Sofya-Bir Zaman Yolculuğu

 

 

“Sofya-Bir Zaman Yolculuğu” Emine Doğrul’un ilk kitabı. Bilim kurgu dünyasının önemli ve vazgeçilmez kavramlarından biri olan zamanda yolculuğun ana tema olarak işlendiği eser on sekiz bölümden oluşuyor. İlk bölüm ‘Yine Yeniden Eski’ başlığıyla karşımıza çıkıyor ve şimdiki zamandan bir kesit sunuyor. Başkarakterimiz olan Sofya, Yunus Dede’nin zaman makinesi sayesinde, onunla birlikte, mekânda yolculuk yapıyor. Zaman ve mekân algısı üzerinde sıkça durulan giriş bölümü alışılagelmiş olmasına rağmen merak uyandırıcı olsa da bütüne bakıldığında kurguyu bir nebze klişeye sürüklüyor.

 

Yunus Dede ismiyle sunulan ikinci bölüm bizleri bir hafta öncesine götürüyor. Sofya’nın annesi Hanım Hanım’la burada tanışıyor, Sofya ve Yunus Dede’nin ilk karşılaşmalarına da bu bölümde şahit oluyoruz. Başkarakterin annesiyle olan iletişimi oldukça gerçekçi ve içten. Samimi bir üslup yakalayan yazar, anne-kız ilişkisi üzerinden günümüzün kuşak çatışmasına ‘eskiler’ muhabbetiyle değiniyor.

 

Üçüncü bölümün ismi Aleyna ve bu bölüme ismini veren kişi Sofya’nın ablası. Bu ismin anlamının sorgulanmasıyla başlayan bölüm, sorumlulukları ve tek düze yaşantısı altında ezilen bir kadının iç dünyasını anlatıyor. Aynı evde, aynı odada, hatta aynı masada ayrı dünyalarda yaşayan Aleyna ve Berk’in tek ortak paydaları İbrahim ve İhsan. Çocuklar, çiftler arasındaki bağlayıcı unsurlardan biridir ancak onları bir arada tutmaya yetmeyebilir. Bu nedenle taraflar, ilişkiyi ayakta tutmaya yarayan duygu ve düşüncelere sahip çıkmalı ve tek sorumluluklarının çocuklardan ibaret olmadığını anlamalıdır. Bu anlatıda alt metin; ilişkilerdeki ilgisizlik ve iletişimsizliğin tarafların iç dünyasında yarattığı yıkımdır. Aleyna’nın geçirdiği ağır depresyonun sebebi de budur. Yazar burada; “İyi bir babayla iyi bir eş aynı şey değildi.” diyerek sorunun kaynağını gözler önüne seriyor ancak her şeye rağmen anneye de özeleştiri yaptıran yazar, objektifliğini ortaya koymaktan geri kalmıyor.

 

Kitabın dördüncü bölümü Kays Sevmezlik Edebilir mi başlığıyla verilmiş. Kays, Sofya’yı gördüğü ilk günden beri ona âşık olan ama aşkına karşılık bulamayan bir genç. Daha da kötüsü, sevdiği kızın isminin Sofya olduğunu bile bilmiyor. Şansını, kitapların içindeki not kâğıtlarına Leyla’ya, Aslı’ya, Şirin’e, Jüliyet’e, Zin’e, Milena’ya, Lotte’ye gibi isimler iliştirip Sofya’nın eline tutuşturarak deniyor. Öğrenmek için türlü türlü yollara başvuran Kays amacına ulaşamasa da sabrı ve seviyeli tutumu Sofya’nın kalbini usul usul ele geçirmeye başlıyor. Nâzım’ın “Gözlerine bakarken güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma…” diye başlayan mısralarından medet uman Kays, “Ah bir nasip olsa gözlerine bakabilmek.” diye sonlandırıyor cümlelerini. Bu platonik aşkın nasıl sonuçlanacağı, okuyucunun merak duygusunu had safhaya çıkarıyor.

 

Beşinci bölüm Hayat, Sofya’nın annesi Hanım Hanım ve babası Reşat Bey’in video görüşmesiyle başlıyor. Geçen yıllara rağmen birbirlerine ilk günkü muhabbetle bağlı olan bir anne ve baba görüyoruz. Salgın sebebiyle bakkal dükkânı iflas eden ve akabinde tır şoförlüğüne başlayan Reşat Bey, Avrupa’ya yük götürüyor. Eşinden ilham alarak ve onun varlığını daha fazla yanında hissetme amacı güderek Nazlım adını verdiği tırıyla ekmeğini kazanmaya çalışıyor. Hanım Hanım ve torunları arasında geçen samimi dakikaların ardından Sofya’nın başörtüsü sebebiyle uğradığı psikolojik şiddete geçiyoruz. Okumaya bile tahammül edemezken, günümüzde birçok kadının bunu yaşıyor olması içler acısı. Neyse ki yazar burada, Sofya’nın en yakın arkadaşı Ayşe’yi kullanarak, sesimiz olmuş ve son cümleyle de her şeyi özetlemiş: “Gönlünün kirli camlarından bakan, sadece kendi karanlığını görecektir.” Ancak bilim kurgu metinlerinde bu tarz düşünsel yaklaşımlara, Çehov kuralı gereği, yer verilmez. Bu durumun sadece bilim kurgu metinleriyle sınırlı olmadığını da belirtmek gerekir. Bu bölümde tesettürlü kadınların yaşamış oldukları sorundan bahsediliyorsa, gelecek bölümlerde bu sorunla ilgili bir durum yeniden gün yüzüne çıkarılmalı ve kurguya bu anlamda hizmet etmelidir. Yoksa kurguda işlevi olmayan unsurlar metinden çıkarılmalıdır.

 

Altıncı bölüm Nur, Yunus Dede ve Sofya’nın zaman kavramı üzerine istişareleriyle ilerliyor. Astrofizik okuyan Sofya, mantıklı çıkarımlarıyla Yunus Dede’nin sorularına yanıt buluyor. Yedinci bölüm Madalyon’da Sofya, Yunus Dede’nin itirafı sayesinde bazı gerçeklerle yüzleşiyor. Onda büyük şaşkınlık yaratan gerçekler, işleri daha da karmaşık hâle getiriyor. Sekizinci bölüm Ufuk, kâinatın boyutlarının tartışılmasıyla devam ediyor. Sofya kafasını karıştıran soru işaretlerine Yunus Dede’yle birlikte cevaplar aramaya çalışıyor. Mekân ve zaman kavramları birbirine dolanmış iki sarmaşık olarak ifade edilirken, zamanın akışı çeşitli teoriler üzerinde durularak anlamlandırılmaya çalışılıyor. Dokuzuncu bölüm Koza’da ise Sofya’nın altı yaşındaki yeğeni İhsan’ın kendine has renkli ve ilginç dünyası anlatılıyor.

 

Onuncu bölüm Beklen(mey)en’de Yunus Dede’nin Sofya’yı eski İstanbul’a götürmesinin ardından birkaç gün geçtiğini görüyoruz. Kaos  kuramından yola çıkan Sofya, Yunus Dede’nin mekânda yolculuk yapabiliyor olmasını anlamlandıramıyor. Yunus Dede’nin Hızır olup olamayacağı hakkında düşüncelere kapılan Sofya, zamanın maddeden bağımsız olmadığı hususundaki açıklamaları sayesinde Yunus Dede’yi daha iyi anlamaya başlıyor. Bölümün en ilgi çekici kısmı Sofya ve Yunus Dede’nin geleceğe yaptıkları yolculuk, yani Kays’ın düğününe gitmeleri. Yunus Dede makineyi çalıştırıp onları geri getirse de bundan saniyeler önce Sofya, Kays’ın duvağı kaldırmasıyla gelinin kim olduğunu görüyor. Sofya’nın şaşkınlığı apaçık ancak bu konu da ilerleyen bölümlerde bile gizemini korumaya devam ediyor. Sofya’nın gelin olarak kendisini mi yoksa bir başkasını mı gördüğü yazar tarafından aktarılmıyor. Bu konu akıllara yine Çehov kuralını getiriyor. Yazar, okuyucunun aklında zaten ortak bir fikir oluşacağını düşünerek bu durumu aydınlatmamış olabilir. Yine de bu, Çehov kuralını uygulamamak için geçerli bir sebep değildir.

 

On birinci bölüm Şapkadaki Tavşan’da Sofya kafasını dağıtmak için yeğenleriyle vakit geçiriyor, on ikinci bölüm Ellerinde Çiçekler’de ise Kays, bir kez daha hayal kırıklığına uğruyor. Reşat adlı on üçüncü bölümde bir kez daha Reşat Bey ve Hanım Hanım’ın sevecen muhabbetlerine tanık oluyoruz.

 

On dördüncü bölüm Üsküdar’da Gün Batımı bizi her şeyin başlangıcına götürüyor. Yunus Dede’nin zaman makinesini nasıl bulduğu, kullanmayı nasıl öğrendiği, hangi süreçlerden geçerek bugüne ulaştığı gibi çeşitli soruların cevaplarına ulaşıyoruz. On beşinci bölüm İlan’da ise Yunus Dede’nin Sofya’dan tam olarak ne istediğini nihayet öğreniyoruz. Yazarın dili oldukça açık. Gelişme bölümleri bu sayede anlaşılır. Bölüm sonunda bir kez daha Kays’ı görüyoruz. Aşkı sabırla işlemiş âdeta. Tüm yanlış anlaşılmaların düzeltildiği bölümün ardından ilişkileri Nişan’la taçlandırılıyor ancak bir sonraki bölümde Sofya’nın saadetine düşen gölge, işleri karıştırmaya yetiyor.

 

Onlar adı verilen bölüm sırlarla dolu ve bir sonraki bölüme adına veren de bu Sır’lar. Sofya’nın kaçırılması, Karan isimli bir kadının Yunus Dede ve zaman makinesinin peşinde olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyor bizleri. Bu kadının arkasında kim ya da kimler var bilmiyoruz. Zaman makinesinin varlığından nasıl haberdar oldukları gerçeği de bir muamma. Hangi amaçla kullanmak istedikleri belirtilmiyor ancak niyetlerinin hiç de iyi olmadığı bilinmekte. Kendini onlarca cevapsız sorunun içinde bulan ve ne yapacağına dair en ufak bir fikri olmayan Sofya’nın başına gelenlerle başlayan son iki bölüm, Reşat Bey’in ölümü ve Hanım Hanım’ın bunalımını öğrenmemizle son buluyor. İğne yardımıyla uyutulan Sofya’nın kendi odasında gözlerini açmasıyla biten kitap, bir sonun başlangıcı gibi görünüyor.

 

Melisa Nur Kesici 

 

Yitiksöz Sayı-21