Maraş Merkezli Anadolu’nun Hikâyecisi: Şevket Bulut

 

“Kuyucak, Bahtiyar Yokuşu, Kuyumcu Metin İspiroğlu, Vali Necmettin Karaduman, Şekerli Cami, Bertiz, Süleymanlı, Menzelet Barajı, Kavşut Köyü, Armutalan Köyü, Bozlar Köyü, Nurhak, Elbistan... Hikâyelerinizde geçen mekân adları gerçekte var olan ve bilinen yerlerden; çoğu adı ve soyadlarıyla verilen kahramanların büyük bir kısmı da gerçekte yaşamış ve bilinen kişilerden oluşuyor. Ben hikâyeleri okurken bu kişileri ve yerleri bildiğim için muhayyilemde farklı bir karakter ve yer oluşturamıyorum. Oysa edebî metinler her okunduğunda yeni çağrışımlar yapan, okurun muhayyilesinde yeniden üretilen metinlerdir. Hikâyelerinizde, bilinen yer ve kişilerin yer alması okurun muhayyilesini sınırlandırmaz mı?”

 

Yıkık Minare adlı yeni çıkan kitabını imzalayıp, “Ramazan Hocam, kitabı okuduktan sonra bir değerlendirmenizi almak isterim.” dedikten sonra ilk karşılaşmamızda Şevket Bulut’a bu değerlendirmeyi yapmıştım. O mütevazı kişiliğiyle ve büyük bir olgunlukla söylediklerimi dinledikten sonra, “Bu hiç aklıma gelmemişti. Haklı olabilirsiniz. Bir düşüneyim.” diye cevap vermişti. Şimdi, yani aradan 25 yıl geçtikten sonra bu sorunun yersizliğini ve iyi ki hikâyelerinde gerçek mekân ve isimlere yer vermiş olduğunu düşünüyorum. Zira hikâyelerin gerçekliğini artıran bu ögelerin dönemin zihniyetini yansıtması bakımından edebî metinler için ne kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Bu hikâyeler sayesinde 1970-1996 yılları arası Kahramanmaraş’ın coğrafyası, sosyal hayatı, kültürel dokusu, dili, folkloru ve insanı edebiyatın diliyle nakış nakış hikâyelere işlenmiş, ölümsüzleşmiştir.

 

Şevket Bulut’un Hikâyelerinde Konu

 

Cumhuriyet döneminin 100 önemli hikâyecisi arasında gösterilen Şevket Bulut’un hikâyelerinde 1970-1996’lı yıllar arasında Kahramanmaraş-Kilis-Sivas bölgesinde yaşayan insanların sosyal hayatından alınan çok geniş bir konu yelpazesi vardır. Bu hikâyelerin bir kısmı kıskançlık, ön yargı, rüşvet, sahtekârlık, iyilikseverlik, görevi suistimal, menkıbe, vatan sevgisi, ölüm korkusu, haksızlık, kutsal değerler, güven, intikam gibi insanların sosyal yaşantılarından kaynaklanan konuların merak ve heyecan uyandıracak şekilde kurgulanmasıyla oluşmuştur. Derin Kuyu, Kantarma Konak, Kaçak Ceketler gibi bazı hikâyelerinde çocukluk hayatına ait biyografik izler taşıyan konular işlenmiştir.  Bütün bu hikâyeler zevkli, akıcı, her kesimin kendini içinde bulabileceği; bazen gülümseyerek, bazen üzülerek, bazen büyük bir merakla okunan hikâyelerdir. Hikâyeler haksızlığa uğrayan bireylerin zaferi ile sonuçlanır.

 

Mezhep çatışması, Maraş Olayları, devrimci-muhafazakâr çatışması, kültürel yozlaşma, Ermeni Meselesi, kadına şiddet gibi konuları ele alan hikâyeler ise mesaj vermek kaygısıyla kaleme alınmıştır. Mesajlı hikâyelerin arasında aile düzenini ve toplumu huzursuz eden, kronikleşmiş, zaman zaman kaşınılan; cehalete, bağnazlığa, ön yargıya dayanan Alevi-Sünni çatışması, kadınlara karşı şiddet, şehirleşmeyle birlikte kültürel kimliğin kaybolması konularının fazlalığı dikkat çekmektedir. Yazar bu hikâyelerde sosyal hayatta çatışmayı doğuran sorunların hikâye kurgusuyla köklerine inmeye, mutluluğa, birlik ve beraberliğe engel olan saiklerin ortadan kalkması için yine hikâye kurgusu içerisinde gerekli mesajı vermeye çalışır.

 

Şevket Bulut, Al Karısı adlı kitabında yer alan, TRT tarafından Obalar ve Atlar adıyla 1980'de kısa metrajlı film olarak çekilen Kuyruğu Kesilen At hikâyesinde çok başarılı bir kurgu ve dille Aleviler hakkındaki yalan yanlış inanışları eleştirir. Görevi gereği, yirmi yıl boyunca köy köy dolaştığı, misafir olarak bulunduğu Kahramanmaraş’ın bütün bölgelerinin âdetlerini, insanlarını, törelerini çok iyi tanıma imkânı bulan Bulut, bu gözlemlerini, edindiği folklorik malzemeleri diğer hikâyelerinde olduğu gibi Kuyruğu Kesilen At’ta da başarıyla kullanır. Bu müthiş töre hikâyesinde Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinin Alevi görüşlü bir köyünde geçen namus olayı konu edinilmektedir. Yazar, hikâyede vermek istediği mesajı Hasan Ağa’nın ağzıyla dile getirir: “Alevi, Sünni diye milleti, senin gibi avanaklar ayırır. Bizler, ayni kandan, ayni dinden geliyoruz. Cepheye beraber koşarız. Beraber şehit oluruz. Beraber ayni topraklar üstünde yaşarız.” Bu hikâyede Alevi inancına mensup insanların törelerine, namuslarına ve sözlerine ne kadar düşkün oldukları mesajı verilmekte, onlar hakkında oluşturulan kulaktan duyma söylenti ve ön yargılar tenkit edilmektedir. Bu ön yargılar insanların birbirini tanımasıyla yıkılacağı düşüncesi verilmektedir.

 

Şevket Bulut, netameli bir konu olmasına rağmen artık son bulmasını istediği, musallat olduğu tarihten beri Türk milletinin canını çok yakan, dış mihraklar tarafından zamanı geldiğinde kullanılan bu illetin üstüne üstüne gitmeye çalışır. Nitekim Baharı Görmeyen Çocuklar adlı kitabındaki 15 hikâye Alevi-Sünni çatışması üzerine inşa edilen 1978 Maraş Olayları’nın arkasındaki sırları, mağdurlarının yaşadığı psikolojik, sosyolojik yıkımı anlatır. Söz konusu olaylara hem aynı şehirde yaşayan bir kimse hem de Hasar Tespit Komisyonu Üyesi sıfatıyla şahit olan biri olarak gerçekçi gözlemlerini hikâyelerine aktarmış ve olayların aydınlatılmasına katkıda bulunmuştur.

 

Şevket Bulut, tartışmaktan bile kaçınılan fakat toplumda içten içe rahatsızlık yaratan alevi-sünnî, sağ-sol gibi toplumsal sorunları birleştirici, kucaklayıcı bir düşünceyle hikâyelerinde ele alır. Bu sorunların gerçekte ön yargılardan, bilgisizlikten ve birbirlerini tanımamaktan kaynaklandığı mesajını verir. Bu mesajlar hikâyenin kurgusu ve anlatımı içine başarılı bir şekilde sindirilmiştir.

 

Hareket ve Dergâh dergilerinde birlikte kalem arkadaşlığı yaptığı ünlü hikâyecimiz Mustafa Kutlu, Şevket Bulut için “Şevket abi, klasik hikâyeciliğimize Anadolu’nun temiz, has ruhunu yerleştirmiştir.” yorumunu yapmaktadır ki bu değerlendirme Şevket Bulut’un hikâyeciliğini en güzel tanımlayan ifadedir.  Bulut, bütün hikâyelerinde Anadolu insanın manevi değerlere olan bağlılığını ve saflığını yansıtmıştır. Bu hikâyelerinde Maraş merkezli Anadolu’yu odağa alırken bilinçli bir biçimde değerler üzerinden birleştirici bir kurgu ve üslup oluşturmaya çalışmıştır. Şevket Bulut’un bazı hikâyelerinde köy ve şehir çatışması hissedilir. Köy halkı, çocuklarının okumasını istemekle birlikte okumak için şehre giden çocukların yabancılaşmasından dolayı okumanın sonunu hayırlı görmez. Çünkü şehir insanı köylüyü hor görmekte, dışlamakta, ona ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmaktadır. Anne-babalarının yemeyip içmeyip bütün varlıklarını çocuklarının okuması için seferber etmelerine karşılık okuduktan sonra şehre yerleşen ve şehirli biriyle evlenen bireyler anne ve babalarını, köyünü, yetiştiği kültürü hor görmeye, onlardan kaçmaya başlar. Yasin Tulumu adlı hikâyede babası köyde ölüm döşeğinde çırpınırken köye gelmeyen okumuş oğlu için annesi “Sen avrat delisi oğul… Şehir tutsağı zavallı…” diye intizar eder. Aynı hikâyede köylünün okumuş insana karşı bakışı Derviş emminin ağzından aktarılır: “O okumuş adam kızım. Okuyan, köyünden, evinden koptu demektir. Kuşu kafesten uçurtmayacaksın. Uçtu muydu bir daha ele geçmez... Madem okuttun, adam olsun dedin, peşini bırakacaksın. Bolpaçalı gelip de ahırda yatmaz. Karasabanın sapına yapılmaz. Kabahat babanda... İbraham’ı etek dolusu paralar döküp Elbistan’a okumaya göndermeyecekti.”

 

Baba ile Oğul adlı hikâyede ise ailesinin büyük fedakârlıkları sonucu okuduktan sonra önce öğretmen sonra da yönetici olan Hasan da babasının kıyafetinden utanan, köyünden ve kökünden kopan, ailesini ihmal eden bir kişi olur. Hikâyede verilmek istenen mesaj yine yaşlı köylünün ağzından aktarılır: “Okul sana konuşmasını öğretmiş… Seni bir adam kılığına sokmuş amma anandan babandan, kendi öz kavminden koparmış.”

 

Görüldüğü gibi 1970’li yılların birçok yazarının okumayı teşvik eden, okumak ve okutmak için verilen mücadeleleri anlatan hikâyelerine karşılık Şevket Bulut bunun bir adım sonrasını ele almakta ve Baba ile Oğul, Eğitmen Bal Hasan, Yasin Tulumu gibi hikâyelerinde okuyan eğitimli kişilerin kültürel değerlerine yabancılaşmalarına, kaybolmak üzere olan gelenek ve göreneklerle zayıflayan kültürel ve manevi değerlere dikkat çekmektedir.

 

Şehirdeki manevi değerlerin zayıflamasını gösteren çok güzel hikâyelerden biri de Sarı Arabalar’dır. Hikâyedeki olayların akışı içinde görevini yapmayan işçi, memur ve âmirler tüm çıplaklığıyla ortaya konur. Devlet görevlilerinin bütün gayrimeşru durum ve davranışlarını hep hoşgörüyle karşılayan ve hafifletici nedenlere bağlamaya çalışan, bütün olanlara rağmen devlete karşı saygısını hiç yitirmeyen; “Her şeyi devlet yapsın.” anlayışı yerine, isyan etmek yerine “Devlet yapamıyorsa biz yapalım.” diyerek kazmaya küreğe sarılan bir Anadolu insanı vardır hikâyede. Bu ruh, Anadolu kültürüyle yoğrulmuş Müslüman Türk ruhudur. Ne var ki şehirleşmenin meydana getirdiği kozmopolit kültürün etkisi insanı bu ruhtan koparmaktadır. Hikâyede, “Cuma günü Müslümanların bayramıdır; çalışmak doğru değildir.” diye çalışmayan işçilerin hiç birinin Cuma namazına gelmemiş olması inanç ve ahlak bakımından bozulmanın göstergesidir. Bulut’un ısrarla işlediği bir başka konu da Maraş Millî Mücadelesi’nde Maraş’ı terk eden Ermenilerin Maraş’a olan özlemleri ve sevgileridir. Bu hikâyeler, Ermeni asıllı Maraşlıların kendileriyle yüzleşmesi, eskiden olduğu gibi Türklerle Ermeniler arasında dostlukların kurulması üzerine inşa edilir.

 

Şevket Bulut, Kör Kuyu, Kıble, Son Arzu adlı hikâyelerinde günümüz Ermenilerinin Kahramanmaraş’a bakışını dile getirilir.

 

Kıble adlı hikâyenin kahramanı, Aslında Ermeni olan, Millî Mücadele yıllarında kimsesiz kaldığı için Maraşlı bir Müslüman tarafından besleme olarak alınan ve Müslüman olarak yetiştirilen, fakat toplum tarafından devamlı dışlanan Değirmenci Mıstık, geçmişte yaşanan olaylardan sorumlu tutulmaması gerektiğini düşünmektedir: “Babam, Maraş Harbi’nde birçok Müslüman öldürmüş, Kimisinin derisini yüzmüş, kimisinin burnunu-kulağını kesmiş. Evet amma, benim ne kabahatim var? Zalim hangi milletten olursa olsun zalimdir. Babamın kötü fiilinden ben niçin sorumlu olayım?”

 

Son Arzu adlı hikâyede de Millî Mücadele yıllarında Maraş’ı terk ederek Suriye’ye kaçan ErmeniSarkis’in, yıllar sonra eşi, kızı ve damadıyla birlikte ziyaret etmek, hasret gidermek için Maraş’a gelişleri ve Maraş’ta insanların kendilerine karşı gösterdikleri misafirperverlik anlatılır. Sarkis, Ermenilerin Maraş sevgisini şu cümlelerle dile getirir: “Biz Ermeniler, Arjantin’de Maraş’la yatar, Maraş’la kalkarız. Maraş’ın mahrabaşı üzümü,güzlek inciri, mis kokulu kavunu yıllardır hayallerimizi süsler durur. Bizim Maraş sevgimiz, sizlerin Kâbe sevgisine benzer.”

 

Sarkis; davranışları ve düşünceleriyle sağduyulu, akıllı ve samimi bir karakter olarak görülmektedir. Millî Mücadele’deki Türk-Ermeni ilişkisi hakkındaki görüşlerini Maraş’a özgü deyimlerle dile getirmektedir: “Sizin babalarınız, dedeleriniz bizim semerimizi güne çıkardılar. Doğrusu bunu da hak etmiştik.” “Bizim davranışımızın tek sebebi tahrik, dedi. yaşlı adam. Tek sebep, tahrik ve cahillik… Fransızlar siyasî çıkarları için bizleri kullandılar. Akılsız gençlerimizin gözü dönmüştü.”

 

Şevket Bulut’un Ermenilere yaklaşımı kimi eleştirmenlerce eleştirilmiştir.  Bütün bu olayların tarih öncesinde kaldığı, artık husumetin bitmesi gerektiği, Türklerin alicenaplık göstererek Ermenileri affetmeleri, Ermenilerin de tıpkı Agop gibi, Sarkis gibi sağduyulu hareket edip yaptıkları hatayı kabul ve itiraf etmelerinin beklenilmesinin mantıklı olmakla birlikte realiteyle uyuşmadığı ve bundan dolayı da hikâyelerde muhakeme eksikliği olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca bu düşüncelerin mensubu olduğu milliyetçi-muhafazakâr kesimin düşüncelerini yansıtmadığı belirtilmektedir.

 

Elbette bir sanatçının savaş, şiddet, intikam, dinsel ve ırksal ayrım yapması, söylemde bulunması beklenemez. Dahası bir sanatçı tarihçi gibi hareket edemez. Duygularını ortaya koyar, yaşanası bir dünya için kurgular oluşturur. Mesajını bu kanalla iletir. Haklı olduğumuz konularda kendimizi anlatamayışımızın nedenlerinden biri de sanatın imkânlarından yeterince yararlanamayışımızdır. Şevket Bulut da hikâyesinde bir sanatçıdan bekleneni yapmış, beklentilerini hikâyeleştirmiştir. Kim bilir, belki de gün gelir, Şevket Bulut haklı çıkar.

 

Şevket Bulut’un Hikâyelerinde Kişiler

 

Şevket Bulut’un hikâyelerinde Anadolu’da yaşayan, her kültürden, her inanıştan, her sınıftan, her meslekten kişiler, Ömer Lekesiz’in ifadesiyle “hepsi de en yalın hallerinde nasıl yaşıyorlarsa öylece.” yer almaktadır. Türkler, Çerkezler, Kürtler, Çingeneler, Ermeniler; Aleviler, Sünniler; köylüler, zenginler, ağalar, muhtarlar, ırgatlar, kaçakçılar, eşkıyalar, gerçek ve sahte şeyhler, hocalar, kadınlar, çocuklar; tüccarlar, öğretmenler, işsiz, değirmenci, hamal, kuyucu, müfettişler, zabıtalar, esnaflar, askerler, bürokratlar, inşaat teknikeri vd.

 

Bulut’un hikâyelerinde ırk, sınıf, inanç ayrımı görülmez. Hikâyelerinde Anadolu kültürünü oluşturan bütün renklerin temsilcileri bir aradadır ve kendilerini gizlemezler. İyiler ve kötüler vardır ama bu karakterlerin seçiminde de sınıf ve statü rol oynamaz. Ancak olumsuz olarak en fazla etkilenen kesim kadınlardır.

 

Şevket Bulut’un; Adaletli Koca, Derin Kuyu, Islak Altınlar, Gözleri Sulu Meryem, Elif Adında Bir Kadın adlı hikâyelerinde de ailenin sosyal hayatı ele alınır. Bu hikâyelerde günümüzde her  gün duymaya alıştığımız kadına şiddet konusunu işlemiştir. Bulut’un bu hikâyeleri sosyolojik ve psikolojik açıdan incelendiğinde kadınların yaşadığı olumsuzlukların temel nedenleri tespit edilebilir.

 

Şevket Bulut bu hikâyelerinde; dinsel, töresel veya sosyal algılar nedeniyle bilinçaltında sanki erkeğe hizmet etmek için yaratıldığı kabullenilen, ikinci sınıf varlık olmaktan kurtulamayan, sosyal hayatta kullanılan “kız almak”, “kız vermek”  ifadelerinden de anlaşılacağı üzere kendi hak ve özgürlüğü sınırlandırılmış, resmî nikâhları olmadığı için hayatları kocaları tarafından boşanma korkusuyla geçen, bunun olmaması için her türlü mihnete katlanan, şiddet gören, eşlerinin ikinci evliliğine boyun büken, ezilen, taciz edilen, aldatılan, bütün bunlara rağmen sabrın ve sadakatin sembolü olan kadınlara dikkat çekmeye çalışmıştır.  

 

Şevket Bulut, sosyal gerçekçi bir yazardır. Onun hikâyelerindeki sosyal gerçekçilik, 1970’li yılların ideolojik sosyal gerçekçiliğinden farklıdır. Hikâyelerinde devlete karşı başkaldırı, zenginleri kötü, din adamlarını itibarsız gören bir anlayış bulunmaz. Ayrıştırıcı, kışkırtıcı değil birleştiricidir. Anadolu insanına materyalist bir gözle değil, ruhçu bir bakış açısıyla yaklaşır, manevi değerlere önem verir. Bu nedenle toplumcu gerçekçi bazı hikâye ve romancıların aksine hikâyelerinde din adamlarına geniş yer verir. Hikâyelerindeki din adamları saygın kişilerdir, kanaat önderleridir; toplumun ve insanların sorunlarına barışçıl çözümler getiren, huzurun tesisine katkı sağlayan kişilerdir.

 

Fakir Baykurt öykü için “Yazıldığı dönemin tarihsel, toplumsal renklerini, özelliklerini içermeli az da olsa belge işlevi yüklenmelidir.” der. Şevket Bulut’un öyküleri tamamen bu tanımın ölçüleri içindedir. Onun hikâyelerini sosyoloji, halk bilimi, dil bilimi, coğrafya, tarih bakımlarından araştırmacılar için de önemli bir kaynak niteliğindedir. Şevket Bulut’un hikâyelerinde Kahramanmaraş’ta 1970-1996’lı yılların sosyal hayatı, mekânı, ekonomisi, folkloru hülasa o dönemin zihniyeti bir fotoğraf gibi yansır.

 

Şevket Bulut’un Hikâyelerinde Mekân

 

Şevket Bulut, kamuda inşaat teknikeri olarak görev yaptığı 20 yıl boyunca Kahramanmaraş’ın bütün ilçe, kasaba, köy ve obalarını, yaylaklarını gezme imkânı bulmuş, çoğu zaman bu yerlerde konaklamış, yörenin insanlarını, inançlarını, folklorunu ve yaşadıkları mekânları gözlemleme ve yakından tanıma imkânı bulmuştur. Bu süreçteki gözlemleri hikâyelerine konu ve dekor olmuştur. Bundan dolayıdır ki Şevket Bulut’un hikâyelerinde mekân genellikle kırsal yerleşim yerleridir, açık veya dış mekânlardır. Olaylar genellikle dış mekânlarda gerçekleşir.

 

Şevket Bulut’un hikâyelerinde, mekânla olay arasındaki kurgu büyük bir uyum içindedir. Kuyruğu Kesilen At adlı hikâyenin konusu Elbistan Ovası’na bakan Nurhak Dağı’nın eteklerinde bir yaylakta geçer. Burada barınak olarak kıl çadır/kara çadır vardır. Kıl çadır geniştir fakat bir ev gibi odaları yoktur. Misafir dâhil herkes burada yatmaktadır. Bu durum olayların doğmasına neden olur.

 

Yasin Tulumu adlı hikâyedeki olay Elbistan ilçesine yirmi kilometre uzaklıktaki bir köydeki tek odalı bir evde geçer. Odanın küçüklüğü, evin bakımsızlığı ailenin yoksulluğunu gösterirken kış dolayısıyla yolların kapanması ve bu yüzden evdeki hastanın ölmesi yörenin ulaşım ve sağlık bakımından mağduriyetini de ortaya koyar. Tasvir edilen mekânların temel özelliği Türk insanının hayat tarzını gösteren unsurlar taşımasıdır.

 

Mektepler, camiler, kaymakamlık, çadır, kahvehane, dükkân, avlu, çeşitli ulaşım vasıtaları Şevket Bulut’un tercih ettiği kapalı mekânlardır. Bu mekânlar, kişilerin psikolojik durumlarını yansıtmak değil, sosyal hayattaki işlevleriyle hikâyede yer alırlar.

 

Şevket Bulut’un Üslubu

 

Şevket Bulut, geleneksel halk hikâyesi anlatıcılığını modern şartlar içinde devam ettiren yazarlarımızdan biridir. Onun hikâyeleri, tıpkı bir halk hikâyecisinin âşıklar kahvesinde anlattıkları halk hikâyeleri gibi okunup anlatılmaya oldukça müsaittir. Çünkü bu hikâyeler, modern ya da postmodern hikâyelerde olduğu gibi entelektüel ve akademik bir çevreye değil, üslubu, konusu, diliyle toplumun her kesimini içine alan bir özellik gösterir.

 

Hikâyelerde kahramanların sosyal durumlarına göre aşırıya kaçmayan, yeri geldikçe deyim ve atasözleriyle zenginleşen tatlı bir Maraş ağzını kullanması, zaman zaman mizah unsurlarının yer alması hikâyeyi her kesimden insanın zevkle okuyacağı/dinleyeceği bir metne dönüştürmektedir. “İsterse dünya yıkılsın. Elin yarası, ele duvar kovuğu Vali Beyim”, “Dibi kara kazan gibi ortalıkta kala kaldı.”, “Bu adamların bir iş göreceği yok. Şapka kaşa düştü, iş başa düştü.”, “Elin gülistanındaki gülden, bizim siyecimizin dikeni iyidir, derler.”, “Şişe ne kadar büyük olursa olsun, bardağın önünde eğilir.”. “Evi görmeden pazarlık yaparsak ham pazarlık olur. Koç görmeden kuyruğu ellenmez.”, “Babam soğan, anam sarımsak … Benim sülalemde bu serveti kim görmüş?” örneklerinde görüldüğü gibi Kahramanmaraş yöresine ait deyim ve atasözlerini yerinde, taşı gediğine koyar gibi kullanmaktadır. Karakterlerin konuşmalarındaki doğallık, akıcılık ve canlılık hemen kendini hissettirmektedir.

 

Sahneleme, iç konuşma, geriye dönüş, özetleme, diyalog gibi farklı anlatım tekniklerini ustaca kullanan yazarın, dıştan içe doğru derinleşip genişleyen betimlemelerinde aşırılığa kaçmayan bir çizgisi vardır. Gerek üslubu, gerekse kullandığı anlatım teknikleriyle okuru hikâyenin dünyasına sokmakta oldukça başarılıdır. Onun hikâyeleri okurda, yazılan bir hikâyeyi okumaktan ziyada anlatılan bir hikâyeyi dinliyormuş izlenimi vermektedir.

 

Sonuç

 

Geleneğe bağlı bir anlayışla klasik yapıda hikâyeler yazan Şevket Bulut; kullandığı yaşayan temiz Türkçe, seçtiği konular, kurguladığı olay, çatışma ve kişileri bakımından herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği hikâyeler yazmıştır. Bunlar; Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali, Mustafa Kutlu gibi Maupassant tarzı geleneksel hikâye tarzında, serim düğüm çözüm bölümleri olan, olayların akışı kahramanın ruh dünyasının değil dış dünyasının etkisiyle şekillenen gerçekçi hikâyelerdir. Onun hikâyeleri özelde Kahramanmaraş’ın, genelde Anadolu’nun1970-1996 yılları arasındaki sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi, coğrafi, tarihî durumunu, kısacası bu dönemin zihniyetini bir fotoğraf gerçekliği ile bizlere sunmaktadır. Sosyal gerçekçi bir Anadolu hikâyecisi olan Bulut, ülke sorunlarına öfkeyle değil sağduyuyla, yıkıcı değil yapıcı, ayrıştırıcı değil birleştirici bir anlayış ve üslupla yaklaşmış bu bakımdan döneminin sınıfçı bir toplum anlayışını benimseyen yazarlarından ayrılmıştır.

 

Ramazan Avcı 

 

Yitiksöz Sayı-10