Son Yaz

 

Yaz toplanmaya başlamıştır; yolcudur artık. Geriye dönüp ardında bıraktığı evleri bir anne gibi yoklar; gözü arkada kalsın istemez. Dolmalık biberler, patlıcanlar, kabaklar kurutulup bez torbalara girmiş, salçalar kilerlere konmuştur. Tarlalar hasat edilmiş; kayısılardan, mürdüm eriklerinden, vişnelerden reçeller yapılmış, domatesler kavanozlara doldurulmuş, turşu bidonlarının kapağı dualarla sıkı sıkı kapatılmıştır. Yaz gidiyordur, seneye tekrar geldiğinde eksiksiz herkesle görüşmek dileğindedir ama bu dilek gerçekleşecek midir, bu sene gördüklerini seneye yine görecek midir bundan emin olamaz; fakat yaz bebeklerinin seslerini şimdiden duyar gibi olur. Sanki yazın artar doğumlar, sanki yazın çoğalır evlerin nüfusu, sanki daha çok yazın ebeveyn odalarına eklenir süslü bebek karyolaları ve dupduru taze nefeslerin ritmi duyulur. Mevsime can gelir. Cıvıl cıvıl sesler balkon sefalarına karışır. Lohusalar balkon serinliğinden sakınır kendini. Yaz bebekleri hastalığa kolay kapılır çünkü ve cereyan yapar diye kapılar, pencereler öyle alabildiğine açılmaz. Derken sonbahar gelir kucaklar herkesi. Elinde tarçın rengi bir bavul… Üç aylık kıyafetleri içinde. Kahverengi, kızıl, hâkî, sarı renkleri toplar ve şehre telaşla girer. Yaz başı sakinliği ile yaz sonu hareketliliği artık bitmiştir. Okul zili çalacak, kırtasiyeciler festival yoğunluğu yaşayacaktır. Sokaklar öğrenci kalabalığıyla dolacaktır. Ağaçlar, güz renklerinin güzelliğiyle arzıendam ederken şehirden uzak evlerde sobalar kurulacak, pikeler yerini battaniyelere bırakacaktır. Serin serin esen güz rüzgârları pencere pervazlarını geçilmesi gereken bir sınır gibi zorlayacak eski pervazlar bu güce karşı koyamayacaktır. Güneş yaz güneşi gibi yakmayacak ve mesafeli davranacaktır. Güneşin son demlerinden faydalanmak isteyecektir yaşama tutunan her canlı.

 

Orta Anadolu’nun ortasında yer alan o güzel şehir! Şehrin merkezindeki kadim mahallede bulunan o uzun ve dar sokak! Uzun ve dar sokağın tam ortasında yıllara meydan okuyan, bacasından dumanla beraber tarih tüten o cumbalı ev! O cumbalı evde yalnız yaşayan ihtiyar! O ihtiyarcık da yaz biterken güneşe gövdesini yaslamak ister. Terliklerini sürüye sürüye yürür, gıcırdayan tahta sokak kapısını usul usul açar, başını dışarıya usulcacık uzatır. Kapı gıcırtısı sokakta oynayan çocukları harekete geçirir ve ihtiyarın yanına koşuşurlar. Sırtındaki yeşil yeleğin cebindeki sarkıklığa alışmışlardır. İhtiyarın avucundan bonbon şekerlerini neşeli bir gürültüyle kapışırlar. Elmalı, çilekli, böğürtlenli olmaları üzerine dönen muhabbete yetişemez ihtiyar. Coşkulu bir ambiyans sokağı inletir. Komşu hanımlar bu cıvıltıyı duyarlar, teker teker ihtiyar kadının yanına gelmeye başlarlar; selamlaşmalar, gülüşmeler, bahçeye buyur etmeler… Gıcırdayan tahta kapı aralık bırakılır, önüne kabaca bir taş konur, diğer komşu hanımlar bahçede konseyin toplandığını anlayıp ya öksürerek ya hu hu çekerek ya da kapıyı tıklatarak içeri girerler. Yaz boyu bahçede toplanmışlardır, serinlik üşütene kadar da toplanacaklardır.

 

Bahçede eski zamanlardan kalma küçük bir havuz… Havuzun ortasına doğru uzanan paslı bir boru… Borunun ucundan sarkan eski bir musluk ve çatlayan kısmından fışkıran incecik su… Havuzun kenar taşında sıralanmış sardunyalar, fesleğenler, nane, biber zerzevatları… Komşuların; kimi çürümeye yüz tutmuş bir iskemleye oturur, kimi yer minderine, kimi güngörmüş tahta divana. Herkes sırayla önce ihtiyar ev sahibine hâl hatır sorar sonra birbirine ve ardından komşular meclisinde söz yumağı sarılmaya başlar. Yumak ikindi ezanına kadar büyür de büyür, ezanın başlamasıyla bir kenara bırakılır ve önce abdestli olanlar namaza durur. Abdesti olmayanlar bahçedeki köhne musluğa giderler nurlanmaya. Dışarıda durmaktan rengi iyice solan pembe naylon tabureyi çeken çeşmenin önüne oturur. Besmeleyle suyu açar sonra suyu yaratan Rabb’ine hamdeder ellerini yıkarken. Havz-ı Kevser suyu içmeyi ister ağzına her su alışında, burnuna çekerken suyu o büyük günde cennet kokusu duymayı diler. Yüzünü yıkarken “Ağart yüzümü Rabb’im hesap gününde!” diye dua eder. Kollarını suyla okşarken Mahşer gününde kitabı sağ tarafından verilsin ister. Solundan verilsin istemez asla. Başını mesh ederken başka gölgenin olmadığı günde arşın gölgesiyle gölgelenmeyi umar. Söz dinlemeyi, boynunun ateşten korunmasını niyaz eder kulaklarıyla ensesini sıvazlarken ve ayakların kaydığı günde ayakları kaymadan Sırat’ tan geçmeyi umut eder tüm benliğiyle. Su ılık ılık akar ilkin aktıkça buz gibi olur. En son abdest alan çeşmenin başından ferahlayıp kalkar. İkindi namazları hep birlikte kılınır. Tespihler elden ele dolanır. İhtiyarın fısır fısır çektiği zikir; taşa, toprağa, ağaca, karıncaya siner. Yumuşacık bir ikindi esintisi yüzleri yalar. Seccadeler toplanır, katlanır; kayısı ağacının dalına, tahta divanın koluna itinayla bırakılır. Namazdan sonra dünya kelamına geçmeden; kenara bırakılan o yumak tekrar sarılmaya başlanmadan önce Yasin-i Şerif okumaya başlar içlerinden biri. Güllü Yasin’iyle gelenler açıp takip etmeye başlarlar. Ezbere bilen çoktur Yasin’i, dudakları kıpır kıpır sessizce okurlar. Ölenlere rahmet dilenir; Yasinler, Ammeler, Tebarekeler ipek bir bohçanın içinde toplanır âdeta ve herkes ölüsüne hediye eder. Bohça en sevdiği merhumun ya da merhumenin elindeymiş gibi sevinir bahçedekiler. İçlerini bir huzur kaplar. Ardından çay bardaklarının, çay kaşıklarının şıngırtısı duyulur. Komşulardan biri cumbalı evin durgun mutfağında çay demlemeye koyulmuştur. Önce bardakların olduğu tepsi gelir bahçeye. Evin kendine has o karanlık, nemli kokusu yayılır havaya. Bu kokunun içinde kaybolur gider herkes bildiği adreslere. Bir zamanlar bebek pudrası, zeytinyağlı yeşil sabun, tereyağlı pirinç pilavı, sıcak süt kokan ihtiyar kadının gelin geldiği bu cumbalı ev, ihtiyara neler neler hatırlatır bu ikindi vaktinde. İlk aldıkları arabayı, kayınpederine yaptığı orta şekerli Türk kahvesini, çocuklarının salıncak sırası için hırgür etmelerini, odunluk temizliğini, oğlunun sünnet mevlidini, kızının hatim törenini… Zihnini zorlasa aklına daha neler gelecektir. Hepsinin hatırası bahçe duvarında yıllardır asılı duran nazar boncuğu gibi durduğu yerde tozlanmıştır ama her zaman yerli yerindedir. Göreceği günler ne kadardır acaba? Ölümü yakın mıdır? Bu evi, bu bahçeyi nasıl koyup gidecektir? Bütün bu görüntülerden uyanır ihtiyar, karmakarışık bir rüyadan sıçrayarak uyanır gibi. Çay almasını bekleyen genç hanımın karaltısıyla bugüne geri döner. Tepsideki en açık çayı kurumuş elleriyle alır. Çay faslı bir şölene dönüşür; yere bırakılan yumağı ilk konuşan alır eline ve başlar sarmaya. Dertler, tasalar bazen hararetle bazen serzenişle bazen öfkeyle paylaşılır; sevinçler, muştular, sakarlıklar, torun torbalar gülüşerek anlatılır. Ev sahibi ihtiyar kadının kulakları artık iyi duyamadığından ara sıra etrafa bel bel bakınır. Konuşulanları merak edip yanındakini dürter. Ne diyor bunlar, sorusunu o gün onun yanına oturan kim ise o yüksek sesle ve nezaketle cevaplar. Ardından ihtiyarlık üzerine bir düzine kaygılı laflar edilir. Vakit geçer, dünya döner, gökyüzünün rengi pembeye çalar. Herkes evinin kalabalığına karışırken ihtiyar yalnızlığına çekilir.

 

Cumbalı ev ve ihtiyar, koyu bir akşamın aydınlattığı geçmişle yaşamaya devam ederler. Gökyüzünde yalnız duran dolunay, evin yarım çekilmiş perdesinden içeriye sızar. Ay ışığı, el dokuma Sille halısına vurur. Bir ferahlık dolar odaya. Çürüyen eşyaların üzerinde biriken tozlar sağa sola uçuşur. Derin bir mazinin izleri bir müddet daha ihtiyarla yatağa girmeye devam eder. Sonra hepsi kaybolur. Bahçe suskunlaşır. Yaz, seneye yeniden geldiğinde o uzun ve dar sokağın ortasında durup yıllara meydan okuyan o cumbalı evdeki ihtiyarı görmek ister. İhtiyar kemiklerini ısıtan yaza ıssız bir selam göndermiştir. Kimle mi? Komşularıyla.

 

Emel Karagedik 

 

Yitiksöz Sayı-25