Mehmet Solak’la Şiir, Şair, Yazı ve Yazmak Üzerine

 

“Yazdıklarım yaşadıklarımdan başkası değil”

 

-Kitaplarınızda yer alan kısa özgeçmiş yazılarından, sizi 1965 Konya doğumlu, Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu, Mersin’de görev yapan bir öğretmen olarak biliyoruz. Altı şiir, bir söyleşi, bir deneme ve bir de inceleme olmak üzere dokuz kitap yayımladınız. Gerçi siz Hüzünârâ adlı eserinizi, bir ara tür olarak, “Şiir-Mektup” şeklinde ifade ediyorsunuz ama bana göre o da şiir, düzyazışiir. Darısı yeni kitapların başına.

Sizi biraz daha kapsamlı olarak tanımamız mümkün mü? Örneğin Konya’nın neresindensiniz? Anneniz, babanız, aileniz, aile ortamınız, çocukluk döneminiz hakkında neler söylersiniz?

 

-Öncelikle teşekkür ederim.

 

Doğum yerim Konya merkez. Hem baba hem anne tarafı Konya’da mukim. Babam emekli öğretmen, annem ev hanımı. İki erkek iki kız dört kardeşiz. Ben ikinci sıradayım. En küçüğümüz rahmetli oldu.

 

Çocukluk dönemime ait kötü anılar yok belleğimde. Bol bol oynadık, çocukluğumuzu doya doya yaşadık diyebilirim.

 

-İlk, orta ve lise eğitimlerini hangi okullarda aldınız? Okul ortamlarındaki Mehmet Solak’ı anlatır mısınız?

 

-İlkokula Afyon’un Çay ilçesinde başladım, sonra Manisa’nın Kula ilçesinde devam ettim 4. Sınıfa kadar. Konya’da İhsaniye İlkokulundan mezun oldum. Ortaokul ve lise dönemini İmam Hatip Lisesinde tamamladım. Selçuk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım. 1987 yılının Haziran ayında mezun oldum, Ekim ayının sonunda öğretmenliğe başladım. O gün bu gün öğretmenlik yapmaktayım. Kırşehir’de, İzmir’de ve Çorum’da çalıştım. 1996 yılından beri de Mersin’de çalışmaktayım.

 

Ortaokul ve lise yılları, tabiri caizse, deli gibi okuduğum yıllar. Öncelikle evimizdeki kitaplardan başladım. Zengin bir kitaplığı vardı(r) babamın. Kelile ve Dimne mesela, Bostan ve Gülistan ilk okuduklarımdan… Daha niceleri… Adlarını ve yazarlarını bile hatırlamadığım pek çok hikâye ve roman okudum o yıllarda. Özellikle roman… Dört ayrı kütüphaneye üye idim ve her hafta her birinden kitap değiştirmek haftalık rutinimdi. Planlı programlı bir okuma süreci değildi elbette, fazlasıyla savruk bile denebilir. Savruk da olsa hiçbir zararını görmedim diyebilirim ama. Ders esnasında kitap okumam sebebiyle hocalardan işittiğim azarları saymazsak tabii. Hatta apaçık yararını gördüm: Yıllar sonra, üniversite yıllarında, okumakla yükümlü kılındığımız ünlü yazarlarımızın kitaplarını ben çoktan okumuştum. Özetlerine bakmakla yetindim.

 

Çalışkan ve başarılı bir öğrenciydim. Ancak kendi hâlinde… Ne silik ne sivri…

 

-Edebiyata, şiire olan ilginiz nasıl başladı? Bu ilginin çocukluğunuza, okul hayatınıza uzanan temelleri, göstergeleri var mı? Okul dönemlerinde okuduğunuz kitaplar, sizi etkileyen, sizde sarsıntı yaratan şairler, yazarlar…

 

-Okul yıllarında daha çok roman okudum, yukarıda dediğim gibi. Şiire özel bir ilgim yoktu hatırladığım kadarıyla. Safahat’ı ve Çile’yi de o yıllarda okudum ama. Hatta Safahat’ı sözlük eşliğinde okuduğumu çok net hatırlıyorum.

 

Şiirle ilişkim herhangi bir yönlendirmeye dayanmıyor. Çocukluk ve okul günlerime uzanan göstergeleri yok desem yanlış olmaz. Tıpkı okuma sürecim gibi kendiliğinden gelişti sanırım. Şiire ilişkin bir tetiklenme yaşamışsam asıl tetiklemeyi İsmet Özel şiiri yapmış olmalı. Sizin deyişinizle “sarsıntı yaratan” bir boyutta olmasa da çok etkilediği açık. En azından şiirin ne olduğunu kavramam hususunda oldukça ufuk açıcı ve yönseyici olduğu… Üstelik hâlâ… Bir işe/ eyleme doğru yerden başlamak her şeyden önemlidir, bilirsiniz. Sonrasında bütün şiir külliyatımızla ilgili ciddi okumalar, çalışmalar yaptım. Herhangi bir isme yahut akıma, gruba takılıp kalmadan şairlerle ve şiirleriyle ilişkimi sürdürüyorum.

 

-Şiir dışında da kitaplarınız olmasına karşın, bunlar da şiire dair kitaplar. İhsan Deniz: Sevgilimdir Yazdığım Her Şiir Benim, adlı kitabınız bir şairle yapılmış bir söyleşi kitabı. Hayatın Özü Şiirin Eşiği, bir deneme kitabı ama içindeki denemeler çoğunlukla sizin şiir hakkındaki görüşlerinizden vücut buluyor. Yine aynı şekilde Şiir Çıkmazında Açımlamalar, bazı şairlere dair okuma, inceleme ve yorumlama çabalarınızı içeren yazılardan oluşuyor.

İhsan Deniz: Sevgilimdir Yazdığım Her Şiir Benim, adlı çalışmanız aslında bir İhsan Deniz Kitabı. Kitabın yarısı İhsan Deniz’le yaptığınız bir nehir söyleşiden oluşuyor. İki uzun inceleme yazınız var. Şairin kendi seçtiği şiirler ve fotoğraflar… Doğrusu ben bu tarz çalışmaları önemsiyorum. Günümüzde artık şairler arasında, dergiler merkezinde oluşan etkileşimler yok. Bu bakımdan bu tür kitapları, özellikle şairlik yolculuğuna çıkanlar için bir çeşit kılavuz olarak görüyorum. Güzel bir çalışma olmuş. Okurken İhsan Deniz’i daha yakından tanıma fırsatı buldum.

Bu kitabın oluşum sürecini, diğer bir ifadeyle hikâyesini merak ediyorum, kısaca anlatır mısınız?

 

-Öncelikle takdiriniz için teşekkür ederim. Çoktandır şiir odaklı okuyor ve çalışıyorum. Evet, açımlamalar ve denemeler de şiire dâhil. Denemeler, hayat-şiir bağlamlı metinler; açımlamalar ise kapsamlı/ayrıntılı şair-şiir incelemeleri.

 

İhsan Deniz Kitabı, planlanmış bir çalışmanın sonucu. Benzeri çalışmalar var ama benim çalışmam farklı ve tek sanırım. Aynısı yok. Kitabın özünü söyleşi ve şairin bütün kitaplarını açımlamayı amaçlayan iki metin oluşturuyor. Diğer bölümler de çeşni niteliğinde. Böylesi bir kurguyu zihnimde netleştirerek taslağı oluşturduğumda düşüncemi Ömer Faruk Ergezen ile paylaştım. Sağ olsun projemi olumlu karşıladı ve destekledi. Düşündüğüm şaire ilişkin bütün okumalarımı yapmış ve sorularımı hazırlamıştım. Bir yazı vesilesiyle okumalarım taze olduğu için kolaylıkla ilerleyebilirim düşüncesiyle Hüseyin Atlansoy’la başlamak istemiştim. Bütün okumalarımı ve sorularımı tamamlamama rağmen Hüseyin Abi’yle yürütemedik maalesef. İnşallah tamamlamak nasip olur. İhsan Deniz şiirine dair de epey çalışmışlığım vardı. Durumu Ömer Faruk Abi’yle paylaşarak İhsan Deniz üzerine yoğunlaştım. Sıkı ve yorucu bir çalışma sonucunda kitap ortaya çıktı. Sağ olsun İhsan Abi de çok özenli ve özverili bir katkı sundu. Güzel ve yankı uyandıran bir çalışma oldu. Ancak, duyumlarımıza göre, mahfillerde epeyce teati edilse de ortalıkta pek konuşulmadı/ yazılmadı. Bu seriyi sürdürmek istiyorum, inşallah mümkün olur. Fazla kopmadan, olabildiğince yoğunlaşarak çalışmam ve en kısa sürede bitirmem gerek çalışma düzenim açısından. Bu bağlamda zaman sıkıntısı en büyük engel… Hayırlısı… Onun da vakti gelir inşallah.

 

-İkinci şiir kitabınızdan itibaren, kitaplarınızın sonuna daha önceki şiir kitaplarınızın ve daha sonraki şiir kitabınızın isminin yer aldığı şiirsel ifadeler koymuşsunuz. Böylece kitaplarınız arasında bir bağ kurmak ve devamlılığa işaret etmek istediğinizi anlıyorum ben. Şunu merak ediyorum; siz bu göndermelerde yıllar sonra yayımlanacak kitabın ismini de zikrediyorsunuz. Örneğin Hayal İçre adlı kitabınızda şöyle söylüyorsunuz: “aşka yüzüm var/ arada bir yerde, bu yerde/ yabancı olsam da/ mosmor sürgün/ hayal içre/ adına hazırım”. Burada, 2009’da yayımlanan Hayal İçre adlı kitapta, 2015’de yayımlanacak olan Adına Hazırım adlı kitap da zikrediliyor. Bu nasıl olabiliyor, bunu nasıl başarabiliyorsunuz?

-Evet, ilk kitap hariç, her şiir kitabımda öncesine ve sonrasına göndermeler içeren ve süren bir metin, şiir, var. Son kitapla o şiir de bitecek inşallah. Kısmet.

 

Söz konusu metinlerde, ileri zamanda yayımlanacak kitapların isimlerinin epey erken zamanda zikredilmesine dair tespitiniz doğru. Özel bir başarı hikâyesi içermediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Belki ilham, belki tevafuk, belki tesadüf… Biraz da kimi tarihsel bilinmezlikler sanırım. Kitaplarımın yayımlanma aralıkları fazla olsa da oluşumları ve tamamlanmaları birbirine yakın sayılır. Biri bitmiş bir dosya iken diğeri başlamış ve ilerleyen bir dosyadır. Mesela Adına Hazırım 2009 yılında hazırdı. 2009 yılının Haziran ayında yazmış ve tamamlamıştım bu tek şiirlik kitabı. Sanırım, iki yıl içinde Hece’de tamamı yayımlandı peyderpey. Kitap olarak çıkması 2015. Evet, bazı kitaplarımın yayımlanmasında gecikmeler oldu. Biraz benden biraz başka sebepler… Şiirlerimi yayımlama ve kitaplaştırma aşamasında fazlasıyla titizlenmem ve aceleci davranmamam asıl sebep sanırım. Hadi söyleyeyim: Belki biraz da gadre uğradı. Bazı dostların gadrine… Her ne olduysa, her şeye rağmen bugün varlar değil mi? Önemli olan bu. Zira sahici olan, geciktirilebilir ama asla engellenmez.

 

-Biraz şiir yazma süreçlerinizden bahseder misiniz? Hangi durumlarda, hangi ortamlarda, günün hangi saatlerinde, nerede şiir yazarsınız? Nasıl yazarsınız, yazarken neler düşünürsünüz?

 

-“Şiir yazma sürecim” var mı? Vardır elbet. Ancak planlı programlı bir süreç değil bu. Özel bir durumum, özel bir ortamım yoktur kesinlikle. Özel hazırlıklarım… Özel bir zamanım da… Okurken, gezerken, çalışırken yani gündelik hayatımın herhangi bir anında zihnime üşüşen çağrışımları, imgeleri belleğime kaydederim. Mümkünse kâğıda… Sonrasında zihnimde ve belleğimde, hamur misali, artarak kabarır. O kabarır ben yoğururum, o kabarır ben yoğururum, nihayet kıvamını bulur. Metne yoğunlaşmam bir süre devam eder. Tamam, diyene kadar… Süre değişir. Sonrasında demlenir… Yarım bırakmam genellikle ya tamamlarım ya tamamen terk ederim metni. İçime sinmemişse hiç uğraşmam. Terk ettiğim çok azdır, yok denecek kadar. Aynı anda birden fazla dosyaya metne çalışamam bazı yazarlar/ şairler gibi. Üç-beş dosyayı birden çalışanlara imreniyorum doğrusu. Ama ben yapamıyorum, yapamadım. Bölünemiyorum…

 

Yazarken kendi dünyamı keşfetmenin hazzını yaşarım. Kendimi bir kez daha takdir ederim her seferinde. Yanlış anlaşılmasın, yazdığım için değil; kendimi yazarak keşfetme imkânını ıskalamadığım için. Elbette bu nimeti bana bahşedene şükrederim. Yoksa yazmayı kutsamam. Yazmasaydım çıldırmazdım. Çünkü, yazmaktan ibaret değil hayatım; yazdıklarım, hayatımdan yansımalar. Bir iş, bir uğraş, hatta bir görev olarak görmüyorum yazmayı. Yazma aralığım uzadığında kaygılanırdım eskiden. Artık rahatım: Çünkü biliyorum, bir vakti var. O vakit gelecek. Ve geliyor. İlham değil kastettiğim, ilhamı da içeren bir hâl. Ruhen, bedenen, zihnen… hazır olma hâli. Bu süreci yaşamadan yazamıyorum, ne yapsam olmuyor, o yüzden yazmak için kendimi zorlamıyorum. Ermiş miyim? Kesinlikle hayır.

 

-Aşka Yüzüm Var, içeriği ile örtüşen bir isim. İki - üç şiir hariç, bütün şiirlerde kendi muhayyilesinde yaşayan bir şair-özne söz konusu. Sevgili de muhayyilededir, dolayısıyla şairin de gerçek dünyaya gelmesine pek gerek yok gibidir. Tam anlamıyla lirik bir başlangıç. Şair aşkla çıkıyor yola…

Acaba Mehmet Solak benim bu yorumuma katılır mı? Kitap piyasaya çıkalı 23 yıl olmuş. Acaba şair bugün geriye dönüp baktığında, şiirlerin yazıldığı günlerin sıcaklığını hâlâ yüreğinde hissediyor mu?

 

-Evet, “şair aşkla çıkıyor” yola. Çünkü hem yolu hem yoldaşı hem azığı aşk. Çünkü her şeyi olan aşka yüzü var, bunu kendisi biliyor ve herkes de bilsin istiyor. Çünkü bir eyleme, bir olguya yüzü olmanın yadsınamaz bir öncül olduğunu düşünüyor. Çünkü aşka yüzü olanın aşka niyetli ve hazır olduğunu, daha da önemlisi yüzsüz olmadığını biliyor. Çünkü birleme ve birleşme iştiyakıyla coşkun. Çünkü hem muhayyel hem müşahhas dünyada hazır aşka. Her an her yerde. Gerçek-hayal ayrışması olmaksızın... Birini diğerine kurban etmeden… Geçişken ve döngüsel bütüncüllüğe dâhil olarak. Yani hayatın bizatihi kendisine, hiçbir indirgemeye ve ayrıştırmaya tenezzül ve tevessül etmeden… Daha ne olsun! Yani, ne kendi muhayyilesine hapsolmuştur şair-özne ne de sevgili muhayyilededir kanımca. Yine de yoruma açık tabii ki.

 

Evet, Mehmet Solak, şiirlerin yazıldığı günlerin sıcaklığını hâlâ yüreğinde hissediyor. Çok ilginç ama tastamam öyle. Zira yakın zamanda yakın aralıkla üst üste iki kez, deneyimledim bunu. İlkin bir öğrencim ikinci kitaptan, sonra Duran Boz birinci kitaptan birkaç şiirin dergilerde yayımlanmış hâllerini gönderdi. Yıllar önce yazdığım şiirleri bu yaşımda yeniden gördüğümde ve okuduğumda şiirleri yazdığım günlerin heyecanlarını yeniden anımsadım ve yeniden yaşadım. Aslında ilginç olmakla beraber doğal bir deneyimdi. Çünkü yazdıklarım yaşadıklarımdan başkası değil. Ne zaman yazmış olursam olayım her şiirim her okuduğumda belleğimde yeniden hayat buluyor. Herkeste böyle midir, bilmiyorum. Bende böyle.

 

-Birinci şiir kitabından yedi yıl sonra ikinci, Arada Bir Yerde geliyor. Bu kitapta da şair aşkla devam ediyor yoluna. Yine lirik şiirler… İki kitap arasında benim görebildiğim fark, şair-öznenin, ikinci kitabın bazı şiirlerde çoğul şahsa dönüşmesi. Yani tekil birinci şahıs zamiri “ben”, çokluk zamiri “biz”e dönüşmüş. Bana, şair biraz toplumsallaşmaya, sosyalleşmeye başlamış gibi geldi. Dolayısıyla ikinci kitaba bir miktar tema çeşitliliği gelmiş. Siz ne dersiniz?

 

-Evet, ilk kitaptaki izlek Arada Bir Yerde’de devam eder. Aşk, bütün kitaplarımda vardır zaten az ya da çok. Bundan da hiç mi hiç şikâyetçi değilim. Liriklik de öyle. Şiirin özünde liriklik var bence. Epik yahut satirik şiirlerin bile özü liriklikten kopuk değil yani. Kim ne derse desin böyle. Şiir tarihi bunu söylüyor. Hakikate gözlerinizi kapatabilirsiniz ancak siz görmüyorsunuz diye hakikat yok olacak değil. Kaldı ki; bir şiir tek bir şey değildir, birlikte birçok şeydir. O hâlde, şiiri tek bir şeye indirgemenin hiçbir anlamı yoktur. Hele de bu indirgemeci zihniyetle sınıflandırmanın ve adlandırmanın. Yani epik, salt epik değildir; lirik de lirik… Ne biçimden ne gelenekten ne ahenk unsurlarından ne içerikten ne kimi tekniklerden ibarettir şiir. Bunlardan tek biri değildir ama hepsidir.

 

Şair-öznenin ben-biz dönüşümü yaşaması sosyalleşme isteğiyle mi ilgili? Sanmıyorum. Çünkü öyle bir derdi yok. Ben derken de biz; biz derken de ben diyor aslında. Aslında hep ben diyor. İlk de son da ben çünkü. Biz, benler çoğalmasıdır, benler pekişmesi. Sosyalleşme mi? Hayır.

 

Ayrıca; şiirlerimde öne çıkan ben-biz dilinin, baştan beri, bilinçli bir tercih olduğunu belirtmem gerek. Bir zamanlar, şair-öznesi belirsiz hatta etkisiz eleman olan envanterci şiir furyasının etkisiyle lirik-ben küçümsemesi de modaydı hatırlarsanız. Ben-aşk-lirik üçlemesinden daha tu kaka bir şey yoktu kimi şairler nezdinde. Çömezinden ustasına, akıl tutulması hatta yitimi yaşamıştı pek çok şair. Sonra ne oldu? Herkes biliyor ne olduğunu?

 

-Hüzünârâ, farklı bir deneme. Değişik şairlerden (Edip Cansever, Sezai Karakoç, Metin Altıok, İsmet Özel ve başkaları) sizi bir şekilde etkileyen pasajlar almış, onlara şiirin içinde kalarak cevaplar oluşturmuşsunuz. Siz kitabı tür olarak “şiir-mektup” şeklinde ifade ediyorsunuz. Bense bir çeşit modern nazire olarak değerlendiriyorum. Katılır mısınız?

 

-Hüzünârâ, farklı bir deneme, evet. Kitapta yer alan metinlerin tamamı mektup olarak yazıldı ancak şiirsellik göz ardı edilmeksizin. Aynı metinler için düzyazışiir dediğim de oldu. Metinlerin özgünlüğü tek bir tür adlandırmasıyla sınırlanmasın diye şiir-mektup demeyi uygun gördüm o zaman. Düzyazışiir nitelemesine itirazım yok, siz de belirtmiştiniz söyleşinin başında. Modern nazire, adlandırmanız da çok hoş, çok yerinde. Benim aklıma gelmemişti doğrusu. Cuk oturmuş denir ya, tam öyle. Sevdim. Teşekkür ederim.

 

-Dördüncü şiir kitabınız Hayal İçre ile birlikte şiirsel kurgu sanki biraz daha yoğunluk kazanmış. Şair önce bir tasarımda bulunmuş ve tasarladığı şeyi ortaya koymaya çalışmış gibi. Yani kararını daha başta vermiş, “nisan”ı yazacağım demiş onu yazmış. “Elif”i, “lâm”ı, “mim”i yazmayı istemiş ve bunları yazmış. Bunlar benim tespitim, ama pek de emin değilim? Siz ne dersiniz? Sizce öncelik hangisinde; ilhamda mı, şiirsel kurguda mı?

 

-Hayal İçre’de şiirsel kurgu yoğunlaşmış mıdır? Olabilir. Anlam katmanlarının giriftleşmesi boyutunda olabilir. Ama, “Şair önce bir tasarımda bulunmuş ve tasarladığı şeyi ortaya koymaya çalışmış gibi. Yani kararını daha başta vermiş, “nisan”ı yazacağım demiş onu yazmış. “Elif ”i, “lâm”ı, “mim”i yazmayı istemiş ve bunları yazmış.” biçiminde değil. Bu anlamda bir kurgusallıktan söz edemeyiz bence. Öyle yazmadım çünkü. Şiirlerimi önceden tasarlayıp hatta başlıklarını koyup sırasıyla yazmıyorum. Yazdığım bir şiir bazen başka şiirlerin öncülü olabiliyor, başka şiirleri doğurabiliyor. Böylelikle kendiliğinden bir süreklilik de oluşuyor şiirler arasında. Bu durum, bahsettiğiniz izlenime yol açmış olabilir.

 

Öncelik hangisinde: İlhamda mı, şiirsel kurguda mı? Şiire göre değişir, desek yeterli olur sanırım. Birinde ilhamda ötekinde kurguda olabilir. Yahut ikisi başat olabilir bir şiirde. Veya bir başka şiirsel öge öne çıkabilir, vesaire, vesaire… Bu tür ikili karşıtlıklar üzerinden yapılan değerlendirmeleri pek anlamlı bulmuyorum açıkçası. Şiir, tek başına ilham olmadığı gibi, kurgu da değildir, teknik de, armoni de, tematik yapı da… Bir bütün olarak hepsidir. Gerçek olan budur.

 

-2009’da yayımladığınız Hayal İçre’den sonra 2015’de Adına Hazırım, 2016’da da Hiç adlı kitaplarınızı yayımlamışsınız. Bana göre ta başlangıçtaki lirik damarı bu iki kitabınızda da devam ettiriyorsunuz. Ancak Hayal İçre’deki kimi şiirlerde görülen kurgusal yapı, bu iki kitaptaki hemen hemen tüm şiirlere hâkim. Adına Hazırım’da klasik şiirimizle bir yakınlaşma hissediliyor. Tıpkı klasik şiirimizde olduğu gibi, dilin gerçeklikle ilişkisini koparıyorsunuz. Hiç de ise görebildiğim kadarı ile insanın “ben”ine ilişkin felsefi yaklaşım söz konusu. Ama baştan beri lirik poetikanızı hep koruyorsunuz. Aşkla başladığınız yola aşkla devam ediyorsunuz. Sorum şu: Mehmet Solak’ın artık epik, öykülemeci, anlatıcı, teatral ya da daha başka poetikalara da açılım yapmasının zamanı gelmedi mi?

 

-Evet, lirik damar Adına Hazırım ve Hiç’te de devam eder. Ancak bu iki kitapta özellikle eleştirel söylem belirgindir. Hatta Adına Hazırım’ın her bir bölümü ayrı bir sahne olarak değerlendirilebilir. Gösterme tekniğinden yararlanılmıştır yani. Adına Hazırım bağlamında dile getirdiğiniz “klasik şiirimizle bir yakınlaşma” bulgunuz ve devamında “klasik şiirimizde olduğu gibi, dilin gerçeklikle ilişkisini koparıyorsunuz.” savınız doğrusu ilginç geldi bana. Katılıyor muyum? Hayır. Dilsel bir yapılanma öne çıkıyor olabilir bazı bölümlerde. Kaldı ki şiirde gayet doğaldır bu. Şiir dili, diyoruz değil mi? Farklı bir dilden bahsediyoruz yani. Ayrıca, dilin gerçeklikle ilişkisini kopardığım düşüncenize de katılmıyorum elbette. Çünkü, özellikle karşı çıktığım bir durumdur bu. “Hasar Görmüş Şiir” başlıklı bir yazımda, özellikle deneysel çalışmalar bağlamında, dilin gerçeklikle ilişkisinin koparılmasına itiraz etmiştim. Modern şiirde çokça gördüğümüz, anlatı üzerinden gerçeklikle bağ kurmayı kastediyorsanız, bilemiyorum. Hem, gerçeklikle ilişki kurmanın tek bir yolu yok. Evet, kimi şiirlerimde yer almakla beraber, doğrudan anlatıya dayanmaz benim şiirim. Yine de konuşulmaya açık bir konu.

 

Hiç, şair-öznenin düşünsel, felsefî, tasavvufî teatileriyle hemhâl olmaya çağırmakta okuru.

 

Peki, “Mehmet Solak’ın artık epik, öykülemeci, anlatıcı, teatral ya da daha başka poetikalara da açılım yapmasının zamanı gelmedi mi?” Belki gelmiştir. Belki daha farklı şiirler yazıyordur zaten. Hiç’ten sonra, bir şairin farklı şiirlerinden dizelerini, bana ait yeni bir metin bütünlüğü içinde soluklandıran şiirler yazıyorum. Montaj-kolaj-parodi odaklı metinlerarasılık deneyimleri yani. Bakan deneysellik de bulabilir, geleneksel esinlenmeler de. Sıklıkla şiirini değiştirecek yapıda biri miyim peki? Sanmıyorum. Bunu yapanlar var mı? Evet. Şiirin özünde liriklik var, demiştim hatırlarsanız. Lirik damar anlatıyla, epikle, teatral enstantanelerle desteklenebilir ve zenginleştirilebilir kanımca. Yani kendi bünyesinde yenilenebilir pekâlâ. Bu da mümkün. Şimdilik tercihim böylesi bir açılım. Ancak zaman ne gösterir bilemiyorum. Zaman ve tercih meselesi yani: Ya içsel bir dönüşüm yenilenmesiyle ya da köklü bir başkalaşımla yaşanabilir sözünü ettiğiniz açılım. Kısmet! Yaşayıp göreceğiz.

 

Ayrıca bu poetika meselesi biraz netameli değil mi? Hatırlayın, 90’larda başlayıp 2000’lere sarkan süreçte bir poetika furyası yaşandı edebiyat dünyasında. Poetika deklare eden şairler zaman ilerledikçe sessizliğe gömüldü sonra. Çünkü şiirlerini poetikalarına uyduramadılar. Bir bakıma, afaki ölçülerle bir giysi biçip dikip içine girmeye çalıştılar. Lakin biçip diktikleri giysiye ya sığamadılar ya da giysiyi dolduramadılar. Afili sözler, artistik pozlar da işe yaramadı üstelik. Yani asıl mesele şiirin kendisi bence. Ne yazıldığı? İçerdiği sorunsal… Hareket noktası burası olmalı. Periyodik değişiklik çabaları çoğu kere heves boyutunu aşamıyor ve genellikle biçimle sınırlı kalıyor. Şairin arzularına değil, şiirin yönsemesine bakmak gerek bana göre. Kaldı ki açıklasın veya açıklamasın her şairin bir poetikası vardır zaten.

 

-Bir yerde şöyle söylüyorsunuz: “Şiir bir imkândır, kendini şekillendirme imkânı… Şair kendini bu imkâna açmalıdır. Şiir ne yoldur ne de yol donanımı; şiir bir hâl’dir.” Dinî motifler, dinî duyuş ve sezgiler şiirlerinizde önemli bir yer tutuyor. Zaman zaman Hurufi bir söyleyişle karşılaşıyoruz. Şiir, size göre, bir tür dinsel düşünme biçimi olarak görülebilir mi?

 

-Sondan başlayayım: “Şiir, bir tür dinsel düşünme biçimi olarak görülebilir mi?” Hayır. Bir: Şiiri araçsallaştırmış oluruz o vakit. İki: Bir düşünme biçimi değildir şiir. Ayrıca, bir şairin şiirlerinde dinî motiflerin, duyuş ve sezgilerin bulunması, şiiri dinsel düşünce biçimi olarak algıladığı anlamına gelmez. Başka bir şairin, herhangi bir inanç sisteminin veya ideolojik yapının terminolojisini şiirlerinde kullanması da illaki o yapı içerisinde yer aldığını göstermez. Tasavvufî terimlerle şiir yazan Marksist şairler var mesela. Veya dinî terminolojiden özellikle kaçınan inançlı şairler… Hangisine ne diyeceğiz?

 

Hurufilik meselesine gelince: Şiirlerimdeki kimi kullanımlar ve göndermelerden hareketle böyle bir çıkarsamaya ulaşılabilir mi? Evet. Harfleri seviyorum, bu kesin. Rakamlarla aram yok zaten. Peki, hurufi miyim? Bana sorarsanız: Hayır. Fakat, Muhyiddin İbnu’l Arabî’nin şerh ettiği “Harfler Âlemi” ne kapalı değilim.

 

“Şiir bir imkândır, kendini şekillendirme imkânı… Şair kendini bu imkâna açmalıdır. Şiir ne yoldur ne de yol donanımı; şiir bir hâl’dir.” demişim. Ne zaman, nerede demişim? Doğrusu hatırlamıyorum. Hayatın Özü Şiirin Eşiği’nde olabilir. Belki bir söyleşide... Bugün de aynısını diyorum. Şiir-hâl ilişkisine önceki soruların birinde değinmiştim. Tekrara gerek yok sanırım.

 

-Hayatın Özü Şiirin Eşiği adlı kitabınızda “Şair farkında olandır.” diyorsunuz. Aynen katılıyorum sözünüze. Bana, Sigmund Freud’un “Araştırmalarım ile ilgili olarak nereye gittiysem benden önce bir şairin oraya uğradığını gördüm.” şeklindeki sözünü anımsattı. Şairin farkındalığı konusunu biraz açıklar mısınız?

 

-Şair, ilkin kendisinin sonra kendisi dışındaki her şeyin farkında olan kişidir. Topyekûn hayatın yani. Kişinin kendisinin ve hayatın farkında ol(a)maması mümkün mü peki? Neden olmasın? Farkındalık hâli öyle çarçabuk, kolaylıkla ulaşılabilecek bir durum değildir; donanım gerektirir, azim gerektirir, sabır gerektirir, en önemlisi bitimsiz bir niyet gerektirir. İşte bütün bunlarla başkalarından önce görür, başkalarından önce duyar, başkalarından önce yapar… Kısacası çok yönlü bir duyarlılıkla erken idrak eder. Ayrıca hep diridir. Böylesi ‘etken farkındalık’la ‘oluş’u yaşayandır şair. Yaşayan ve sorunsallaştıran… Daha çok ayrıntı isteyenler denemelere müracaat edebilirler.

 

-Duyma ve anlama cehdinin sürgünü olarak nitelediğiniz Şiir Çıkmazında Açımlamalar adlı kitabınızdan anlıyoruz ki sizden önceki ve aynı kuşaktan birçok şairi yakından izlemiş, incelemişsiniz. Şairler diğer şairleri böyle hep izlerler mi, ya da izlemeliler mi?

 

-Şairler kendilerinden öncekileri veya kendi kuşaklarından şairleri izlemeli mi? Kesinlikle evet. Aksi nasıl düşünülür? İzlemeyen, şiir dünyasından kopar. Şiir ortamı, şairin sadece kendisinden ibaret değildir.

 

Şiir Çıkmazında Açımlamalar izleme ötesinde “duyma ve anlama cehdinin sürgünü” oylumlu metinlerden oluşmakta. Daha yakından tanımayı ve tanıtmayı istediğim şairlerin eserlerine ilişkin açımlamalarım yani. Yazma sürecinde çok zaman, çok çalışma, çok yoğunlaşma gerektiren metinler. Birikim katkısı çok yüksek metinler aynı zamanda. Bu, büyük bir kazanım. Şiir görgüsünü zenginleştirmek isteyenler için bire bir. Keşke zaman bulabilsem de yazabilsem benzerlerini. İnşallah sürdürebilirim…

 

-Son olarak, sizin söyleşiye ilave etmek istediğiniz bir husus var mı?

 

-Güzel bir söyleşi oldu. Emekleriniz için yürekten teşekkür ederim. Darısı yenilerine inşallah.

 

Konuşan: Faruk Uysal

 

Yitiksöz Sayı - 16