Gül Işığına Tutulmuş Şiirler

 

Öncelikle öyküleriyle tanınan Ali Haydar Haksal, şiirlerini “Gül Mayıs Gülü” adıyla kitaplaştırdı (Hece Yayınları, Ocak 2024).

 

Nasıl ki bir şairin yazdığı öyküler dikkatimizi çekerse, bir öykücünün yazdığı şiirler de o denli cezbedicidir bence. Aslında edebî türler arasında sanıldığı gibi aşılmayacak yüksek ve kalın duvarlar da yoktur. Aksine türler arasında tabiî bir geçirgenlik söz konusudur. Sözgelimi şiirle öykü, öyküyle deneme arasında, deneme ile şiir arasında dil bağlamında, söyleyiş bağlamında eski edebiyatımızda olduğu gibi günümüz edebiyatında da iç içe oluşlar mevcuttur.

 

Ali Haydar Haksal’ın şiirlerini, bir şairin kaleminden çıkmış şiirler olarak değil de bir öykücünün yazdığı şiirler olarak okumak durumunda kaldım ister istemez. Bu okuyuşta onun öykücülüğünün baskın oluşunun payı büyüktür. Ne ki, kitabı okuyup bitirdiğimde onun öykücü kimliğinden bağımsız, şair kimliğinin de öne çıktığını gördüm. Öykünün belkemiği olan tahkiye unsuruna şiirlerde yok denecek kadar az yer verilmesi, öykücülüğünden ayrı olarak şair kimliğini de öne çıkaran önemli bir husustur.

 

Zaman, gece, rüya, hüzün, söz, dil, dağ, aşk, ruh, melek, şiir, kalp, kuş, gül, yol; Ali Haydar Haksal şiirinin anahtar sözcükleri bir bakıma. Şiirler bu sözcükleri temel alan bir dünyaya götürür bizi. Şiirin merkezi kalptir o dünyada: “orada sadece şiir akar”. Çünkü şiir, coşkulu ruhların ürünüdür. Atalet ve tembellik ruhu pörsüyenlere mahsus bir hâldir günümüzde olduğu gibi.

 

Ben’in bütün devinimi zaman denen o uçsuz bucaksız uzamda geçer. Ne ki, zamanın sonsuz olduğunu iddia edenler olduğu gibi zamanın sınırlı parçalardan teşekkül ettiğini söyleyenler de var. Bu parçaların en küçüğü ‘ân’dır kuşkusuz. Aslında her şey ân içinde olup bitmektedir. Şair: “zaman dilimlerinden bana da bir ân düştü” derken, belki de bu oluşu ima etmektedir. Bir başka görüş de zamanın bir “mahlûk” oluşu hususundadır. Yani yaratılmıştır, başı ve sonu vardır. Kısalır, uzar ve yorulur. “zamanların da bir yorgunluğu var” dizesi, zamanın yaratılmış olmasına bir gönderme değil mi?

 

Hayatın çatışmalardan ibaret olduğu gerçeğinden hareketle “dert” varlığımızın kaçınılmaz bir gerçeği ve sınavımızın bir parçasıdır. Derdi dert edinmektir bizi insan kılan. Şair de: “yaralara tuz serptik ki acılarımız azsın / ahımız yükselsin dağlı yüreklerimiz taşsın / harareti sönmüş bir dünya bu insanının / derdi dert eylesin de canlar ateşe dalsın” (s. 12) derken, kendi acılarımızdan yola çıkarak insanlığın acılarına sahip çıkmamızın gerekliliğini hatırlatır bize.

 

Ali Haydar Haksal’ın şiirlerinde gece, ruhun laboratuvarı işlevini görür âdeta. Bu işlev kimi zaman rüyalar vasıtasıyla yansıtılır: “ağır bir gece / her şey sessizliğin kurbanı / seslerin tınısı gergef örer / gönle giden yollar burulur / acımasız olan kader değil / bahanelerin nedenleri / zalim bir bakışın dokunuşu / rüyasızlıktan kalma yorar ruhu / “ne olacak bu hâlim” (s. 14).

 

Ali Haydar Haksal’ın şiiri bir zikir hâlidir. Dolaysıyla zikir dili şiirin tümünü kapsar ve tüm sözcüklere olduğundan daha derin metafizik anlamlar ve çağrışımlar yükler. Dua ve sorgulamanın iç içe geçtiği sahnelere tanık oluruz: “bir ses yükselir dıştan içe / içten dışa harmanlanır / bir fatiha yedi ihlas ile” (s.17). Çünkü: “zikir hâlidir bu hâl ehlinin / bin yakarış ve bin arınış” (s. 18).

 

Zikir hâli hiç kuşkusuz ruhun aşk makamına yükseliş hâlidir. Zikir dili aynı zamanda aşkın da dilidir: Şair bu dille yapar kendi içine yolculuğu: “aşkın dili beni bırakmadıkça / varlık içinde varlık / varlık içinde hiçlik” diyerek. (s.18)

 

Nasıl ki tabiat okunacak ayetlerden biriyse, gece de bu ayetin bir parçasıdır. Onun da okunması gerekir: “ey göz geceyi iyi oku” dizesiyle seslenir şair: “geceler sayılı parmakların ucunda / zikir çeker gibi geriye sarar / gelecek birikir geçmişin üzerine / “hayallerim bana kalsın” / o dağ evinde / orada gizli bir gelecek var / kalsın aramızda” (s.25)

 

Şairin içe yolculuğu zaman zaman dışa yani güncele yönelir ve hayatın somut gerçeklikleriyle yüz yüze getirir bizi: “kuşlar karda geceye küskün kediler görünmüyor ortalıkta / kent koronaya mahkûm dili tutuk, kalbi donuk / maske yüzyılı bu bir insanlık balosu / sadece gözler ve sözler konuşur / her şey ilâhî bir solukta kader bu / gece de gündüz de onun oluşunda / bir tebessüm sıcaklığında” (s.42).

 

Gece aynı zamanda bir sığınaktır: “geceler sığınağım derin sessizlik” diyen şair, birden güncelin ortasından seslenir: “dolunaya ve kelimelere gönül verince / adliye koridorlarının dili değil bu / resmiyet fularlı kostümler donuk yüzlerle / mahkeme duvarları gülümseme bilmez” (s.44). Halk arasında da asık, somurtkan yüzler için mahkeme duvarı gibi bir yüz denmez mi?

 

“Gülan” Sezai Karakoç’un şiirinde de geçer, Ergani yöresinde güllerin açıldığı zaman (ay) anlamına gelir. Gül, umudun, aşkın, güzelliğin simgesidir Haksal’ın şiirinde: “gül ayıdır bu ay acılı âşıkların zamanı” der. Kitaba adını veren “Gül Mayıs Gülü” bölümü güle ve gül zamanına bir övgüdür.

 

Tabiatın da Allah’ın ayetlerinden biri olması nedeniyle şair, tabiattaki her nesneyi okumaya çalışır: “deniz de gök de kadir bilir / her biri rabbin ayeti / her şey onun aydınlığının güneşi” der.

 

Bu okumanın bir dili olmalı. Şair, bu dili şiirde bulur: “sözler ki dilden dökülür karılır uzama / içten akan ırmak içten çağıldar” ki bu da sözün bir motif olarak şiirde geniş bir yer kaplamasına kapı açar: “ayakları tutulsun yalnızlığın, söz söze gönül gönüle bağlansın” (s. 53) Yalnızlıktan ancak söz ve gönül birliğiyle kurtulabiliriz.

 

Şiirlerde sıkça geçen melek, aramızda dolaşır ve insanın can yoldaşıdır: “melekler ciddidir onlar ehl-i hâl / can yoldaşları için yola revan” (s. 52).

 

Bazen bir aynanın önünde bulur insan kendini. Görünen yüzden, görünmeyen yüze geçişin yaşandığı anlardır bu bulunmalar. İç muhasebe dediğimiz sorgulama: “kime ne söyler görünen yüz / görünmeyenlerin sonsuzluğu” (s. 57) Bu muhasebe insanı geçmişle gelecek arasında bir sığınak aramaya götürür: “doğa küs, kuşlar özgür, hayvanlar korkusuz / vahşilik ki insana mahsus / kendine uzak, yabancı ölümüne” (s.69) derken, “sığınağımı yitirdim gelecek zaman / sarsıntı depremden beter dipten vuran” (s. 70) ruh sarsıntısını hissettirir bize şair.

 

Ali Haydar Haksal’ın şiirlerinde dağ motifinin de sıkça geçtiğini görürüz. Yüceliğin, aşkın hâlin simgesi olan dağın da bir sahibi vardır: “dağlardan yüce dağlar var küçülür büyük heybetin önünde / dağların da gönüllerin de sahibi bir allah” diyen şair: “dağ rüyamda acımtırak bir aşk / geçmiş zaman değil şu an” (s. 77) dizeleriyle dağla olan iç içeliğine vurgu yapar.

 

Aşk en temel motiflerden birdir Haksal’ın şiirlerinde. Günümüz insanının aşksızlığından yakınır o: “biz zamanın çocukları aşktan ne anlarız” (s. 111). Çünkü: “çocuklar meydansız modernlik muhafazakârlık veya ötesi / ne fark eder ruh aynı olunca / her şey para her şey batı ve Amerika veya rusya / sahipsiz kalınca dünya / kapılar aynı değişmeyen bir oyundur oynanan / karınlar doymayınca bereketsiz sofralar” (s. 128).

 

Oysa aşk, oluşun ve hayatın dinamiği, çarpan kalbidir. Onsuz her şey çöl ve çoraktır. İnsan olmak, aşk ehli olmaktan geçer: “bir söz beni bağladı / aşka gönül verdi / ne öte ne de beri” şiirin dili aşk dilidir. Onsuz kelimeler kuru dallar gibidir, ne güzel der şair: “ne o / kelimeleri mi kıskandın / aşk dilin yoksa”.

 

Ali Haydar Haksal’ın şiirleri insana ruh dinginliği, ruh derinliği veren ve bu derinlikle manevî bir atmosfer oluşturan şiirlerdir; yalın bir dil, pürüzsüz ve içten bir söyleyişle…

 

İşte “Şiir Duası”nın son dizeleri. Noktayı bu dizlerle koyalım: “rahmet kapıları kapanmaz şair dileyince / şiir gökten yağar kalpte biter / ruh çorak değilse bereket budur işte” (s.89)

 

Arif Ay

 

Yitiksöz Sayı-22