İsmet’e Örülen Danteller

 

İsmet’i istemeye geldiklerinde aynı yaştaydık. O üniversitede okumadığı için evlenmesi icap ediyordu çünkü baba evinde beklemenin de bir süresi vardı. Kızlar ya üniversite okuyup istediği vakit evlenecek ya da İsmet gibi evleneceği güne kadar az ya da çok bahtına düşen kısmetlerini sayıp birinde karar kılacaktı. İsmet’le biz çocukluktan beri arkadaşız. Açıkçası neşeli bir arkadaşlığımız yok. Dört katlı apartmanın ikinci katında İsmetler, üçüncü katında biz oturuyoruz. Akşamları hep bir araya gelindiğinde sırf ailelerimizin gönlünü hoş tutmak için İsmet’le evcilik oynuyorum. Bana göre İsmet uyuzun teki. Hiç çocuk gibi değil bir kere. Gülmez, kahkaha atmaz; oyunbozanlık yapıp hemencecik ağlar, küser, annesine bizi şikâyet eder. Hele kuzenleri gelince havasından geçilmeyip bize karşı onları kışkırtır ve bir gürültü kopmasına sebep olur. Kuzenleri durduk yere arkadaşlarıma sataşır en çok da bana saldırırlar. Ben kendi kendime, “Kız İsmet! Sana en yakın benim, en çok bizimle oturup kalkarsınız, evinizde yumurta bitse bizden istersiniz, annem hep size baklavalık yufka açmaya gelir, okulda anlamadığın konuları sana ben anlatırım şimdi bu neyin hıncı?” derim. Ben bunları düşünecek çapta bir çocukken İsmet kuzenleri gidince benimle kalacağını düşünemez ve ocağıma düşer her zaman. Hey Allah’ım babamın çok çalışarak aldığı eve komşu olarak İsmet’i gönderdin de şu İsmet’i biraz benim huyuma suyuma, zekâma uygun göndereydin olmaz mıydı?

 

İsmet’le sürekli kıyaslanmaktan da sıkılırım. Annesi beni örnek gösterip, “Bak o nasıl okuyor, yazısı da inci gibi. Bak onun defterlerinin kenarı kırışmıyor; ütülü gibi. Bak o büyükleriyle nasıl konuşuyor; şimdiden öğretmen gibi… İsmet ise okuyamıyor, yazamıyor ayrıca da pepe. Ben İsmet’ten kurtulmak istiyorum ama çare de bulamıyorum. İsmet’le aynı öğretmende ilkokula başladık, hatta ilk günler aynı sıradaydık. Ben İsmet’i istemiyorum. Öğretmenimiz bir gün boy sırasına göre oturtmaya kalktı bizi. İsmet’in boyu benden uzun olunca onu aldı en arkaya oturttu beni de en öne. O gün işte okulu çok sevdim. Öğretmenimiz bilmeden bana bir iyilik yaptı. Okula başladığımız gün İsmet’in annesi: “Aman Hocam! Evlerimiz altlı üstlü, beraber büyüdüler, bunları ayırmayın diyerek benim İsmet’e göz kulak olacağımı, derslerinde ona destek olacağımı düşündü ama işler tersine dönüverdi. İyi ki İsmet’ten kısa boyluyum, dedim. O yıl her gün eve geldikten sonra bir de ona okuma yaptırmak zorunda kalıyor, o beceremedikçe iyice gıcık oluyordum. Neşemi söndüren İsmet’in okumayı sökmesi için elimden geleni yaptım. Sene sonu ikinci müjdeli haber de gelince İsmet’ten daha akıllı daha çalışkan olduğuma sevindim, o sınıf tekrarı yapacaktı ben ise koskocaman ikinci sınıf öğrencisi olacaktım. Sınıf tekrarına kalan İsmet’in öğretmeni de değişti mecburen. Sokağımıza yeni taşınan Serpil Teyze'nin kocası İsmet’in öğretmeni oluverdi. Serpil Teyze, ikindi çaylarına bizim ön bahçeye davet edildikçe İsmet; renkten renge giriyor, olduğu yerde küçülüyor, yerden başını kaldıramıyordu. İkindi çaylarında İsmet’in annesinin Serpil Teyze'ye döktüğü tatlı dili, sergilediği türlü hamaratlıkları olmasaydı; İsmet ilkokulu hayatta bitiremez, okulla olan tatsız hatıralarına daha tatsızlarını eklerdi; şükür ki annesi iş bilen bir kadındı.

 

Ramazan Bayramı yaklaşıyordu. Benim ikinci sınıfa geçtiğim yaz tatiliydi. Mahalledeki arkadaşlarımla beraber birbirimizin diline bakıp kim oruçlu kim değil diye aklımızca yoklama çekiyor, tuttuğumuz oruçları sayıp seviniyor, tatlı tatlı bayram heyecanı yaşıyorduk. Ablam bana kat kat etekli, rengârenk, güzel bir bayramlık elbise dikti. Yeşil ağırlıklı elbiseme uygun kenarları volanlı yeşil bir şapka da dikmişti. Bayramda herkes elbisemi konuştu. Ablamın mahareti komşular arasında dillere destandı zaten bu elbise ile modacılara taş çıkarttı ve şöhreti arttı o bayram. İsmet elbisemi kıskandı tabii. Bir gün annemle Mevlid'e gittik geldik. Merdivenden eve doğru çıkarken gözüme bir renk cümbüşü ilişti. İsmet kaçar gibi evlerine giriyordu. Belli belirsiz elbisemin ucunu gördüm. Anladım hemen. İsmet’e ben evde yokken elbisemi giydirmişlerdi. Deliye döndüm. Arkamdan çevrilen bu iş beni fazlasıyla kızdırdı. O gün İsmet’in beni kıskandığını iyice netleştirdim. Akşama kadar apartman boşluğunda ağladım, herkesin kafasını şişirdim. İsmet korkudan dışarı çıkamadı ama kapı arkasından beni dinledi durdu. Biliyorum.

 

Benim ablalarım benim şansımdı ama İsmet’in de evde babaannesi ve dedesi vardı. Babaannesi İsmet’e kışlık fanila örerken ağzından kenger sakızı hiç düşmezdi. Pamuk pamuk elleriyle İsmet’e çeyizlik danteller de örerdi. İsmet’in ninesinin insanı rahatlatan bir tarafı vardı; güler yüzlü, tatlı dilli bir kadındı. Mahallede sözü geçen, saygı duyulan biriydi. Komşuları toplar, herkesi bir arada tutardı. O geldiği zaman keke kabartma tozu konmaz, kek karbonatla kabartılırdı çünkü onun midesine dokunurdu. Kimse bu durumdan rahatsız olmazdı. Benim kıskanılacak taraflarım varsa İsmet’in de vardı. İsmet’in bir de anneannesi vardı. Onlara köyden tandır ekmeği, kaymak, yoğurt gönderirdi. Ben de bunları kıskanırdım. Onun annesi çok güzel pastalar yapardı mesela. Yaptığı pastaların kokusu apartmanı sarardı. Ev yapımı ilk yaş pastayı onlarda yemiştim. Ablalarım da bana çeşit çeşit pastalar yapacaklardı ama dört ay arayla düğünleri oldu. Biri başka bir şehre biri de başka bir ülkeye gelin gidince annemle bana günlerce ağlamak düştü. Pencere önündeki somyamıza oturup gelen geçene bakarken gurbet türküleri söyler gözlerimiz şişene kadar ağlardık. İsmet’in annesi sesimizi duyup bizimle dalga geçerdi. Annem ona, “Yarın bir gün İsmet büyür, gelin olur, o zaman ben seni görürüm.” derdi. Ben ise İsmet gelin olursa ben de olurum aynı yaşta değil miyiz, diye geçirirdim aklımdan.

 

İsmet ilkokuldan sonra okumaya devam etmedi, dikiş-nakış kurslarına gitti. Ben ise lise mezuniyetiyle kalmayıp üniversitede istediğim bölümü okumaya başladım. Birinci sınıfın sonunda da İsmet’le kumaş boyama kursuna gittik artık yaşımız sekiz değil on dokuzdu. Çocukluktan çıkınca çok görüşemez olmuştuk. Bu arada İsmet hiç değişmemişti. Kursta ben bir başkasıyla muhabbete girsem hemen küsüyordu. İsmet beni seviyor, diyordum. Bir sabah kursa giderken yakın komşumuz Emin Amca'yla karşılaştık. Nereye gittiğimizi sorunca İsmet sustu ben cevap verdim. Kumaş boyama kursuna, dedim. Emin Amca güzel bir şeyler der diye beklerken o elini İsmet’e doğru sallayarak, “Ohooo! Senin çeyizleri sandık almıyor artık hani koca nerde?” dedi. İsmet kıpkırmızı oldu, sustu ne güldü ne de konuştu, başını öne eğdi. Ben de gülemedim, İsmet’in o hâline çok üzüldüm. O yaz tatilim İsmet’le geçti. Buldan İpeği'ne boyadığım masa örtüsü, mutfak takımı da benim çeyizime konuldu. İsmet’in çeyiz sandığı ise dolduğu gibi taşıyordu. Ninesi, annesi, kendisi durmadan çeyiz yaptılar. İğne oyalı havlular İsmet’in çeyizindeki en güzel parçalar oldu o yıllarda. İsmet’i yine de kıskanmadım.

 

Nihayet İsmet’i istemeye geldiler. Aynı yaştaydık. Söz yüzüğü takılırken ona bakıyordum. Abiye elbise içindeydi, saçları bukle bukle yapılmıştı, makyajlıydı. Şaşırdım. Güzelleşmişti. İsmet’e bak sen, dedim içimden. Vişneçürüğü tafta elbisesi kolsuzdu. İsmet zayıflıktan ölecek bir gün derken incecik kollarıyla karşımdaydı; sözleniyordu, yuva kuruyordu. Fotoğrafları çekilirken hafifçe gülümsüyordu. Evlenince değişecek miydi acaba? Daha çok gülecek, daha çok konuşacak, biraz kilo alacak belki de hayata yeni başlayacaktı. Bunları herkes merak ediyordu. En çok ninesi merak ederdi fakat İsmet’in bugünlerini göremedi. Rahmetlinin ördüğü sakız gibi muntazam danteller, İsmet’in çeyizini görmeye gelenlere dudak ısırtıyordu. İsmet altı ay sonra evlendi. Kocası iyi biri çıktı. İsmet şanslıydı. Evlilik onu değiştiremedi ama yine zayıftı, yine suskundu. Ona ait tek değişim gözlükleri oldu. Yıllar sonraki ilk karşılaşmamızda sekiz numara gözlükleriyle evvela beni tanıyamadı. Havadan sudan konuştuk. Bir kızı bir oğlu varmış. Dantel örüp satıyormuş. Ninen harika danteller örerdi, dedim. Örerdi, keşke örmeseydi, dedi, devamını getiremedi. Ben anlayacağımı anladım ve sustum. İsmet’in çantasından görünen dantel yumaklarına takılıp sustum. İsmet’in gözlerini bana net göstermeyen kalın gözlük camlarına bakıp sustum. İsmet’le geçen çocukluğuma dalıp sustum. İsmet diye kız ismi mi olur, dediğim güne dönüp sustum.

 

Emel Karagedik

 

Yitiksöz Sayı-23