Tünel

 

Karanlığın bittiği yerde ben de bittim.

 

Hayalin rakkasında rengârenk fotoğraflar betimlerdim. Uçan kuş, göğe dallarıyla dokunan ağaç olurdum. İnilmez kuyulara iner, geçilmez vadilerden süzülürdüm. Kalbime basamaklar inşa eden mimarın vuslatıyla müjdelenirdim.

 

Yedi yaşında da böyleydim. Yirmi yedi yaşında da. İliklerime kadar asude kesilirdim. Koşmaya yeni başlayan tayın bacaklarındaki titreyişiydi yüreğim. Ampermetreye bağlayacak olsalar göğsümdeki çarpıntının en yüksek akımda seyredeceğine eminim. Kendimi kayalar kadar dirayetli tanımladığım içindi belki de yeraltına tutkunluğum. Ya da eğleşemediğim çocukluk sokağının aynasıydı ışıklı türbülansın.

 

Zamanın durmasını ne çok isterdim. Süregelen bir döngü içinde çıkış kapısının kaybolmasını. Huzurun istasyonunda gölgelerle koşuşturmayı. Annemin gözbebeklerine kafeslenip babamın omuzlarına demir atmayı. Avucumda sıkıştırdığım uçurtma gergisiyle zifiri kıyılarda pervasızca poyrazlanmayı. Denize âşık bir sandalla vuslatın kuytularına yanaşırken ekose bir kaşkol gibi ninemin boynuna dolanıp asırlarca orada kalmayı.

 

İçim içime sığmaz, dağların doruğuna doğru akardım. Damarlarımda sonsuzluk gibi dolaşıp dururdu huzur. Kanımda döndükçe mutluluk dağıtan yel değirmenine ulaşma telaşı... Kulaklarımda uzaklara çağıran tılsımlı bir fısıltı... Gözümün ferinde yolcusunu arayan coşkulu gemi... Ömrümü görmüştüm uzantılarında. Heveslerimi, kıyısızlığımı…

 

Oldum olası severdim yolculukları. Lakin senin perdelerini kapattığın dilimde yolculuk daha bir tatlanırdı. Bekleyişim taçlanır, düşlerim lezzetlenirdi. İçimde yıldızlar dolaşır, denizimde yakamozlar belirirdi. Hüznüm koli bandıyla bağlanır, sevincim nehir yataklarından taşardı.

 

Işık hızıyla yarışan halatsız çığlıklar takılırdı boğazıma. Ne çok isterdim avaz avaz bağırmayı. Umudun derin köşelerine çivilenir, uçan halının büyüsüyle bulutların arasına süzülürdüm. Demirden bir asa kesilir, dünyanın dört bir tarafını ıslığımla dolaşırdım.

 

Sesler çağırırdı. Beştaş oynama arzusunda olan Feride, yün çırparken yardım isteyen Edibe yenge. Her ayın ilk akşamı çiğ köfte yoğuran Halit amcamın “Yeğenim terimi sil hele!” diye yankılanan sedası. Annemin bitmek usanmak bilmeyen bağırtıları. “Kocaman kız oldun bırak şu oyunu da bulaşıkları yıka.” Ardından yumuşacık bir serzeniş. “Hanım bırakıver de oynasın. Benim kızım daha çocuk.” Aba diye paçalarıma yapışan Erdem’in mızmızlanan ağlayışları.

 

Vakit raylarda hızla ilerleyen lokomotif. Dün aba diye paçalarıma dolanan kardeşim şimdi on sekiz yaşında delikanlı. Üniversite kaydını yaptırmak için çıktığımız yolculukta yanı başımdaki koltukta uykunun tatlı kollarında geziniyor. Ablasının göz bebeği. Anamın babamın yegâne emaneti. Hâkim ya da adaleti savunan bir savcı mı olacak şimdi benim iftiharımın gururu?

 

Dün sabah kuşlarla mimoza kokulu bir mektup gönderdim öte tarafa. Delirmedim. İnsan hissettiği kadar bağlanır hayata. Hissettim, inandırdım kendimi kendi masalıma. Siz kendini kandırmak deyin, ben düşlerimle bağlanmak diyeyim yaşam halatına. Müjdeler verdim onlara. Ben okuyup büyük adam olamasam da Erdem’in Hukuk Fakültesini kazandığını muştuladım. “Malum birimizin çalışması gerekiyordu anne, baba!” Eğitimimi tamamlayamasam da ne kendimi ne de kardeşimi kimselere muhtaç etmediğimden bir tekstil fabrikasında dikiş dikerek ekmeğimizi kazandığımdan bahsettim. Mektup sayfalarında ant içtim kardeşimi okutacağıma. Bir de tünellerden her geçişimde onları gördüğümü, öpüp kokladığımı, vuslata nail olduğumu anlattım.

 

Yaklaşık yirmi dakika sonra beynimin ücra yerinde yine hasret gidereceğim anam ve babamla. Nereden bildiğimi sorar gibisiniz. Kalbimdeki deliği tedavi ettirmek için defalarca yolculuk yaptım Bitlis-Ankara yolu arasında. Yağmur olup kıraç topraklara yağacağım usulca. Güneş açacak kalbimin kuzey cephesinde. Küçük bir kız çocuğu olup ip atlayacağım kırda bayırda. İçimdeki yanardağdan kurtulacağım. Duymasa da içimde büyüttüğüm imkânsız aşkı haykıracağım patronumun oğluna. Olur, mu Emel? Sokak kedisi sevdalanır mı ciğercinin erişilmez kedisine? Olsun hayallerim var ya!

 

İşte beklediğim an. Evrenin bütün avizeleri yandı bir anda. Hududunda dinleneceğim umutlarım sere serpe kucağımda. Bütün itiraflarımı paketleyip postaladım karanlığa. Gökkuşağından geçirdim yaşama dair renklerimi. Hüzünler dağılıyor duvarlarında. Öyle uçarılaşıyorum ki böyle anlarda. Çayı demsiz seviyorum mesela, çorbayı tuzsuz. Siyahım kızıla dönüşüyor, yalnızlığım kalabalığa. Ah, çıktığım bu merdivenlerin keşke inişi olmasa! Bitiş çizgisinin uzak yanında kalsam tünelin.

 

İşte yine bitti yürüdüğüm doruklar. Kesik süt gibi pütür pütür yüreğim. Erdem’in yana düşen başı, soluk teni, buz gibi elleri… Yolcular arasından doktor olan birinin veraset ilamı. Üstüme devrilen tavan, iliklerimde kopan tufan. İçimde kırık bir çizgi.

 

Karanlığın bittiği yerde ben de bittim.

 

Gülçin Yağmur Akbulut

 

Yitiksöz Sayı - 13