Yoksulluğun Tanımı

 

I

Yoksulluk, Tanrı’nın bahşettiği

En büyük fırsatlardan biridir,

En diri ve bereketli ekinlerden,

En yalın, en sahici sanatlardan biri…

 

Bunu anlayabilene, bazen ağlata ağlata

Evini, barkını, bahçesini,  

Kalemlerini, defterlerini,

Sonra kitaplarını sattırır, yoksulluk

 

Ve kendi içinde, diplere, derinlere,

Dolaşık yollardan, dar sokaklardan geçirip

Aklın kıyılarına, kalbin arka yamaçlarına

Çeker götürür talihliyi.

 

Böyle bir yolculuksa, görmesini bilene,

Sanılanın tersine, en büyüğüdür

Gökçe bağışın;

 

Dünyayı içine sığdırabilene,

Tanksız, tüfeksiz, bandosuz

Düpedüz cihangirlik!

 

II

 

Biz yoksullar, Tanrı insanı yaratırken,

Onun tezgâhından dökülen

Artık parçalar mıyız,

Kırık parçalar mıyız?

 

Biz,

hayatın kenar mahallelerinde,  

Onun anlamını ararken,

Yolu yanlışlıkla, bu perdesiz,

Dekorsuz tiyatro sahnesine,

Şairin defterine düşenler!

 

Yeryüzü cennetine arka kapısından,

Bodrum penceresinden girenler, çıkanlar!

Karınlarını ve gözlerini

Cennetin mutfağında

Artıklarla doyuranlar,

 

Artık anlamamız gerekiyor, iyice anlamamız:

Kırk çarpı kırk kuşak geriye doğru,

Aklımızı da, dilimizi de

Külle ya da sabunla

Yıkayıp paklasak da,

 

İzin verilmeyecek,

Bakımsız parmaklarımızla

Göğe dokunmamıza bizim,

Okşamamıza ipek saçlarını,

Elma yanaklarını, kiraz dudaklarını, talihin!”

 

Bunları ezber yapıyor

Esmer tenli bir mesih, aynanın karşısında,

Ve bir off Broodway oyununda  

Gerçeğe uyanma sahnesinden

Emanet aldığı jestlerle, bakışlarla,

 

 “Ama bakın, çalışabiliriz,” diyor,

“Her zamankinden daha fazla:

Günde kırksekiz saat…

İşimize hem akıl, hem sevgi,

Hem de sanat katarak,

 

Boğaz tokluğuna üstelik…

Kadınlarımız daha çok çalışabilirler,

Rüyalarında bile hatta

Her zamankinden daha çok, daha ucuza;

Veletlerini sırtlarına bağlayarak,

 

Başlarını da, hiç sorun değil,

Evde örtüp,

İş yerinde açarak…

Yahut en iyisi, cin gibi,

Hiç gözükmeden gözüne uygarlığın.

 

Bir karın tokluğuna

İnsanlığın bütün pisliklerini

Analarımızın, hanımlarımızın

İffetle taşıdığı doğaçlama onurla

Silip paklayıp, çivitleyip,

 

Bütün günahlarınızı yüklenip sırtımıza,

Cehennemin yutağına boşaltabiliriz.

Evet, bütün pisliklerini insanlığın,

Tuvalet duvarlarına yazılanlardan başlayarak,

İnsanlık onuruna sürülenleri,

 

Yurttaşlık hukukuna

Bulaştırılanları,

Makamların, mevkilerin,

Kürsülerin ve masaların

Altına süpürülenleri;

 

Toplum vicdanına sıvananları, sonra,

Halkın bilinçaltına tıkılanları,

‘Zamanın ruhu’nu bunaltanları  

Edebin, ahlakın, sanatın üstünü

Bir karış tozla kaplayanları...

 

Böyle böyle ve böyle

Efendilerin rahatı için

Kar gibi beyaz bir düşe

Çevirebiliriz geleceği,

Yani cennete, cehennemi…

 

O kadar ki, iyi bir gününde,

Oynaşından ödünç bir gençlik almış

Yaşlı bir Romalı general edasıyla

Geçip giderken yanımızdan,

Sömürgeli savcılardan, yargıçlardan biri,

 

Bu, elinde paspas ve kova,

Ruhun kurtuluşu için

Ter döken yüzde

Bir an fark edebilir belki,

İnsandan daha insan,

 

İsa’dan daha yoksul

Mesih-kralını, insanlığın!

Ya da Mesih’i doğuracak olan

İmran soyundan

Yeni bir bakireyi!”

 

Kasım 2001

 

Cahit Koytak

Yitiksöz Sayı-17