Gitmek Kadına Yakışır

 

Komodinin üstünde bir pantolon, yanında cüzdan, birkaç para. Diğer komodinin üstünde saat, birkaç kitap. Aynalı masanın üzerinde birkaç parfüm, makyaj malzemesi. Ağzı kapanmamış laptop. Küçük siyah bir el çantası. Yerde çoraplar. Bir çift terlik. Her şey yüzüstü, dağınık, her şey eksik, her şey hüzünlü. Yaşayan insanların hüznü, sessizliği belki acısı çökmüştü yatak odasına.

 

Adam yavaşça kalktı yatağından. Uykulu gözlerle lavabonun yolunu tuttu. Elini yüzünü yıkadı. Havlu ile sildi yüzünü. Kaldırdı başını. Kendini süzdü aynada. Gözlerinin altı şişmiş, son zamanlardaki huzursuzluğu, mutsuzluğu iyice yer edinmişti çehresinde. Yatak odasına yöneldi. Etrafa baktı şöyle bir. Bir şey olmamış gibi dolabına yöneldi. Pantolonunu, gömleğini giydi. Kravatını taktı. Ceketini giydi. Komodinin üzerinden cüzdanını, parasını aldı. Küçük el çantasını aldı. Mutfağa doğru yönelirken son bir hamle ile laptopun kapağını kapattı. Kadın erkenden kalkmış, kahvaltı sofrasını hazırlamış, sandalyesini bir kenara çekmiş kahvesini yudumluyordu. Adam yaklaştı. “Günaydın” demek geldi içinden. Vazgeçti sonra. Masadan bir çay bardağı aldı. Altı iyice kısılmış, buharı tütmekte olan çaydanlıktan bir bardak çay aldı. Masaya oturdu. Çayına bir kaşık şeker atıp karıştırdı. Birkaç parça kahvaltılıktan aldı. Yeniden baktı eşine. Bir şeyler söylemek istedi. Hayır o cesareti vermiyordu eşi. Garip bir sızı duydu içinde.

 

Tabiatı gereği az konuşurdu adam. Az gülerdi. Duygularını zor belli ederdi. Konuşacağı kelimeyi özenle seçerdi. Siyaset, politika, ekonomi konuşmayı severdi. Bir de Futbol. Futboldan konuşmayı severdi. Oysa eşi öyle miydi? Cıvıl cıvıldı tanıştıklarında. Hep konuşur, hep konuşur, hep konuşurdu. Dinlerdi adam. Keyifle dinlerdi. Kendisi az konuşsa da o hep konuşsun isterdi. O hiç susmasın isterdi. Hep gülerdi kadın. Gülerken gözlerinin içi gülerdi sanki. “Güneşimsin sen” derdi adam. “Sen gülünce güneş açıyor, içim ısınıyor” derdi. Kendinde olmayan sıcakkanlılık, içtenlik, sevecenlik vardı kadında. Tutulup gitmişti ona. Bu büyülü aşk, mutlu son ile bitmişti.

 

Son günlerde iyi gitmiyordu birliktelikleri. Sütün rengini bile tartışır olmuşlardı. Adam çok konuşmaya, çok bağırmaya başlamıştı. Kadın az konuşur, az güler olmuştu. Masal tadında başlayan bu birlikteliğe nazar mı değmişti? Bir şeyler eriyordu. Bir şeyler ellerinden kayıp gidiyordu. İkisi de bilinçli başlatmamıştı bu gidişi. İkisi de isteyerek, bu pürtelaş hayat yolunda, yokuş aşağı gitmek istemiyordu. Ansızın olmuştu. Temmuz sıcağında yağan dolu misaliydi. Gelip yüreklere bu dolu vurgunu, ansız yerleşmişti. Bir şeyler eriyordu şimdi. Engel olamıyorlardı. Dur diyemiyorlardı. Bir şeyler bitiyordu.

 

Kadının saçları dağınık, sabahın mahurluğu üstünde. Uzun siyah saçları, beyaz saten geceliğinin üstüne dökülmüş, iri siyah gözleri ile saf masum bir güzellik vardı çehresinde. Günlerdir beyninde süren savaşlar bitmişti sanki bu sabah. Uzun ve meşakkatli bir yolculuğun sonunda, iyi ya da kötü varılan son noktanın garip huzuru vardı. Her sabahkinden daha yumuşak tutuyordu kahve fincanını. Parmakları ile küçük dokunuşları vardı. Tükenmişti milyonlarca kelime. Bitmişti isyan, kızgınlık. Felsefi söylemler vardı artık yüreğinde. Tek kendisinin söylediği, tek kendisinin duyduğu, anlamını tek kendisinin bildiği. Susmak… Susmak ne güzeldi.

 

Bir tarafta konuşmaya doymayan, yaşama sevinci ile dolu, çehresinden tebessümü eksik etmeyen, gözlerinin içi gülen bir kadın. Diğer tarafta az ve öz konuşan, hayata her daim ben bilirim edası ile bakan, çokça gerçekçi, hep realist bir adam. Zıt kutupların çektiği gibi çekmişlerdi birbirlerini. Eksikliklerini tamamlamışlardı birbirlerinin. Birlikte tam olmuşlardı. Hayat yolunda hemhâl olmuşlardı. Olurdu elbet. Her evde olurdu ufak tefek kavgalar tartışmalar. Yazısız kuralı olmuştu bu evin. Her kavga, kavga ardından birkaç gün süren suskunluk. Bilahare kadının güler yüzü. Hiçbir şey olmamış gibi kocasına yaklaşımı. Haklı kim? Ya da haksız kim? Kavganın konusu neydi unutulurdu. Kadındı toparlayan. Kadındı ilk adımı atan. Ama zaman geçtikçe, değerler yerli yerine oturacağına daha da rayından çıkmıştı bu birliktelik. Birbirlerini ne kadar tamamladıklarını düşünürken, aslında birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını hissediyorlardı. Bitmez tükenmez olmuştu son birkaç aydır kavgaları. Konuşmak, tartışmak güzeldi elbet. Her kavga, her tartışma birazda olsa yaklaştırırdı insanları birbirine. Birbirlerini anlamalarına vesile olurdu ya, tam aksiydi bu ilişkide. Günbegün koptuklarını hissediyorlardı. Yaklaşık iki ay olmuştu o son kavgayı yapalı. Günlerce sürmüştü tartışmaları. Şiddeti, hiddeti azalsa da sürmüştü hep.

 

Adam kendinden emin, adam rahat. Çok da derin düşünmeye, kafa yormaya, sorun çözmeye gereksinim duymuyordu. Olağandı bunlar. Olağandı kavgalar. Kendiliğinden gelip geçecekti nasıl olsa. Geride kalmıştı iktidar kavgaları. Kendisi kazanmıştı hep. Yine kendisi kazanacaktı. Gerçi hiç bu kadar sürmemişti küslükleri. Ama olsun, gelecekti kadın. Yine güler yüzü ile hiçbir şey olmamış gibi sarılacaktı kendisine. Hep böyle olmamış mıydı zaten! Genel olarak eşi tarafından çok konuşmakla suçlanan, her lafa cevabı olan, saplantılı olmakla suçlanan kadın. Kadının durmakta olan bir yüreğin ritim atımı gibi konuşması da azalmıştı. Daha az. Sonra daha da az. Nihayet bugün tamamen susmuştu kadın. Adam daha önce hissetmediği bu garip hissin ürpertisini çekse de içine, sebebini bilmediği bu suskunluğa çok da anlam yüklemek istemiyordu. Havada ağır bir trajedi. Kadın ve erkeğin hisleri eşyalara sinmişti sanki. Musluktan akan su öfkeli, ocakta kaynayan çayın fokurtusu, kaynayan duyguların dışa vurumu. Kulağa gelen her müzik melodisi hayatın hüzünlü fon müziği. Kahkahalar neşeler gülüşmeler geride kalmıştı.. Yaklaşık iki aydır kimse gelmiyordu bu eve. Yaklaşık iki aydır bu evden birlikte çıkmıyorlardı. Kırık bir arabesk şarkı gibi dudaktan dökülen “günaydın” ve “hoşça kal”lar da tükenmişti sonunda.

 

Mutfakta bulunan yemek masasının etrafındaki sandalyeler düzensiz, tezgâhın üstündeki baharatlar gelişigüzel, her şey süregelen sergüzeşt hayatın aynası. Konuşmaktan tartışmaktan diller yorulmuş, yürekler nekahet döneminde. Yarının ne getireceğinden habersiz, onca yaşanan mutlu anının sonunda gelinen nokta, daha çok kadın yüreğinde hissedilen, dile getirilmeyen ancak derinden hissedilen “yarın” endişesi.

 

Son lokmayı da aldı adam. Çayından son bir yudum daha. Masanın üzerine koyduğu el çantasını aldı. Kapıya doğru yöneldi. Vestiyeri açıp pardösüsünü aldı. Dış kapıyı açtı. Şöyle bir geriye dönüp kadına baktı. Kendisini geçirmeye bile gelmemişti. Dışarı çıktı. Asansöre binip indi aşağıya. Fazla beklemesine gerek kalmadı. İlk gelen taksiyi durdurup iş yerine doğru yol almaya başladı.

 

Kadın kaldırdı bakışlarını kahve fincanından. Ayağa kalktı. Üzerine o siyah şalı aldı. Balkona çıktı. Ahşap sandalyeyi çekip oturdu. Yoldan geçen insanlara baktı bir süre anlamsız. Balkonuna baktı. Sonbaharın yerini kışa terk etmeye hazırlandığı şu günlerde, zamansız soğuklara dayanma gücü kalmayan balkondaki son gül yapraklarına baktı. Dalları dökülmeye başlamış. Renkleri solmuş. Uzun bir süre öylece kalakaldı. Boşluğa baktı. Bir şey düşünmeden bir şey hissetmeden. Üşüdüğünü hissetti sonra. Usul adımlarla içeri girdi. Tezgâhın üzerine baktı. Dağınıklığı toparladı şöyle bir. Yatak odasına yöneldi sonra. Kapının önünde dikildi. Başını kapıya yasladı. Derin bir nefes aldı. Bir kaç adım attı. Bazalı yatağı kaldırdı. İçinde bulunan küçük bavullardan birisini çıkardı. Dolabını açtı. Toparlanmaya başladı. Gitmek kadına yakışırdı en çok. Zamanı geldiğinde hassas bedene bürünmüş pamuksu yüreğine suskunluk çöker. Gitme vakti geldiğini en erken o hisseder. Hele elini atmasın yürek bohçasına. Başlamasın toparlanmaya. Suskun, asil, vakur gidişi vardı kadının. Gitmek yakışmıştı kadına.

 

***

 

Adam taksinin arka koltuğuna oturmuş, elindeki telefonu karıştırıyordu. Ama aklı ne telefonda ne işteydi. İçinde hiç olmadığı kadar bir huzursuzluk hissi vardı. Bugün kendisini kapıya kadar geçirmemiş olması çok etkilemişti kendisini. Fazla mı ileri gitmişti, çok mu kırmıştı onu acaba? “Evimin gülü” derdi ona. En olumsuz durumlarda bile neşe saçan, hep pozitif, hep anlayışlı. Son zamanlardaki kavgaları, tartışmaları. Çok mu kırıcı olmuştu yoksa? Yaşanılanları bir bir getirdi gözünün önüne. Düşünmeye başladı. Onun, evinin gülünün günbegün suskunluğa bürünmesi. Eski neşesinden coşkusundan eser kalmaması, hele bu sabahki yüzündeki o anlamlandıramadığı ifade. Birleştirdi kafasında birçok noktayı. Bir sızı düştü içine. Şoföre seslendi;

 

“Şoför bey hemen geri dönüyoruz”

“Hayırdır abi?”

“Bir, bir evrak unutmuşum evde, hemen geri dönüyoruz”

 

Şoför müşterideki paniği hissetmiş, ilk kavşaktan geri dönmüştü. Gaza daha da basıp hızını arttırmıştı. Bir süre sonra apartman kapısının önüne gelmişlerdi. Adam elini cebine attı. Hızlı bir şekilde ücreti ödeyip koşar adımlarla asansöre yöneldi. Kata çıkıp kapının ziline bastı. Sonra bir daha bastı. Sonra bir daha. Hayır kapıyı açan yoktu. Daha fazla bekleyemedi. Anahtarı ile açtı kapıyı. Ayakkabısını çıkarmadan içeri girdi. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Eşine seslendi. Cevap yoktu. Bir daha seslendi. Yine cevap yoktu. Mutfağa baktı. Salona baktı. Yatak odasına yöneldi. Yoktu. Sonuna kadar açık olan eşinin dolabına baktı.

 

Anlamıştı.

Omuzları düştü. El çantası düştü. Dizlerinin üzerine çöktü. Evinin gülünü soldurmuştu. Güneşi söndürmüştü.

Gitmişti.

 

 

 

 

Vedat Ali Kızıltepe

 

Yitiksöz Sayı-23