Televizyon Karşısında Çürümek

 

Yaşanan felaketlerde hiç düşünmeden yola çıkıp olay mahalline varmak, acılarla göz hizasından yüzleşmek, evde haber almaya çalışmaktan çok daha iyi. Adapazarı depreminde arabaya ne bulduysak doldurup yola çıkmak, Beyrut bombalandıktan sonra yaraları sarmaya bir nebze katkı vermek için koşmak, Roboski’de bütün oğullarını kaybeden ailelerin yanına taziyeye gitmek evde dört duvar arasında delirmekten çok daha evlaydı. Bu sefer Maraş’ımız, Hatay’ımız ve daha nice şehirlerimiz yerle bir olurken kalifiye insanların gelmeyin, işe yaramaz bir de sıkıntı olursunuz sözlerine uyduk ve televizyon karşısında çürüme günlerimiz başladı. Anladım ki arama kurtarma, ilkyardım, acil psikolojik destek nedir bilmiyorsan, bir vinci bir iş makinesini çalıştıramıyor, enkazların altına giremiyorsan böyle zamanlarda bir hiçsin, ıskartasın. Yaşamın en can alıcı merkezindeki bilgilerden yoksun, işe yaramaz olmanın acısını hissetmemek mümkün mü, köpekler bile yaralanıp berelenmeye aldırmadan insan kurtarırken.

 

Deprem insanı bütün sınırlarıyla karşılaştıran, en temel fakat unutulmuş sorulara yeniden döndüren bir sarsıntı. Biz kimiz, burası neresi, nereden gelip nereye gidiyoruz, varoluşun bir anlamı var mı, bugün var yarın yok olan şey gerçek olabilir mi, yoksa büyük uyanmanın olacağı bir rüyada yaşarken hayatı çok mu ciddiye alıyoruz? Hayatını kaybedenler şehit oldu amenna, peki bu, kibrit kutusu kadar metaa tamah edip kıyıma sebep olanları aklar mı? İkisi aklın iki ayrı yanından akıp gidiyor. Sonra kötü bir büyü yapılmış gibi televizyonun karşısında oturmaktan ve kalkıp su içmeyi bile hatırlayamamaktan ibaret bir kötürümlük. Peki en kıymetli canlarını kaybedenler, enkaz başında karı yağmuru hissedemeden bekleyenler. Biz de kahroluyoruz, çok utanıyoruz demenin bile utanç verici olduğu zamanlar.

 

Haberler. Antakya’nın çok sevdiğim Ulu Camii şimdi enkaz. Çarşı pazar insan seli yaşama sevinci buradan başlıyordu. Adıyaman’ın Mecburiyet Caddesi de gitmiş. Gençler öyle derdi, illa orada yürünecek ki görelim görülelim. Malatya Gaziantep’in İslahiye ve Nurdağı ilçeleri yerle bir. Sonra Maraş’ın daha birkaç ay önce şenlikli Trabzon Caddesi ve kadim Ulu Camii civarı. Turist otobüsleri etrafa park etmişti, yolcular cumadan çıkan müminlerin vakarla geçişini bekliyorlardı ziyaret için. Cadde ortadan kalkmış. Vardan yok olmuş. Bunları uzaktan sindirmek inanmak kabul etmek daha zor. Yeni ağır bir ameliyattan çıktım diye babamın naşını göstermediklerinden yıllarca bir yerden çıkıp geleceğine inanmam gibi, caddenin de şehrin de çıkıp geleceğine inanmayı sürdüreceğim. Şehirler insan gibi değil, defalarca doğar, şurada bir ağaç burada bir çiçek diyerek yeniden dirilir buna inanıyorum.

 

Tanımların kelimelerin seslerin sözlerin sağanağı. Fay hattı, enerji birikimi, fay kırılması, enerji boşalması ve plakların kayması. Çadır bulmuş, bulamamış, ses duymuş duyulmamış, biri taşa vurmuş. Tek başına bireysel olarak arabasına erzak atıp gelmiş insanlar fazladan yemek yiyor, yetkililere sıkıntı bunlar, kalacak yer bulamıyor, suları içip bitiriyor, buzlu yollarda kayıp kaza yaparak trafiği tıkıyorlar. Sonra şöyle sesler. Bir meziyetin var mı ki geldin. Hayattan, hayatta kalmaktan yana bir bildiğin. Otomobiller, otobüsler, hafriyat arabaları, iş makinaları, benzin kuyrukları. Araçlarında kalanların mazota ihtiyaç var. Erzaklara oyuncak da atın, çocuklar için elzem. Ah onların hiçbir kötülükte dahli yok.

 

Haberler. Malatya’da ve Maraş’ta fırınlar yıkılmış, ekmek ve su bulunamıyor. Bir muhabir odun fırınlarının doğal gazlı fırınlara dönüştürülmesinin zararlarından söz ediyor. Elektrik su doğalgaz yakıt internet yok. Üzerine methiyeler düzülen modern hayat bir dakikada çökmüş gitmiş. İnsan insanın kurdundan insan insanın yurduna muazzam bir dönüşüm mü bir an da olsa. Enkaz altındaki insanların yakınlarıyla, kurtarma ekipleriyle, kurumlarla haberleşmesi gereken en yakıcı günlerde operatörler uykuya daldı. Hayatta olan insanlar artçı depremler yüzünden evine giremediğinden karanlıkta acı ve endişe dolu gölgeler olarak dolaşıyorlar. Yıkıntıların üzeri tozla kaplı ve tozun anlamı, zihinde yarattığı derin çatlaklar çok konuşulacak. Kâbus sarsıntıyla yıkımla canların kaybıyla sınırlı değil. Kar ve yağmur geçit vermiyor, kaldırımlar buz tuttuğundan yürümekte zorluk çeken, her manada düşen çaresiz kadınlar ve çocuklar. Yine de Allah katından özel ve müstesna bir metanet sabır ve teslimiyetin yağdığı çok açık.

 

Pazarcık segmentinin uzun süredir kırılmadığına dair rapor yazdık diyorlar. Büyük bir deprem geliyor uyarıları genelde manasız bir nakarat olarak algılanıyor. Biz de İstanbul’da böyle bir sakinlik ve kurbanlık içindeyiz. Apartmanımızda kiriş yapmayı, yeterli demir koymayı unutmuş adamımız. Elimizde kapı gibi sağlam bir deprem yönetmeliği var. Buna uyanların binaları sapasağlam. Fakat yönetmelik bazı kamu yapılarında bile işlememiş. Hastaneler okullar belediye binaları yıkıldı. Adıyaman belediye binası mesela. İskenderun Devlet Hastanesi, Polisevi, KYK Yurdu. Yollar ikiye ayrıldı, Hatay Havalimanı yarıldı.

 

Sesler. Alüvyonlara ovalara sulak yerlere yerleşmeyin demedik mi, zemin etüdünü neden yapmadınız vs. Sağlam zemin gibisi yok, evlere de ruhlara da ilişkilere de lazım. Önceki depremlerden farkı, telefon edilebiliyor enkazın altından. Adıyaman’dan bir ses yolladılar, üç kelimeydi sadece. Bütün kurumlara başvurduk ama aynı anda o kadar çok çağrı geliyordu ki, hakkaniyetle koşturan ekipler ulaşamadılar, yetişemediler. Şimdi yaraya dönüşen bu hercümerç edici sesle ne yapacağımı bilemiyorum. Sonra Ekiplerin kurtarılacak kişilerle konuşmaları içimizi burkarken, olanlardan hiç haberleri yokmuş gibi daha ikinci gün sokaklarda gülüşerek kafelere doğru yürüyen insanlar. Neyse ki trafikte ötekinin önüne kırmalara, saldırgan sürüşlere, kavgaya hazır hallere ara vermiş gibi yaslı bir akış.

 

6 Şubat 2023. Kara kış. Saat 4.17 şiddeti 7.7 merkez Maraş Pazarcık. Sonra 13.24’te merkez Elbistan, şiddeti 7.6. Birincisi herkes derin uykudayken, ikincisi bir daha olmaz sanılırken. Sonra yüzlerce artçı hem de en yükseğinden.

 

Köpeklerin canhıraş çabaları. Bir kurtarma köpeği sekiz kişi için dehliz gibi karanlıklara girdikten ve dişleriyle elbiselerinden tutup insanları çıkardıktan sonra yaralı ayakları sarılı, yorgun bitkin toprağın üzerine uzanmış, kurtarma ekibinden biri de kabanını çıkarıp üzerine örtmüş. Konya’da öğretmenlik yapan bir arkadaşım Hatay’dan gelen Suriyeli öğrencisiyle konuşmuş. Beş kardeşler, bir abisi geçen sene boğularak vefat etmiş, bir abisi ve babası da bu depremde can vermiş. Bana bunları anlatırken yüzünde hiçbir ifade değişikliği olmaması kahrediciydi diyor.

 

Depremde hayatını kaybeden Şeyma’nın kısa süre önce yazdığı bir twit de kayda geçsin: “Bir deprem ülkesinde yaşayan ve deprem tehlikesi yüksek illerden Kahramanmaraş’ta oturan biri olarak bir gün burası da Elazığ’ın, İzmir’in kaderini yaşarsa, benim için ailem için veya herhangi biri için melek oldu diye iyileştirmeler yapmayın. Hakkımızı arayın.”

 

Yine sesler, yine kelimeler. Enkaz, arama kurtarma ekibi, kolon, kiriş, demir, beton sulama, yaşam üçgeni, ses yok ama oradalar biliyorum, belki susuzluktan bayıldılar, ses kayıt cihazı, termal kamera, vinç, iş makinesi, bu araçları kullanan birileri var mı, baret, eldiven, itilen kakılan itlaf edilsin denilen canlı türü köpeklerin insanları kurtarmak için canhıraş koşturması. Ne yapabilirim, ne tarafa gidebilirim, oraya ne lazım, burada neye ihtiyaç var sesleri. Malatya’da arama kurtarma ekipleri de enkaz altında kalmış. Sonra kimsesiz kalan çocuklar manzumesi.

 

Biz bölgeye ulaşamayan zihni felç olmuş kişiler. Ekranın karşısında bağlıyız, gözümüzü bir an bile ayırsak, kıpırdasak insanlar çıkamaz, kurtulamaz sanki. Doğal afet evet fakat ölümlerin çoğu insan eliyle. 1999’da kıyametimiz kopmamış, kapı gibi sağlam bir deprem yönetmeliği yazılmamış gibi, tekrar pervasızca çürük yapılar. Adamını bulmak için koridorları arşınlayan siyah zalim tüccar karaltıları. Bugün derli toplu bir yazı yazılması mümkün değil, belki tekrarlar ve hatalar var cümlelerimde. Sadece bazı kelimeleri, anları, gözün gördüklerini, kulağın duyduklarını sıralayabiliriz unutmamak için. Unutmak suç, unutmak suç.

 

Ama umut imandan.

 

Şehirler çok badireler atlatır, defalarca doğabilirler, şurada bir ağaç burada bir çiçek diyerek yeniden dirilir inşallah eşsiz şehirlerimiz, dirilecek de. 

 

Yıldız Ramazanoğlu

 

Yitiksöz Sayı - 16