Gönül Yorgunu

 

Tak… Tak… Tak…

 

Günlerin yorgunluğu ile gözlerini aralayarak komodinin üstündeki telefona uzandı. Çalar saatin çalmasına bir saate yakın bir zaman vardı daha.

 

Tak… Tak… Tak…

 

Sesler devam ediyordu. Tan yeri ağarmamışken kapıya kim vuruyor diye korkuya kapıldı. Gözlerini iyice ovalayarak ayaklandı. Hayır, kapıdan gelmiyordu ses. Salonun perdesini araladığında gözlerine inanamadı. Üst komşusu sepet sarkıtıp balkon demirine vuruyordu durmaksızın. Balkona çıkıp başını yukarı kaldırarak hayırdır bu saatte, diye seslendi.

 

Kalk pencerelerini aç da ev havalansın, dedi yaşlı kadın. Beynine kan hücum etti o an. Daha taşınalı bir ay bile olmamıştı ama üst katındaki yaşlı kadın nefes aldırmaz olmuştu. Kira sözleşmesini imzalarken ev sahibinin söylediklerini hatırladı. Üst katınızda annem oturuyor, biraz rahatsız edici olabilir ona fazla aldırış etmeyin, demişti. Demişti demesine de iki ayağı bir pabuca girmiş vaziyetteyken bulmuştu bu evi. Oysa eski oturduğu evde ne kadar da rahattı. İş yerine bile yürüyerek on dakikada varabiliyordu. Son zamanlarda kira fiyatları dudak uçuklatacak derecede artmıştı. Ev sahipleri çeşitli bahanelerle eski kiracılarını evden çıkarıp evlerini daha yüksek fiyata kiraya veriyorlardı. Sabah uykusundan olmanın siniri ile tadı iyice kaçmıştı. Yatağa dönmek gelmedi içinden. Haber kanalını açınca denk gelen haberle afalladı. Yere çökmüş feryat figan ağlayan bir adamın haberi. Ev sahibi, oğlum kalacak evden çıkın deyince maddi imkânsızlıklar içindeki adam sobalı eve çıkmış. Daha ikinci günde kendisi işteyken eşi ve çocukları sobadan sızan gaz sonucu ölmüş.

 

Bu haber ile içi, is bağlayan büyük kazanlar gibi karardı. Bu kadına daha fazla tahammül edemezsem diye korkuya kapıldı. Ev bulmak, taşınmak ve daha birçok ayrıntı gözünde büyüdükçe büyüdü. Daha taşındığı gün içeri dalıp nakliyecilere ev sahibi gibi masayı şuraya, koltuğu buraya koyun, diye talimatlar vermişti. Ertesi gün de kapıya dayanıp senden önce bu evde sekiz kişi kalıyordu, bu ev böyle kokmuyordu, demişti.

 

Mutfakta yemek dahi yapmamışken iki günde evi nasıl kokutmuş olabilirdim ki diye düşündü. Birkaç kez yine kapıya dayanmıştı. Kapının deliğinden bakarak kapıyı açmama hakkını kullanmıştı ama son gelişinde gecenin bir yarısında kapıya o kadar vurmuştu ki alacaklı gibi lahavle çekerek hışımla kapıyı açıp yine ne var, demişti. Kadın ısrarla çekil önümden içeri bakacağım burası aile apartmanı içeri karı atıyor musun ona bakacağım, diyordu. Sabır taşı çatlamış, yaşına başına bakmadan kadının kolundan tutup onu kapı dışarı ederek hışımla kapıyı kapatmıştı.

 

Ertesi gün işe gitmek için arabasına yöneldiğinde kapısının boydan boya çizildiğini gördü. Yatırım olsun diye borçla aldığı arabasını o hâlde görmek canını sıktı. Fiyatlar yüksek olduğu için kasko da yaptıramamıştı daha. Bir an aklına yaşlı kadın geldi. Bu kadarını da yapar mı, diye düşünmekten alamadı kendini. Yaşlı başlı kadını kapı dışarı etmenin cezası mıydı bu yoksa? 

 

İçinde kocaman bir balon şişiyor gibi hissetti. Arabanın anahtarını iç cebine atıp yürümeye karar verdi. Yürüdü… Yürüdü… Yürüdükçe düşünceler zihninde uçuştu. Bir şehrin keşmekeşinden geçerken birbirine benzer mahallelerde kocamak ürküntüsünü duyumsadı. Ömrünün tükenmişliğini adımladı sanki. Yüzünü ne yana çevirse garabet bir beton yığını, trafik, bir yerden bir yere akan insanlar… Çocukluk tılsımı ile tırmandığı ağaçları düşledi. En son bir meyveyi dalından ne zaman kopardığını hatırlamaya çalıştı. Kilometrelerce yürümüş ama bir meyve ağacına tesadüf edememişti. Bir kuzunun dünyaya gelişine şahit olduğu ana gitti. O esnada yol kenarında arabanın ezdiği bir kediyi gördü. İçi kalktı. Köşe başındaki pastaneden açmasını alırken annesinin tandır başında ona yedirdiği çökelek, tereyağı sürülmüş sıcacık köy ekmeğinin hasreti yokladı.

 

İçindeki gönül yorgunluğu son zamanlarda daha da artmıştı. Dalmışken müziği tam ses açmış köhne bir arabanın manevrasıyla irkildi. İçindeki genç, bileğine taktığı tespihle dışarı sarkan bir eliyle tam gaz ilerlerken arabanın arkasındaki yazıya takıldı gözü: “Mutluluk bir çorbaydı bize çatal verdiler.” Bir anda acı bir gülümseme yayıldı yüzüne. Varoşların da kendine özgü felsefesi var, diye geçirdi içinden. Erzurum yaylalarında ciğerlerine hava çekmek, Toroslarda makileri izlemek, Karadeniz’de yeşile doymak istiyordu ama yaşam telaşesinden, bitmek bilmeyen borçlardan en son ne zaman seyahat ettiğini anımsayamadı. Bursa’da şakırdayan su, Ürgüp’te uçan balon, Artvin’de horon sesi olmak istiyordu. Oysa bu sesler… Ah bu sesler… İç sesini yıllardır susturan sesler… Ruhunu eritip beton bir kalıba dökmüşler gibi hissediyordu. Gönlüm yorgun. Gönlüm çok yorgun, deyiverdi. Biraz yüksek sesle söylemiş olacak ki yanından geçen kadının bakışlarını üzerinde hissetti. Bir bulut gibi dolu dolu yürüdü. Kendine diyecekleri bitecek gibi değildi. Bir kez de işe gitmeyiversindi. Telefonunu hepten kapatıverdi. Yaşamından çaldığı dinleyici yanı dizginleri eline almıştı. İçinde taşıdığı kiralık ihtiyar ayaklanıvermişti.Evler kiralık, sevgiler kiralık, gülüşler kiralık, taşıdığı bedeni bile kiralık değil miydi?

 

Daha önce hiç girmediği bir ara sokağa girdi. Beton yığınların arasında önünde sıra sıra dizilmiş ağaçlar olan bir bina gördü. Sahrada su görmüş gibi oldu. Durdu ve binaya baktı. Seni önündeki ağaçların hatırına sevdim, diye mırıldandı. Ayaklarına kara sular ininceye kadar yürüdü. Gün sonunda kürkçü dükkânına geri döndü. Parmak uçlarıyla merdiveni çıkıp kapıyı usulca açarken Allah’ım bugün de kapıya dayanmasın, diye dua etti. Koltuğa uzanıverdi. Alışkanlık olarak bir ses olsun diye haber kanalını açıp gözlerini tavana dikti. Çocukluğunda piknikteyken kırlara uzanıp sonsuz mavilik içinde şekillerine anlamlar yüklediği bulutları düşledi. Kim bilir o vaziyette kaç saat kaldı. İçi geçip uyuyakalmıştı koltukta. Onu yedi uyurlar uykusundan uyandıran son dakika haberleri oldu. Birçok ilimizde meydana gelen yıkıcı bir deprem… Üç gün boyunca sanki o koltuğa yapışıp kaldı. Enkaz… Her yer enkaz… Yürek yakan görüntüler… Yıllarca çalışıp biriktirse bile alamayacağı evlerin nasıl da yerle bir olduğunu görmek… Yıkıntılar arasında yitip giden yaşamlar…

 

Depremden bir gün önce ya kirayı artır ya da evimden çık, diyen ev sahibi ile çadırda aynı ateşin başında ısındığını söyleyen bir adamın haberini de izleyince televizyonu kapatıp iyice yorulan gönlünün sesine kulak vererek kendisine bir valiz hazırlayıp bilet almak üzere yola koyuldu.

 

Süleyha Karaca Hanönü

 

Yitiksöz Sayı-17