Sessizlik ve Gizemin Mekânı: Bahçe

 

Klasik metinlerde cennetle özdeşleşen bahçe, modern şiirde farklılaşarak daha sınırlı, daha dünyevi bir huzur alanı olarak görülür. Hem eve yani içeriye hem de dışa ait olan bahçe, balkon imgesinin aksine sınırlılık yerine genişliğin tarafını tutar. Sıkıntılı bir bekleyişin çok uzağında anlık karşılaşmaların, kimi zaman da bir sabah çiçek açtığını gördüğümüz ağacın şenlikli gölgesi onun şehrindedir. Her köşesi ayrı bir kokunun ve gizemin odasıdır.

 

İlkbahar geldiğinde dışa taşmak isteyen dallar yüzünden gittikçe genişleyen bahçede sonbahar, çıplaklığın çaresizliğini bırakır geride. Her mevsimi hatta gece ve gündüzü ayrı bir dünya olan bahçe, klasik metinlerde cennetle eş tutulur. Burada geçen her an, hazzın bir başka halidir. Bahçe bu yönüyle sürekli değişmenin mekânıdır. Başlı başına bir imge evreni olan ev, bahçeden daha gizemlidir. Çünkü sıkı sıkıya örtülecek kadar değerli şeyler sakladığı için kapıları gece olunca örtülür ve kendi içine kapanır. Öte yandan bahçe, ağaçlarının dallarıyla dışa taşarken karanlıkla birlikte rüzgârla ve uğultuyla yeni bir oyuna başlamıştır bile.

 

Kimi şairlerde bahçe, bakılandır. Evden bahçeye bakılır. Kimi şairlerse bahçeden daha gizemli olan eve bakar. İlhan    Berk, şiirinde her iki bakış açısını yani bahçenin eve, ardından evin de bahçeye bakışını resmeder. Eve bahçeden girilir/ Ama bahçe evi bilmez/ (Ev de belki bahçeyi.)/ Ne güzel’/ Hem nesnelerin dünyası böyledir./ Bilinmezin tadını çıkarırlar./ Ta baştan özgürlüğü seçmiştir bahçe (Bahçe) Bu dizelerdeki en belirgin vurgu, evin de bahçenin de birbirine yabancı oluşudur. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bu durum umursanacak bir durum değildir. Çünkü her ikisinin de buna ihtiyacı yoktur. Bahçenin gizeminden çok özgürlüğüne vurgu yapar İlhan Berk. Nesnelerin kendindenliğini savunur çokça. Ancak sorulması gereken soru şudur: Niçin ev değil de bahçe? Acaba şair evde değil de bahçede olmak istediği için mi?

 

Bahçe imgesinin geçtiği şiirlerinde bu imgeyle birlikte kiraz ağaçlarını da anan Sezai Karakoç’un kısmen kirazın renginden yola çıktığı akılda tutulmamalıdır. Kan, hem doğum hem de ölümle ilişkilendirilir. Ancak Karakoç’un şiirlerinde kan ve genel olarak bahçe, çatışmacı bir karşıtlıktan uzak iki ayrı duygu durumuyla ele alınır. “Anneler ve Çocuklar” şiirinde ölüm ve bahçe ilişkisi dikkat çekicidir. Anne öldü mü çocuk/ Bahçenin en yalnız köşesinde/ Elinde siyah bir çubuk/ Ağzında küçük bir leke (Anneler ve Çocuklar)2 Annesinin ölümünden sonra bir yalnızlık mekânına dönüştürüldüğü düşünülebilecek bahçeye sığınan çocuk imgesi, bir küskünlüğün ifadesi değildir yalnızca. Ağaçların mevsimlere göre dönüşümü, bu imgelerin çıkışını örnekler mahiyettedir. Ağacın hayat ve ölümün temsili olması, çocuğun da cennet metaforuyla yeniden canlanacağı inancını da beraberinde getirir. Küskünlük, hayal kırıklığı siyah bir çubukla temsil edilir. Ancak bahçenin en yalnız köşesi de bütün güzel kokuların kaynağı olan anne kucağıyla eşitlenir. Dolayısıyla bu dizelerdeki bahçeye birbiriyle çatışmayan karşıtlıkların buluştuğu ve sürüklediği çamurun çökmesiyle birlikte bereketli bir delta da diyebiliriz. Ama en çok da annenin sevgisinde kendini tamamlayabilecek olan bir çocuk, bahçedeki değişmelerle hep farklı bir durumun içinde bulur kendini. Ölüm ve sevgisiz kalış, bu değişmelerin görünür yüzüdür.

 

Behçet    Necatigil    kelime oyunlarıyla kurduğu mantığı, zaman zaman iç dünyayı oluşturan duyguları ifadede kullanır. Ne denizler deniz, dağlar dağdır/ Ne bahçeler bahçe./ Yok öyle göller/ Ben olmayınca. (Coğrafyada Şart Kipi)3 Bireyin yokluğu elbette nesnelerin de yokluğudur. Karamsarlıkla iyimserlik arasındaki çatışma birbirine zıt tabiat unsurlarıyla verilirken Necatigil, diğerlerinin arasında insan tarafından düzenlenen tek mekân olması hasebiyle öznenin yokluğu üzerinden vurgulanan çatışmayı bu kez bahçenin doğum ve ölümü belirleyen imge evreniyle birlikte sunar. Daha sonraki yıllarda Hilmi Yavuz’da “ben ölürsem yapayalnız kalacak olan Allah’a...” dizesine dönüşen bu bakışın doğurganlığı, bereketi, cenneti temsil eden bahçede ortaya çıkışı, belirgin bir umutsuzluğu açığa çıkarır.

 

Erguvanlar şairi olarak da bilinen Hilmi    Yavuz, “Dağınık Sonnet”de bahçeyle evi savaşan birer taraf olarak görür. Burada kullanılan tek silah ise zamandır. eşya durmuş, bekliyor, pencere kapı duvar;/ ev içleri çürüyor! herşey yaprak! .. tetikte/ duruyor işte bahçe… aynalarım târümar... (Dağınık Sonnet)4 Bu dizelerde adı hiç geçmese de zamandan sonra en güçlü düşman sessizliktir. Evi büsbütün saran kollarıyla, en azından ev için yenilginin diğer adıdır. Oysa bahçe rüzgârla -ikinci sembolik katmanıyla yani zamanla- evvelden beri dostturlar. Kışın ölüp kaybolan kokular, ilkbaharda yeniden yayılırken, bahçenin rüzgâra bir kez gülüşü yeterlidir. Tam tersinin olması beklenirken bahçenin evden daha canlı olması, eve karşı olumsuz bir bakışın varlığına işaret eder.

 

İsmet    Özel’in Divan edebiyatına bir borcun ödenmesi olarak gördüğü “Bir Yusuf Masalı”nda bahçe, masalsı bir gerçekliğin sahnesi olarak tasavvur edilir. Nitekim bahçe cennetin küçük bir temsilidir. Aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi./ Bir bahçe. Gerçekten buraya bahçe mi demeli?/ Ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam/ Tastamam hepsi./ Sanki biraz önce tamamlanmış gibi.(…) Bu bahçede her şey hayran olunmak için/ Her şey kendine özen göstermiş/ Her şey kendine öyle bakıtıyor ki/ Şivekâr bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini/ Bir daha aklına hiç getirmedi (Bir Yusuf Masalı).5 Şivekâr’ın kuru bir ekmek için girdiği bahçe, tüm klasik anlatılarda olduğu gibi aslında yeniden doğuşun ama aynı zamanda bir dönüşümün de mekânıdır. Bu dönüşümde geride kalan yalnızca kötü günler değildir. Bilinç de bu aşamada yeni bir bakışın eşiğindedir. Dolaysıyla İsmet Özel’in diğer şiirlerine rağmen bu şiirde bahçe, biçimselliğinden, soyutluğundan sıyrılarak daha farklı bir sembolik gerçekliğe doğru evrilir. Bunda elbette ki sembolik nitelikteki bir halk anlatısından beslenmesi de etkili olmuştur.

 

Her dizesini yeni bir giz ve gizemle derinleştiren Lâle Müldür, şiirinde bir başlangıç yapma isteğini bahçe imgesinde toplamak ister. BEN PEYZAJ DENİNCE artık şiirlerimi değil/ bahçe peyzajlarını anlıyorum/ ama bundan dolayı kimse bana papatyalardan/ örülmüş bir taç vermeyecek (Luı é Vagabondo Come Me).6 Mekânsal imgelerle örülü şiirlerin ötesinde kelimelere değil renge, kokuya varmak ister. Ancak şiirlerinin temel duygu evrenini kuran hayal kırıklığı bu dizelerde de karşımıza çıkar. Ben etrafında şekillenen hayal kırıklığı, bahçenin en doğal ve sıcak çiçeğiyle yani papatyayla imgeleşecektir. Gerçekliği, nesnelliği, düşsellikten daha çok öne çekmek isteyen bir bakıştır bu. Kelimelerden, renklerden ve biçimlerden uzaklaşarak somut bir mutluluk arayışı belki de.

 

Nurettin    Durman, şiirinde modernleşmeyle birlikte beton duvarlar arasında sıkışan çocukların, gerçeği söylemekten çekinmeyen çocukların bakış açısını kullanır. Bahçesi olmayan evlerde çocuklar/ Güller menekşeler şebboylar/ Çocuk ağzı işte bir karanfil diyorum. (Kuşlar Çekiliyor Artık)7 Yalnızca parklarla sınırlanan bahçe, güzel bir manzara ise de çocuklar artık doğal ortamda ya da eski konakların bahçelerindeki güller, menekşeler ve şebboylarla karşılaşamayacaklardır. İmgesel süreçte bahçe ve çocuk birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki olgudur. Karanfilin genellikle ölümle ilişkilendirilmesi çocuk ve bahçe arasındaki kopuşun ama aynı zamanda ölümle olan imgesel bağıntısını verir.

 

Sefa    Kaplan’ın kesilen yağmur ve bahçeyle sembolik bir art alana taşıdığı hayal kırıklığı, “Hakikat” şiirinde imgesel düşüncenin ince bağdaştırmalarına dönüşür. sustu sabır sevinci kırıldı bir kez çember/ kesildi yağmur birden küstü bütün bahçeler (Hakikat)8 Çemberin kırılması, hayal kırıklığının ilk hamlesidir. Bir beklentinin, bir umudun yerle bir oluşu, bahçe için yağmurun önemiyle eşitlenir. Oysa yağmur kesilmiş ve bahçe tarumar olmuştur. Kaplan’ın tabiat ve iç dünya arasında kurduğu bu doğrusal bağdaştırma, her şeyin birdenbire oluşuyla tabiatta olduğu gibi insani ilişkilerde de karşılaşabileceğimizi hatırlatır.

 

Hayatın, canlılığın temsili olmasına rağmen bütün şiirlerinde kederli, olumsuz öğelerle dolu olduğunu bildiğimiz Ahmet    Erhan’ın dizelerinde bahçe, dünyayla eşitlenir. Ancak bahçenin niçin böyle algılandığı cevaplanması gereken bir sorudur elbette. Kurumuş kuyunun suyu, incirin/ Sütü çoktan çekilmiş/ Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi/ Ayrıkotları, dikenler bürümüş (Milattan Önceki Şiirler)9 Şiirsel öznenin derin bir hayal kırıklığı yaşadığı bahçenin dünyayla eşitlenmesi, açık bir çatışmadır. Bu çatışmayı daha baştan ortadan kaldıracak olan şey de bahçedeki ayrık otları ve dikenlerdir.

 

Ağaçların öldüğü, özsularının kuruduğu bu dünya bahçesinde artık hayatın anlamının yitmesi bu dizelerin ardında yatan temel çıkış noktasıdır.

 

Halk deyişlerinde kimi zaman şiirsel bir anlama rastlamak mümkündür. Bahçelerin ya da kapıların birbirine açılması gibi. Haydar    Ergülen    de kültürel geleneğe yakın duran kimi şiirlerinde bahçeyi iç dünyayla açıklar. Herkesin bahçesi birbirine açılır!’/ Cümlesinden açıldım, ben sana kaldım (Başın mı Dönüyor, Çocukluğundur!)10 Kelimeler arası duygu iletişimini lirik bir kodla ilerleten Ergülen, bu dizelerde bahçeyi kalple özdeşleştirir. Özellikle bahçenin seçilmesi burasının canlılığından kaynaklanır. Tıpkı bahçe gibi kalp de bahar ve yazı gördüğü gibi güzü ve kışı da yaşar. Şiirsel öznenin aşkı da içine alan bahçe tasavvuru yine canlı bir kalbin varlığıyla eşitlenir.

 

Hayat dolu bir bahçe kadar terk edilmiş, solgun ağaçların gölgelediği bahçelere de rastlamak mümkündür. İhsan    Deniz’in bahçesi de buna bir örnektir. İşte rehinim. Diz çöküyorum o tülden/ bahçede. Ruhuma/ gölgeyim/ Dünün ve bugün kırılan yüzü (Kabul)11 Kırılgan ve yenilmiş bir kalbi temsil eden bahçe, her ne kadar yazınsal bir imge oluşunu engelleyemiyorsa da gölgeli, hem de kendi ruhuna gölgeli bir kalbi mutlu sayamayız. Geçmiş ve bugün arasında değişen bir şey yoktur. Gelecekte de bunun olduğu gibi devam edeceği hesaba katılırsa Deniz’in bahçe imgesine bakışı, karamsardır. Yaşama sevincine kederle bakmak bu olsa gerek.

 

Öncüllerinden farklı olarak var olandan yola çıkarak değil de aksine var edilen bir çerçeve içinde tabiatı düşünen modern şair, İlhan Berk’in de söylediği gibi yazıp çizdiği bir dünyada soluk alıp verir.

 

Bahçe, bu tasavvurun içinde kimi zaman çocukluk günlerinin korkulu bir parçası kimi zaman da ev ve dışarısı arasında tıpkı balkon gibi ara bir kaçış uzamıdır. Ama daha tuhafı, bahçenin dışarıdan da evden de ayrı bir mekân oluşudur. Tıpkı iç dünyamız gibi… Bahçe, bu bağlamda kendi içinde paradoksal bir yapıya sahiptir. Mevsimlere göre değişkenliği, bireyin ruhsal değişkenliğiyle örtüşür. Çünkü insan da tıpkı bahçe gibi her olay ya da durumdan etkilenir. Bu değişmelerden şairin alacağı pay, elbette ki hayata nasıl baktığıyla ilgilidir. Bu tercihle bahçe, aynı zamanda hayatın aynası gibidir.

 

Otların her tarafı sardığı bakımsız bahçelerin yanında çocukluk kahkahalarıyla oradan oraya koşan gölgeleri barındıran yeşil bir dünyayı da görebiliriz.

 

Hayrettin Orhanğlu

 

 Yitiksöz Sayı-2