim içinde koç denilen bir tabir var. Bu kavram, özellikle eğitim bağlamında hiç de güzel ve yerinde bir kavram değildir. Edebiyat, davettir. Kötüyü betimlese de iyiyi arayan bir çalışmanın adıdır. Büyük uygarlıkların büyük edebiyatları, çok anlamlı davetleri vardır. Bu davetler insana, aileye, devlete şekil verir. Tanzimat’ı da Cumhuriyet’i de bu davetler kurmuştur. Dilbilgisine, sözdizimine hapsedilen bir edebiyat eğitimi yerine, davet anlamına gelen edebiyatın işlevini kavramak eğitim içinde de ilk yapılacak iş olsa gerektir.

 

Sevmek, sevilmek, ülfet etmek, telif edebilmek, kalplere sevgi tohumunu atabilmek de dilin, edebiyatın ve kalbin eylemidir.       

 

Hilmi Uçan 

Yitiksöz- Sayı 1