Kahramanmaraş’ın Dağları

 

(Dağlar hiç üşümez miydi? Dağların başında hep sarık var da ondan mı üşümezdi? Dağlar sarığını dedem gibi başına hep zikir saatlerinde mi takardı? Dağlar zaten hep zikir ederdi de onun için mi başı sürekli beyaz olurdu? Dağın sisler içindeki zirvesine hiç ulaşılmaz mıydı?)

 

Kahramanmaraş’ın dağları çocukluğumun dağlarıdır. Düşle gerçek arasında gidip gelen birer masumiyet tablosudur onlar. Çocukluğumda hep uzaktan bakıp da hiçbir zaman ulaşılamaz sandığım zirvelerine bunca zaman sonra niyet etmek doğrusu bende bir mahcubiyet duygusu oluşturdu. Şimdiye değin neredeydin deyiverse, cevabımın olmamasıdır beni bu mahcubiyet duygusuna iten.

 

Oldum olası dağlar hep ilgimi çeker. Bu nedenle, o yüce doruklardan ruhuma dokunan bir esinti hissedersem yerimde duramam. Dağcılar, “dağlar çağırdığında gitmek gerek” derler ya, aslında çağrı, o kalpteki heyecanın kendisidir, dağı hissetme duygusudur. Bir dağcı, ormanın içinde nereden geldiğini anlamadığı bir ses gibi yüreğinde tarif edemediği bir heyecan duymuşsa bil ki artık dağa gitme zamanı gelmiştir.

 

Dağcı, dağa çıkan kişi değil dağı hisseden kişidir. Dağla arasında bir çeşit diyalog kuran kişidir. Bu diyalog kimi zaman mistik bir iletişim olduğu gibi kimileyin de dışa dönük görsel bir diyalog olabilir. Ben bunu önemserim, o yüzden de bir dağ benim için belli irtifası olan bir doğa parçası değildir. Her dağ bir karakterdir. Her dağın farklı özelliği ve insanda bıraktığı bir etkisi vardır. Rahmetli Nuri Pakdil Üstad’ın güzel bir sözü vardır “Her dağın bir duruşu vardır.” diye. Bu yüzdendir ki, o duruş bizde her dağı farklı kılar. Her dağın bize anlattığı öykü farklıdır. Ancak çocukluğumun dağlarının kuşkusuz bende daha özel bir yeri vardır. Çocukluğum Kahramanmaraş dağlarının eteklerinde geçti. Dağ çiçeklerinin sunduğu renk armonisinden haz alarak, karlı yamaçlardan akan pırıl pırıl suların müziğini dinleyerek büyüdüm. Çeşmeleri, dumanlı tepeleri ile düşlerimi zenginleştiren birer masal dünyasıdır benim için Kahramanmaraş Dağları. Kırkpınar, gözlerimi dünyaya açtığımda ilk gördüğüm dumanlı zirvedir belki de. 3000 metre civarındaki Kırkpınar, Binboğa, Berit ve Nurhak Dağları yıldızların altında uzanan ulaşılmaz doruklar olarak çocuk dünyamda birer tablo olarak duruyordu hep.

 

Uzun süredir dağlara tırmanıp dururum ama bir türlü Kahramanmaraş Dağları kısmetime düşmemişti. Dağcıların dediği gibi, belki de beni çağırmamıştı Kahramanmaraş’ın dağları. Artık belki de tam zamanıydı, birkaç arkadaş hadi gidelim deyip Gaziantep, Kahramanmaraş, Adıyaman Üçgeninde Kaya Düldülü, Nurhak ve Nemrut zirvelerini planımıza koyuverdik. Dağ deyince tüm önceliklerim değişiveriyor. Kendimizi Gaziantep’te buluverdik. İstanbul’dan Sefer Öztürk, Hatice Erener ve Serdar Yavaş’la 4 kişilik bir ekibiz. Ankara’dan Hamza Yücel ve arkadaşlarıyla ertesi gün buluşacağız. Kahramanmaraş’ta Mehmet Ağca ve arkadaşlarıyla birlikte toparlanıp Kaya Düldülü diyeceğiz.

 

Gaziantep gurme kültürünün başkentidir, bu tartışılmaz. Tüm gün hem ara sokaklarını, müzelerini, hem de lezzet duraklarını ziyaret ettik. Gaziantep’in Beyler Mahallesi’ndeki eski evleri ve daracık sokaklarını dolaştık. Bu mahalle genelde Ermeni Mahallesi olarak biliniyor. Mimari yapısı da öyle zaten. Arnavut kaldırımlı sokaklarına serpiştirilmiş demir metal heykelleri çok beğendiğimi söylemeliyim. Bizim kültürümüzde heykele pek olumlu bakılmaz ama bence heykelin bir sanat türü olarak yadsınamaz bir yanı da var. Batı kentlerinde sokakları, meydanları ve mimari alanları zenginleştiren bir sanat dalı olarak kentin karakterini ve kimliğini oluşturan çok önemli unsurlardan biridir. Resim gibi heykel gibi sanat dalları insanlığın ortak evrensel değerleri olarak bizim kültürümüzde de geliştirilebilmeli diye düşünüyorum. İbrahim’in kırdığı putla, Peygamber’imizin kırdığı putla modern sanatın ürettiği heykelleri karıştırmamak gerek. İslam geleneğinde puta tapıcılığı çağrıştırmasın, puta tapıcılıkla karıştırılmasın diye heykel sanatından uzak durulmuştur. Oysa tapacak olduktan sonra günlük yaşantımız içinde o kadar çok put var ki, heykellerin putluğu masum kalır.

 

Gaziantep’ten Kahramanmaraş’a geldiğimizde akşam olmuştu. Bizim dinlenmemiz gerekti. Kaya Düldülü’ne tırmanacağız. Nasıl olduğunu bilmiyoruz. İstanbul’dan gelirken epeyce uykusuz kalmıştık. Kahramanmaraş’lı dostlarımız bizim için yüreklerini açmıştı. Mehmet Ağca’nın işyeri bahçesinde oturup sohbet etmek, şömine başında oturmak, çadırımızı kurup uyumak hepsi mümkün. Ama bizim birkaç saatlik dinlenmeden sonra gece yarısı kalkıp yollara düşmemiz hiç de kolay olmayacak ama dağ sevdası bizi yollara düşürecek biliyorum. Ankara’dan gelen dağcılarla buluşup sabah saatlerinde tırmanışa geçeceğiz. Uyandığımızda ilk duygumuz iç ses; neden biz de normal bir insan gibi yatıp, sabah kalkıp rahat rahat kahvaltımızı edip, günlük işlerimize bakmıyoruz? Ama bu aşk başka bir aşk, sürüklüyorsa seni takılacaksın o ecenin peşine. Biz de takıldık. Gece saat 04’te İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş ekibiyle bir kelle paçacıda buluşup çorbamızı içtikten sonra 13 kişi Kaya Düldülü için yola çıktık. Kent içinde sabah saat 04 sularında paça çorbası içip enerji toplamak çok hoştu. Tabi ki bu bölgenin lezzet ağırlıklı sofra kültürü ile de yakından iletişim kurmamız kaçınılmaz oluyor. Güzel bir paça çorbasıydı.

 

Açıkçası rota başlangıcına biraz gecikmeli gelebildik. Dağcılıkta kamp alanından çıkış en geç gece 04 gibi filan olmalı. Oysa biz saat 08 gibi başladık. Ama dağımız yüksek irtifa dağı değil. 2110 metre civarında bir irtifası var. Ne var ki, hiç bir dağın dağ olma özelliği yüksekliği ile doğru orantılı değildir. Bir kez daha, dağ bana şunu hatırlattı ki, dağı dağ yapan, onun yüksekliği değil karakteridir. Kaya Düldülü kendisine saygı duymamızı gerektirecek olağanüstü karakteri ile bana muhteşem heyecanlar yaşattı. 6000 metrelere yaklaşan tırmanışlar yapmış bir dağcı olarak 2110 metre yüksekliğindeki bu dağda aldığım tırmanış keyfi muhteşemdi. Her dağın insana verdiği keyif özeldir. Neredeyse tamamen kaya bloğundan oluşan tırmanışımız oldukça keyifli, zorlu ve adrenalini yüksek geçti. Teknik malzeme kullanmadan tamamen el ve parmak becerisiyle çıktığımız bu zirve bize muhteşem görsellikler sundu. Kahramanmaraş tarafında Başkonuş Yaylası, Osmaniye tarafında Düldül Dağı, Berke ve Aslantaş Barajı, batan akşam güneşinin altında masalsı bir atmosfer sundu bize. 12 saatlik bir tırmanış programının ardından ara vermeden Nurhak Dağı için Elbistan’a hareket ettik. Ama yolda Kahramanmaraş’a uğrayıp “eli böğründe, ya da yan yana” yemeden geçip gitmek olmazdı. Bizde gereğini yaptık.

 

Elbistan Dağcılıktan arkadaşlar bizi bekliyorlardı. Ama biz İstanbul, Gaziantep, Kahramanmaraş, 12 saatlik Kaya Düldül’ü faaliyeti derken ara vermediğimiz faaliyetimizde yorulmuştuk, Nurhak Dağı’na çıkışımız çok zor olacaktı. Elbistan Dağcılıktaki arkadaşlara rica ederek bu çıkışı gece 04 den sabah 07’ye kaydırmalarını rica ettik. Çünkü en azından birkaç saat uyuyup dinlenmiş olurduk. Bu ricamızı kırmamaları belki de Nurhak faaliyetimizin başarılı geçmesine neden oldu. Gece Elbistan’a ulaştığımızda bizi Mustafa Kemal Kadayıfçı dostumuz bekliyordu. Çok beklemeden hemen kulüp binasına giderek dinlenmeye çekildik.

 

Sabah saat 07’de bu kez İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş ve Elbistan ekibi olarak 16 kişi 45 dakikalık bir yolculuktan sonra Hakan Coşkun anısına yapılmış dağ evinde araçlarımızı bırakarak yürüyüşe başladık. Elbistan Dağcılık için Hakan Coşkun Hoca’nın ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Elbistanlı dağcıların her an onunla ilgili bir anıyı paylaşıyor olmaları, Hakan Hoca böyle derdi, böyle yapardı gibi onun varlığını öne almaları o insanın arkasında ne güzel bir isim bıraktığını gösteriyor. Saygıyla anılan bir ad bırakmak, yaptığı hizmetlerinin takdir edilmesiyle o hizmetleri daha ileriye taşımaya gayret gösteren dostlar bırakabilmek ne kadar da güzel.

 

Mustafa Kemal Kadayıfçı dostumuz ve arkadaşlarının Elbistan’da bize gösterdikleri konukseverliği asla unutamam. Dağ faaliyetine gelmiş sporcular olarak değil de, kendi evlerine gelmiş konuklar gibi bizi ağırlamaları gerçekten cümlelere sığmayacak davranışlar. Anadolu insanının gönül zenginliğini cömertçe bizim önümüze açan bu insanlara selam olsun. Nurhak Dağı çıkışımız kolay olmasa da inişimiz çıkıştan daha zor oldu. Her dağın kendi özelliği, zorluğu ve karakteri var. Maraşlı ünlü yazar Nuri Pakdil’in bir sözünü bir kez daha hatırlatmak isterim. “Her dağın bir duruşu vardır.”

 

Nurhak Dağı’nı geride bıraktığımız saatlerde hemen kadrajımıza Adıyaman Nemrut Dağının girmesi kaçınılmazdı. O gizemli Nemrut heykellerine daha önce bir kez çıkmıştım ama o zaman açıkçası yoğun kar yağışı ve tipi altında bir fotoğraf bile çektiremeden dönmek zorunda kalmıştım. Bu kez başka bir hayalim vardı. Onu gerçekleştirdik. Başka da bir şey anlatmayacağım: Mevsim olarak geç olsa da uyku tulumu ve matlarımızı alarak heykellerin yakınındaki açık alanda ve yıldızların altında gün doğumunu izlemek için sabahı beklemek bizim için fantastik bir güzellik oldu.

 

Ali Göçer 

 

Yitiksöz Sayı - 15